Yazar: Sinem ÖZCAN
On iki haftadır sürdürdüğümüz Muhteşem İkili yolculuğunu bu bölümle bitirdik. Bitirdik diyorum ama lafın gelişi… Muhtemelen final kararı çok ani alınmış ve yapımın bir final bölümü hazırlama şansı olamamış. Çekilen bölümün üzerinde oynama ve montaj yapılarak dizi sonlandırılmış. Yani özetle finalsiz bitti, Muhteşem İkili. Teknik imkânları, zamanlamayı ve diğer faktörleri bilemediğimizden buradan ahkâm kesmek istemiyorum ama elbette ki gönül, temel sorunların alelusul de olsa çözüme kavuştuğunu görmek isterdi.
Devam bölümünü, final yapmaya kalkışınca pek çok sahne atılmış ve yerine “Kahramanlar geçmişi hatırlıyor.” havası verilerek eski bölümlerden sahneler, copy paste yapılmış. Özetle bölüm doldurulmuş bir biçimde. Bu sebeple de bir türlü akmadı, akamadı. Ekran başında tek kelimeyle içim şişti, gözüm saatte “Bitse de gitsek…” modunda oturdum. Oysa bilenler bilir, ne hevesle başlamıştım ben Muhteşem İkili’ye. Ne kadar beklemiş ve nasıl coşkuyla izlemiştim. Hoş, perşembenin gelişi çarşambadan belli olmuştu. Oyuncuların çabası maalesef olmayan öyküyü kurtarmaya yetmedi. Çok dürüst olmak gerekirse on iki bölüm dayanmış olması bile oyunculuklar sayesinde diye düşünüyorum.
Son bölüme; profesör, Ahsen ve MKC’nin hastalığındaki çözülmemiş detaylarla girmiştik. Profesör bundan öncekilere benzemeyen, çok dişli bir rakipti. Barca’nın bir süre esir düşmüş olması ve MKC’nin vurulmasının ardından yaşananlar da onları hayli yıprattı, tabi. Profesöre ulaşmakta geciktiler. Her ne kadar son iki bölümde oldukça mesafe kat etmiş olsalar da bu problemin çözüme kavuşmasını izlemek, nasip olmadı.
Ahsen, uzun zaman beklediğimiz; öyküde farklı dinamikleri olan bir karakterdi ama onun sırrı da çıkamadı açığa. Onun Barca’ya âşık olduğunu öğrensek de “intikam duygusu”nun ardındakileri, MKC ve Barca’nın yangındaki rollerini göremedik ve hepsinden mühimi onlar Ela’nın Ahsen olduğunu da içlerindeki köstebek olduğunu da öğrenemediler.
Son bölümde açıkça dile gelmese de çözüme kavuşan sadece MKC’nin durumu oldu. Amerika’ya ameliyat için gidişinde bıraktık onu ama duygusal vedasından anladığımız kadarıyla MKC ameliyattan kurtulamadı. Oğlunu, karısını ve kız kardeşini can dostuna emanet edip, ölüme gitti MKC.
Barca; annesi ve karısından sonra tek dostunu da yitirmeyi nasıl kaldırır, kaldırabilir mi eski Barca olur mu bilemiyoruz ama MKC’nin söylediği doğruydu. Barca’yı ancak bir evlat bu hayatta tutabilir. Kaan içinse Barca asla bir baba olamaz ama baba sıcaklığını, gücünü ve şefkatini ona verebilecek tek kişi de Barca amcası olur.
Yağmur her ne kadar yüzüğü parmağına taksa da MKC ve onun için son, mutsuz oldu. Nilüfer ve Barca’nın ne olacağı ise meçhul. Bildiğimiz sadece Feridun Barca’nın iki kız evlat ve bir torun kazandığı. Ahsen, Yüksel Amir ve kızları içinse defter çoktan kapandı. Sırlarıyla gittiler, demekten başka yapacak bir şey yok. Layıkıyla bir final yapılmış olsaydı bölümü tek tek irdelemek gerekecekti ama artık üstünde durmaya değecek bir şey de kalmadı. Sadece dizinin geneli hakkında konuşmak mümkün.
Genel konusu çok ilgi çekiciydi Muhteşem İkili’nin. Hem erkek hem kadın izleyiciyi çekebilecek; aksiyon ve komedi damarıyla gençlere kendini izletecek potansiyeli vardı, kâğıt üzerinde ama her zaman evdeki hesap çarşıya uymuyor. Özellikle aksiyon sahnelerindeki baştan savmacılık ve yetersizlik beklenen izleyiciyi getirmedi, maalesef. Ardından bence dizinin tek sağlam ayağı olan komediden de bütünüyle vazgeçildi ve gereksiz bir drama boğuldu. Bu da kalan bir avuç izleyiciyi de eritti.
Dizinin en büyük eksiği, ana öykünün senaryoya iyi aktarılamayışı oldu. MKC ve Barca’nın karşısına Profesör’e kadar doğru dürüst bir rakip çıkarılamadı. Bir, bilemedin iki bölümde hiç hırpalanmadan hallettikleri davalar izleyiciye inandırıcı gelmedi. Kahramanlıklarını vurgulamak adına o kadar aşırıya kaçıldı ki bir ordunun içine iki kişi girseler, hepsini devirip çıkacaklarına inanması beklendi seyirciden. Mantık hataları, kötü çekim ve bir türlü yerine oturmayan diyaloglar diziyi zor izlenir hâle getirdi. Hele final bölümü çok kötü bir ritimle ve bir türlü ilerleyemeyişiyle adeta tüy dikti.
Bütün olumsuzluklara inat, oldukça iyi bir oyuncu kadrosu vardı Muhteşem İkili’nin. Kendi adıma ben sonuna kadar sabrettiysem bunun tek nedeni İbrahim Çelikkol oyunculuğuna vurgun olmamdır. Ancak son bölümlerde karakterde yapılan değişiklikle o da Barca olmaktan çıkıp eski karakterlerinden birini andırmaya başlamıştı. Oysa deli doluluğunun yanına eklediği mizahıyla çok hoş bir Barca vardı başta. Yüreğinin bir yanı yangın yeri, öte yanı hâlâ sevmeye aç, dürüst, adı gibi mert ve deli bir adamdı Barca. Onu intikam duygusuyla hareket eden bir robota çevirdikleri an, ruhu öldü ve sadece aksiyon adamı kaldı, geriye.
Kerem Bursin, MKC’ye çok yakışmıştı. İkilinin akıl ayağı oydu, plan program adamı, takıntılı, bir yanı maço, diğer yanı çok rafine bir adamdı, o ve enteresan bir kombinasyondu. Kaynağı belirsiz parasıyla, eski karısına aşkıyla, oğluna bağlılığıyla, iyi ağabeyliğiyle tonları vardı ve Kerem Bursin bu tonları iyi kombinlemişti ama o da son dönemlerde yaşadıklarının etkisiyle fazla dramatik bir tip olup çıktı.
Başta her ikisi de ilgi çekici karakterler olan Barca ve MKC, oyuncuların çabasına karşın giderek birer tiplemeye dönüştüler. Yağmur’un ve Nilüfer’inse derinleşmesine fırsat tanınmadı. Öyküde bir dekor olmaktan öteye geçemediler. Haftalarca merakla beklediğimiz Ahsen, içi boş bir balon olarak çıktı karşımıza ve öykünün o aksı gelişmedi bir türlü. Hatta diyebilirim ki öykü, asıl kan kaybını Ahsen’le yaşadı.
Yapım Mahir Günşıray gibi usta bir oyuncuyu ekibe dahil ederek hem diziye bir ivme katmak hem de öyküye sağlam bir kötü yerleştirmek istedi. Bu da kâğıt üzerinde doğru hamleydi ama ne yazık ki çok, çok geç kalınmıştı ve kaçan izleyici geriye dönmedi.
Muhteşem İkili, yolculuğu yarıda kesilen ne ilk ne son dizi. Yerli diz sektöründeki yanlışlar sürdükçe pek çok örneğini yaşayacağız. Bu yanlışların başında maalesef yapımların “senaryo” meselesini çok hafife almaları geliyor. Özgün hikâye pek üretilemediği gibi Muhteşem İkili’de de gördüğümüz gibi uyarlamalarda da çoğu kez iyi sonuç elde edilemiyor. Eğri oturup doğru konuşmak gerek; bunun ana sebeplerinden biri, yerli dizi sektöründe “iyi kalem” çok az. “Yaptım, oldu!” mantığıyla hareket eden, araştırmaya üşenen, kafa yormaya vakit bulamayan ya da bunu yük gören isimler, bu piyasada rağbet gördükçe yaşanılanlar da kaçınılmaz olacak. Gerçi tek başına senaristi de günah keçisi ilan etmek, haksızlık olur. İşi bilir bilmez senaryoya müdahale eden yapımcılar, kanal çalışanları hatta oyuncular bile varken senaristin de her zaman kafasındakini kâğıda dökme şansı olmuyor.
İkinci yanlış da “Falan oyuncuyu koyalım, o ne yapsa gider.” mantığıyla hareket eden Yeşilçam kafalı yapımcı ve kanal yetkililerinden geliyor. Türkiye’de oyuncuya göre proje hazırlama devri de “X oyuncunun kitlesi var” algısı da artık bitti. Bugün, ekran başında oturan seyircinin çok fazla seçeneği var. Her önüne konanı, vakit geçirmek için izlemeye mahkûm değil. Çok sevdiği bir oyuncu da olsa çıkarılan iş, kendisine hitap etmiyorsa dönüp sırtını gidiyor. Bu parametreleri dikkate almadan “Filanın fanı çok, falanın adı yeter!” mantığıyla iş yapma alaturkalığından vazgeçmek gerekiyor.
Türkiye’de dizi süreleri ortalama 140 dakika… İzleyiciyi 140 dakika ekran başında tutacak iş üretmeyi, onu bir başka dünyaya sokmayı başaramazsa yapımlar, maalesef daha pek çok emek çöp olur.
Kimi zaman beğenerek kimi zaman söylenerek izlediğim ve yazdığım Muhteşem İkili macerasının da sonuna geldik. Bütün ekibin emeklerine sağlık. Bir başka serüvende yollarımız umarım yeniden kesişir.