Site icon Dizifilm BiZ

Masallar Diyarında Bir Gün (Her Yerde Sen, 8. bölüm)

YAZAR: Şeyma BULUT

Küçük bir kız çocuğu olduğum yıllarda, ne zaman üzülsem ya da sinirlensem babam bana karamelli dondurma getirirdi. Tarif edemediğim bir mutluluk sarardı içimi. Aradan yıllar geçti. Bugün benden çok uzaklarda olan bir insan çok kötü olduğum bir anda, elinde bir kutu dondurmayla yanıma geldi. Ona daha önce söylediğim bir şey de değildi bu. O günden sonra bana yüzlerce kez hediye verilmiş olsa da hiç biri onun yerini dolduramadı. O gün hayatımın en güzel dönüm noktalarından biriydi. İşte demiştim; beni, ben demeden anlayan bir insan. Tarif edilemez bir duyguydu bu. O insanın hayatıma kattıkları, bendeki değeri bir yana, bir şeyi anlamama da yardımcı oldu. Bugün bana dünyanın en güzel hediyesini sorsalar kaybedilmiş çocukluğumun bana geri verilmesi derdim.Bir insana çocukluğundan daha güzel bir hediye veremezsiniz. Hele de bunu fark etmeden yapıyorsanız işte daha masalsı bir şey yoktur herhalde.

Bir insanın çocukluğuna dokunabiliyorsanız iç dünyasına ulaşabilecek kadar yakınına girebilirseniz onun dışında hiçbir sorun, çok da çözülmez değildir aslında.  Selin, sadece teşekkür mahiyetinde de olsa, yaptığı çikolatalı pudingle Demir’i böylesine etkileyebileceğini düşünmüş müydü, acaba? Zannetmiyorum. Düşünebilseydi bu kadar doğal ve çıkarsız görünmezdi zaten. Demir, en son çocukluğunda annesinin ona yaptığı pudingi yemiş ve o tadı bir daha alamayacağı duygusuyla artık hiç yemediği tatlıyı Selin’in ellerinden yedi. Evin her yanını saran çikolata kokusuyla çocukluğundaki mutluluğunu yeniden hatırlayan bir adam, ona bu mutluluğu veren kadına nasıl kayıtsız kalabilirdi ki? Ya da daha küçücük bir kızken büyüdüğü yaylada bir gün birlikte olacağı Peter Pan’ın hayalini kuran bir kadın, ona yeniden bu dünyayı kuran adama nasıl karşı koyabilir ki?

Selin ve Demir masallar diyarına giderek tüm kurallardan sıyrılıp sadece ikisinin var olduğu bir dünya çizdiler birbirlerine. Saka seslerinin dünyalarını doldurduğu, Selin’in büyüdüğü o yaylada çiçek kokularının bezediği o meralarda olduklarını hayal ederek sadece ikisine ait bir ev hayal ettiler. Önce zaten eviniz var diye düşünsem de bu hayal başkaydı. Çocuklar için yapmak istedikleri o büyülü ağaç evlerinden birini kurmak istediler. Tıpkı var olmayan ülkede Peter Pan ve Wendy’e ait olan kovuk gibi… Bu dünyayı kurma fikri de nasıl olduysa Demir’den geldi. Halbuki masallarla büyüyen Selin’di. Ondan beklerken Demir’in bunu düşünmesi içinde bir yerlerde o masal diyarının özlemini çektiğini gösteriyordu aslında. Aynı gökyüzünün altında uzanırken paylaştıkları o küçük büyülü an, sanki mutluluk dolu geleceklerine açılmış bir kapıdan oraya baktıkları izlenimini uyandırdı bende. Beni en etkileyen sahneydi, bu hafta. Çok doğal, içten ve dünyanın sıkıntılarından sıyrıldıkları özel bir andı. Birbirlerine bakarken aşkın fısıltısını duyar gibiydi ikisi de öyle ışıl ışıl, öyle mutluluk dolu. Böyle bir anı paylaşan bir çift, ne kadar zorluk yaşarsa yaşasın bir yerden sonra birbirlerinden kopamaz. En azından benim hislerim o yönde şimdilik…

Geçtiğimiz hafta Selin’e hazırlanan sürpriz doğum gününü bilmeksizin evlerinin önüne gelen Selin ve Demir’le veda etmiştik. Doğum günü Selin’in hayatında yeni bir dönemin de açılmasına sebep oldu. Artık hem bir rakibi hem de düşmanı var: Alara. Ona itici ve sinir bozucu diyordum fakat bu bölümde anladım ki o aynı zamanda kötü bir insan. Selin’e söyledikleri, toplumun bir kesiminin ete, kemiğe bürünmüş hâliydi. Bir kadın ve bir erkek aynı evde yaşıyorsa ya da bir patronla, çalışanı birlikteyse kesinlikle iyi değildir, mantığı. Aralarında asla saf bir şeyler olamaz, her zaman ortada gayri ahlaki bir şey vardır değil mi? Aksi ne mümkün. İşte eğitimli de olsa, zihniyet meselesi kendini gösteriyor. Alara, Selin’i o kadar ağır bir şekilde suçladı ki bu, resmen bir savaş ilanıydı. İlk etapta, sırlardan dolayı Selin’in boyun eğeceğini düşünsem de karşımda yaşadığı ve yaşayacağı her şeyin arkasında duran, güçlü bir kadın vardı. Özellikle burada değinilen statü ayrımı meselesi beni en fazla sinirlendiren şeydi. Davul bile dengi dengine sözünü eğitimsel açıdan kabul edebilirim ama toplumsal statüler açısından baktığımızda bunu asla kabul edemiyorum. Hayatta her şey statü, para mıdır? Değerler ne olacak? Ya da duygular? Bunların hiç mi önemi kalmadı artık? Alara’nın en yakın zamanda bunu acı bir şekilde öğrenmesini istiyorum. Bu tarzda insanlar fazlasıyla çıkar karşınıza. O, kendi hayal dünyasında Demir’e bir takıntı geliştirmeye başladı ancak şimdilik bunu göstermiyor.  Bu tip insanlar, o takıntılı oldukları kişilere yaranmak ve kendi hastalıklı kişiliklerini saklamak için türlü türlü şekillere girerler. Alara’nın Demir’e ayrı, diğerlerine ayrı davranmasının da sebebi bu. Hani insan merak ediyor, güzelim bu çürümüş ruhunu ve benliğini saklamak için türlü şekillere girip maskeyle dolaşmak zor değil mi? Böyle davranırken klas göründüğünü sanıyorsun ancak daha çok bir şebeği andırıyorsun.

Alara her ne kadar Demir’le ilgili olmayacak hayallere kapılıp etrafına kan kustursa da Demir, bambaşka bir alemde. Onunla ilgili planları yapadursun, Demir de Selin’e doğum günü sürprizi yapmanın ve onun  hayatına adapte olmanın peşindeydi. Bildiğiniz gibi Selin’in küçük balığı Çiçi’ye olağandışı bir düşkünlüğü var. Çiçi, küçücük akvaryumunda, daracık bir alanda yaşarken Demir ona bir ev, büyük bir alan vererek onu annesinin odasının baş köşesine koydu. Demir, Japonya’da eminim Feng Shui’yi de öğrenmiştir. Bu felsefede su ve balığın ayrı bir önemi var. Bu öğretiye göre su içerideki pozitif enerjiyi içeride tutup negatifliği dışarı atan bir şey. Balıksa inanışa göre suyun içindeki yaşamı zenginleştirerek o enerjinin yaşamasına sebebiyet veriyor. Demir hem Selin’in en kıymetlisine bir yuva, hem de huzur ve mutluluğu içeride tutacak bir hediye hazırladı. Demir Erendil’in içinden bir romantik prens çıkabileceğini kim bilebilirdi ki?

Demir’in Selin’e sürprizleri bununla da sınırlı değildi. İşten yorgun gelen Selin’e onun sevdiği yiyeceklerle bir sofra hazırlaması, titizlikle bu kadar takıntısı olan biri için Selin’in yağlı elleriyle ellerini tutmasına izin vermesi, “Hayatıma hoş geldin, bu halinle de değerlisin!” demenin bir şekliydi. Alara’nın düşüncesinin aksine bir insanı sevebilmek için ona benzememiz gerekmez, aksine farklılıklarımız zenginliğimizdir. Zaten birbirlerine en başta çekilmelerini sağlayan da bu farklılıkları değil mi? Vedat’ın Demir, deyimiyle değişime kapalı bir adam olmasına rağmen Selin, onun tüm kalkanlarını tek tek indiriyor. Hatta Selin yokken bile tek düşüncesi o rengârenk kadın oluyor. Selin’in evde onun için puding yaptığı saatlerde, Demir de en sevdikleri kahvecinin önünde o gün yemesine izin vermediği şekeri alırken buldu kendisini. Bir insan hayatının her noktasına değmeye başlamışsa birden tüm dünya onun etrafında dönmeye başlar. Hele de dünyasına ışığıyla gelen o insan, bir bir eksiklerini tamamlarken hiç ummadığı bir şekilde tüm olmamışlarını olduruyorsa… Duvarlarını yıkması bir yana, hayatındaki tüm eksiklilerini da tek tek tamamlıyor bu kadın. Selin’in ailesini uğurladıkları sahnede, Demir’in aileye girdiğinin de ayak seslerini duyduk. Reyhan ona sarıldığında ve Semih onu takdir ettiğinde gözlerinin dolmasına engel olamayan Demir, eksikliğini ve artık yavaş yavaş tamamlanan hayatının mutluluk göz yaşlarını akıtıyor gibiydi. Kim bilebilirdi ki değişimin onu böylesine mutlu edeceğini? Aşk insanı en güzel şekilde değiştirir. Nasıl değiştiğini anlamazsın bile. Bir akşam vakti, güneşin yavaş yavaş batmaya yüz tuttuğu saatlerde, etraftaki olanca sese aldırmadan, diz dize oturup birbirlerine asla gitmeyecekleri sözünü veren bir çift görünce insanın aşka ve onun getirdiği değişime olan inancı artıyor. Aralarındaki en büyük çarpışma sebebi olan ev konusunda konuşurken “gitmiyorum” demeleri , birbirlerine olan bağlılıkları yavaş yavaş beliren bir çiftin hayata dair verdikleri bir söz gibiydi. Başta sadece taş yığını olan bu evin nelere kadir olduğunu görüyor musunuz? Aslında bu hikâye bir taş yığının yuvaya dönüşürken gerçeklikten çıkıp masallarda gördüğümüz büyülü bir mekâna dönüşmesi. Bundan daha romantik bir şey düşünemiyorum.

Son sahne, kalbimi biraz buruk bıraktı. Masallar diyarında geçirilen bir günün ardından, gerçekliğe döndük diyebiliriz. Selin, Vedat konusunda Demir’e yalan söylediğini itiraf edince Demir birçok duyguyu bir anda yaşadı. Vedat’la, hayatındaki en yakını olarak gördüğü insanla, yavaş yavaş âşık olduğu kadının ona yalan söylemesi deyim yerindeyse dünyasının kâğıttan kule gibi yıkılmasına sebep oldu. Hele de Vedat’ın Merve sandığı Selin’e karşı duygularının olması, Demir’i çok büyük bir kaosun içinde bıraktı. Normalde oldukça sakin ve düşünmeden asla hareket etmeyen bir insan Demir. Ancak insan âşık olunca mantıklı tarafını da yitiriyor sanırım. Ben bu ikisini gördüğümde “Ateş de bacayı sarmış, yok çare deli gönle” şarkısını duyuyorum kafamın içinde. Aşk olunca doğal olarak mantıkla düşünmek de sıfır noktasına indi, Alara’nın Selin’i bertaraf etmek için yarattığı Paris oyununu kabul etmiş oldu.  Ah Demir, ah! Biraz empati yapabilsen küçücük bir yanlış anlaşılma seni bu hâle getirmezdi. O yükselttiğin duvarları aşmak bu kadar zorken Selin sana yine de gerçekleri söyledi be adam! Seni tanımak için böyle çırpınan, mutluluğun için arkadaşlarını karşısına almak pahasına fedakârlıklar yapan bir kadının göz yaşlarına değer miydi? Selin için birini hayatına kabul etmek ne kadar zor, biliyor musun sen? Sen yokken aranızdaki ufacık kıvılcıma sarılarak etrafına koruma kalkanı çizen bir kadını üzmek bu kadar kolay mı? Biraz affedici olmak, köşelerini yumuşatmak sana bir şey kaybettirmez. Hele ki kapıda bir sırtlan gibi bekleyen Burak varken. Burak demişken erkeklerin kendilerine ilgi duyan kadınları kaybetmelerinin ardından onları elde etmek için uğraşmaya başlamaları sizi de sinir ediyor mu? Selin yıllarca gözünün içine bakarken Demir’le ikisini görünce birden tekrar kızı radarına almak nasıl bir kafa? Hem bir yandan Selin’in duygularıyla oyna, bir yandan da evindeki özel alanını fütursuzca işgal et. Sana kim verdi bu hakkı? Olduğun gibi görün, kötü de olsan bu adam böyle diyelim. Ama ortama göre karaktere bürünmen fazlasıyla sinir bozucu olmaya başladı. Bak aklıma ne geldi? Selin’le Demir’in arasını bozmak için Alara’yla şer birliği kuracağına, onunla evlenebilirsin. Asrın çifti olursunuz. Sen bir düşün bunu bana kalırsa.

Oldukça heyecanlı bir sahneyle noktaladığımız bölümde birçok duyguyu aynı anda yaşadım dersem yalan söylemiş olmam . Demir’in içinde bulunduğu durumla nasıl mücadele edeceğini ve Selin’in bu kriz karşısında nasıl hareket edeceğini izlemek için sabırsızlıkla bekliyorum. Sadece tek dileğim Demir’in bir saçmalık yapıp da Paris’e gitmemesi. Yoksa kendisiyle külahları  fena halde değişeceğiz.

Her Yerde Sen, bu hafta da bizlere enerjisi çok yüksek bir bölüm hazırlamış. İtiraf etmem gerekirse en sevdiğim bölüm oldu. Romantik, duygusal ve eğlenceli… Tek bir sahnesinden bile sıkılmadığım, saatlerin nasıl geçtiğini anlamadığım bir bölümdü. Ayrıca birçok dizide zaman geçirmek adına kullanılan flashbacklerin, birden önümüze konan bu aşkı anlatmak için bir tarafın bakış açısının içinde gösterilmesi çok iyiydi. En ufak bir kopma yaşamadan bütünlüğün içinde sunulması, izlerken diziye ayrı bir tat katmış,sevdim.

Dizide adım adım inşa edilen bu masalsı dünya beni fazlasıyla içine çekti ve çekmeye devam ediyor diyebilirim. Umarım bu tat ve dokuyla, bu güzel peri masalını izlemeye devam ederiz…

Çeken, oynayan ve kamera arkasında emek veren tüm ekibin yüreğine sağlık. Yazıma Edgar Allen Poe’nun bir hayal ülkesini anlattığı dizeleriyle son veriyorum, haftaya görüşmek üzere.

“Senelerce senelerce evveldi
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı bileceksiniz
İsmi; Annabel Lee
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekten başka beni
O çocuk, ben çocuk; memleketimiz
O deniz ülkesiydi
Sevdalı değil karasevdalıydık
Ben ve Annabel Lee…”

Exit mobile version