Yazan: Ayşe KUTLUHAN
Nereden başlayıp, nereye gideceğimi bilmeden başlıyorum yazıma… ‘’Bir varmış, bir yokmuş” tadında başlayan hikâyemizin mutlu sonuna bile sevinemeden kalktık, dün gece ekran başından. Ne taraftan bakarsanız bakın komple hüsran, komple hayal kırıklığı doluyum. İçimde yaşadığım kargaşa o kadar tuhaf ki ‘’Güzel ve çirkin hikâyesi bir efsaneyse bizim izlediğimiz final, nasıl efsane olabilir ki?’’ diye sordurttu bana… Bölüm yorumumu yazmadan önce her defasında muhakkak tekrar izlemişimdir bölümü; kaçırdığım bir sahne ya da bir replik varsa görmek için. Ancak, ilk kez açıp tekrar seyretmedim. Seyredemedim… Çünkü cidden final bölümünü yeniden seyredebilecek bir ruh hâli bırakmadılar bana. Yarım kalmışlıklara çok fazla değinmek istemiyorum. Her şey açık ve net ortada; geri dönüşü ya da telafisi olmayacak bir olayda sürekli aynı şeyleri konuşmanın bir anlamı yok, bence… Bu yazımı bölüm yorumundan ziyade Aslı ile Ferhat’a ve en çok da siz sevgili okurlarıma veda yazısı olarak algılayın, isterim. Zira bölüme dair aklımda pek bir şey kalmadı ya da anlatılacak pek bir şey bulamadım…
Ferhat, hayatının tamamen koca bir yalan üstüne kurulu olduğunu öğrendikten sonra onda var olan tek gerçek şeyin, Aslı ve bebeği olduğunu geç de olsa anlamıştı, nihayet. Onları kaybetme korkusu, kendini daha adil bir şekilde yargılamasına sebep olur… İnsan başına bir felaket gelmeden gerçeklerle yüzleşemiyor, maalesef. Kelimeler tükeniyor, geçmiş gözlerinin önüne seriliyor ve ‘’Affet beni!’’ demekten başka bir şey bulamıyor insan, o esnada… İhtiyaç duyulan ‘’Anne’’ başucunda ancak ‘’Çok korkuyorum be anne!’’ sadece hayalinde söylenebiliyor… Ferhat, on iki yaşında kendi içinde öldürdüğü annesine kaç kere ihtiyaç duymuştur sizce? Kaç kere sarılıp ‘’Ben çok yoruldum, anne.’’ demek istemiştir? ‘’Senden anne olmaz!’’ dediği annesine, hastanede söylemek isteyip de söyleyemedikleri içime o kadar oturdu ki anlatsam kelimelere sığmaz… Kaç yaşında olursan ol, ne kadar büyürsen büyü, anne sevgisine ihtiyaç duymaman imkânsızdır…
‘’Sen bir bataklıksın! ‘’ dediği adama o bataklığa batacağını bile bile sevdalanan ve o adamın içindeki masum, küçük çocuğu görüp kurtarmaya çalışan, iyi kalpli bir prenses benim nazarımda Aslı… Ferhat’a göre ona hayat veren, ona özlemini duyduğu aileyi veren bir kahraman… Aslı, kimi zaman yorulup gitmeyi tercih etse de hep elini uzattığında tutabilecek kadar mesafede kaldı, Ferhat’a… Ne tam vazgeçebildi, ne tam gidebildi sevdasından… Sevgisiyle yaralarına dokunurken bazen canını yaka yaka merhem oldu, hayatına. Kendini kaybetme pahasına Ferhat’ı kazanmak için çaba harcadı, Aslı… Sonuç; kazanan sevgi oldu, kazanan iyilik oldu…
Ferhat, geçmişine sünger çekip tertemiz bir sayfa açmak istedi; Aslı’da bıraktığı bütün yarım kalmışlıkları tamamlamak adına ona yeni bir hayat sunarcasına. Canını bağışlamak adına ‘’Benimle evlen.’’ dediği cümleyi silip yerine dolu dolu ‘’Benimle evlenir misin, sever misin?’’ diye yeniden sormayı tercih etti… Pranga olarak nitelendirdiği halkayı atıp yerine hayatı olarak nitelendirdiği yüzüğü taktı. Zorla gelinlik giydirdiği o anları silmek istercesine hiç onluk olmayan smokinini giyinip papyonunu taktı… Ferhat Aslan, Aslı’ya sil baştan ‘’Merhaba hayat’’ deyip sadece Ferhat olma yolunda ona ve bebeğine tutunmayı tercih etti… ‘’Biz mutlu olacağız.’’ dedi, inanarak ve sonsuz ihtiyaç duyarak… Geçmişe dair bütün hesaplarını kapatarak… Gülsüm’le yüzleşti; ona gerçek bir ağabey olmayı istediğini dile getirdi… Annesiyle yüzleşti; kendi dolu dolu anne demese de onların bundan sonra bir anneye ihtiyaçları olduğunu belirtti… On iki yaşında canına can katan babasını kaybetmesiyle hayatına nokta koyan Ferhat Aslan, kendi bebeği ile yeniden doğup büyümek için kocaman bir adım attı… Kalbini ve hayatını bütün ailesine sonsuza kadar açtı… ‘’Bir varmış, bir yokmuş,’’ diye başlarmış ya masallar… Kurtarılan prenses olurken kahraman hep prens olurmuş, eski zamanlarda. Ama neticede hep iyiler kazanır ve kötü kalpli kral hep ölürmüş… Bizim masalımızda alışıldık hikâyelerin tam tersine kahraman prens değil prenses olmuştu… Aslı, mahkûm edildiği karanlıktan sevgisiyle çekip kurtardı, Ferhat’ı. Kötü kalpli adam öldü, masal mutlu sonla bitti ama biz yarım kaldık…
Son notlarım,
- Abidin’den bahsetmek istiyorum biraz; ilk bölümlerde biraz çılgın az biraz da saf olarak gösterdikleri karakterini daha sonra ‘’Adamın dibi’’ şeklinde nitelendirebileceğimiz kıvama getirdiler. ‘’Memnun kaldın mı?’’ diye sorarsanız, gayet memnundum. Abidin, sevdiğim karakterler içinde en başta gelen isimdi. Her şeyden önce aileye ve en çok da Ferhat’a olan sevgisiyle bağlılığı, takdire şayandı. Sevgili senaristlerimizin en özenerek yazdığı ve seyrini hiç bozmadığı karakter, Abidin karakteri olsa gerek. Onu bu kadar güzel sırtlanıp bize iliklerimize kadar hissettirdiği için sevgili Timur Ölkebaş’a teşekkürü borç bilirim.
- Sinem Uysal’ı ilk olarak Gülsüm karakteriyle tanıdım açıkçası. İlk gördüğüm an dün gibi aklımda ‘’Ne kadar naif tatlı bir kadın, saçları efsane.’’ demiştim. Gülsüm’e o kadar güzel renk kattı ki sergilediği drama sahnelerinde ‘’Yok artık.’’ dedirtti bana adeta. Bana göre bu hikâyenin Ferhat’tan sonra gelen en masum karakteriydi Gülsüm; küçücük yaşta babasını kaybetmiş ve annesiyle abisi tarafından oradan oraya savrulmuş genç bir kadındı… Hepsinden içler acısı içinde taşıdığı baba ve ağabey sevgisizliğinden sıyrılmak için hiç olmadık bir insana gönlünü kaptırmış ve hatalar yapmıştı. Kız çocuğu, annesinin kaderini yaşarmış derler; neyse ki Abidin Adaklı diye bir kahraman vardı, tıpkı Berber Necdet gibi Gülsüm’e hayat, küçük Necdet’e baba oldu… Sevgili Sinem Uysal’ı bambaşka bir projede yeniden seyretmeyi dileyerek ona teşekkürlerimi sunuyorum…
- En çok kızdığım ve kırıldığım karakterlerden birisiydi Yeter Aslan; ona göre sevdasının peşine gitmekten, bana göre tamamen bencilliğinden çocuklarını bir arada tutamamış, her şeyden önemlisi Ferhat’ın, hayatını kocaman bir yalanın içinde yarım yamalak yaşamasına izin vermiş, bir anne. Yaşadığı ya da çektiği hiçbir şey benim gözümde onun suçunu hafifletemez. Annelik içgüdüsüyle yaklaştığım bu konuda hiç kimse için çocuğumun eline silah tutuşturup ‘’Hadi oğlum’’ demem, asla! Evet, güçlü bir kadındı Yeter Aslan ama kendine değil, başkalarına karşı. Ve Ferhat onu affetmedi diye diğer çocuklarından vazgeçebilecek kadar bencil… Kusuruma bakma Yeter Aslan, Ferhat seni affetmiş olabilir ama ben seni affetmedim, affedemedim… Yeter Aslan karakterine en içten bir şekilde hayat veren ve onu o karaktere yakışacak bir şekilde taşıyan sevgili Arzu Gamze Kılınç’a ayrı teşekkür ediyorum…
- Hani her masalda kötü bir kahraman vardır ya; nefret edilen ve kötü bilinen. Bu hikâyenin de kötü kahramanı Namık Emirhan’dı… Ferhat’a yaşattıklarından dolayı ona ne kadar kızsak da sevgili Muhammet Uzuner’in kalitesini göz önünde bulundurarak ölen Namık Emirhan’a gönül rahatlığıyla ‘’Gebersin’’ diye beddua sallayamadım mesela… Handan Adaklı’ya öfkeler kusarken sevgili Kadriye Kenter’in sıcacık, samimi halleri yumuşattı zaman zaman beni. ‘’Sinsi İdil’’ diye söylenip dururken Sevgili Ece Didar’ın kendi oynadığı karakteri eleştirmesi güldürdü, kimi zaman. Siyah Beyaz Aşk bütün karakterleriyle iyi ya da kötü bir şekilde kalbimizde yer edindi. Cüneyt ve Jülide’ye hatta Vildan’a bile zaman zaman kızsak da bize kahkaha attırdığı sahneleri olmuştur muhakkak… Yiğit’i ve Suna’yı çok sevsek de bazen söyledikleri tek bir cümleyle var olan sevgimiz yerle yeksan olmuştur mesela… Farklı bölümlerde ve farklı sahnelerde kimi zaman öfke duyup kimi zaman sevgi gösterdiğimiz olmuştur. Sanırım bu da oyuncularımızın gerçek karakterlerinin bize kattıkları o sıcak duygudan olsa gerek ki kötü olana gerçek anlamda kızamadık bir türlü… 1. Bölümden tut da 32. Bölüme kadar canını dişine takıp emek sarf eden, sergiledikleri oyunculukla karakteri içimize sokan bütün oyuncularımıza ayrı teşekkür ediyorum.
- Siyah Beyaz Aşkı seyretmemde ki en büyük etkendir, İbrahim Çelikkol ve ardından Birce Akalay… En olmadık bölümlerde sergiledikleri oyunculukla bizi bizden aldıkları için teşekkür ederim. Aslı’nın döktüğü her gözyaşını yüreğimde hissettiğim için; Ferhat’ın bütün çaresizliklerini, yarım kalmışlıklarını, içinde ağlayışlarını kalbimde hissettirdiği için teşekkür ederim… Bana göre İbrahim Çelikkol sırtlandığı Ferhat Aslan karakteri ile efsane bir oyunculuk sergiledi. Onu bu karakterle bıkmadan usanmadan saatlerce seyrederim, diyebilirim… Yeni projesini sabırsızlıkla bekliyor olacağım. Ve iki değerli oyuncumuzu da her zaman destekliyor olacağım. Her şeye rağmen Aslı ve Ferhat aşkını tüm tutkusuyla bize yaşattıkları için ikisine de ayrı ayrı binlerce teşekkür ederim… Yoları başarı dolu olsun…
Geçmişime dönüp baktığımda televizyon dünyası ile akraba çıkabilirim diyebilirim size. Hiç üşenmez, her akşama bir dizi yerleştirip muhakkak seyrederdim. Tabiri caizse ‘’Seyretmek olsun’’ sadece. Ancak, zaman o kadar değişti ki sadece dizi olsun diye yapılan projelerle dolup taşmaya başladı kanallar. Anlamsız, trajikomik konular, birbirini takip eden klişeler; üstelik hiç duygu olmadan… Zamanla ister istemez içlerinden seçip ayırmaya başlar oldum; çiftlerdeki uyumu, tutkuyu seçip ‘’Tamam, bunu seyredebilirim.’’ demeye başladım. Siyah Beyaz Aşkta benim için öyle bir proje. Aklımın bile ucundan hiç geçirmediğim İbrahim Çelikkol & Birce Akalay ikilisini ilk tanıtımda gördüğümde, ‘’Yok artık! Bunlar enfes olmuş.’’ derken buldum kendimi. Ve sonra bir baktım ki beni alıp konunun en merkezine; aşkın, tutkunun göbeğine çekmiş… Benim, elimde büyüttüğüm çocuğum olmuş… Siyah Beyaz Aşk, bana kattığı dostluklar bir tarafa, muhteşem bir okuyucu kitlesi bıraktı… İlk yazma deneyimim… 12. bölümde kaleme aldığım bu hikâyede hiç bıkmadan bölüm yorumumu bekleyen ve her yorumuma hiç üşenmeden cevap yazan siz sevgili okurlarıma ayrı ve yazılarıma bloğunda yer vermekle kalmayıp bloğu bana emanet eden Sevgili Sinem Özcan’a ayrı teşekkür ederim. Dilerim başka hikâyelerde, başka masalımsı aşklarda aynı kalemde tekrar buluşuruz…
Sevgiyle kalın…