Yazar: Sinem ÖZCAN
İnsan hayatta en değer verdiği şeyle sınanır, derler. Leke’de nezarethanede derdini anlatamamanın acısıyla çaresiz otururken gördüğüm Yasemin, zihnimde bu cümleyi uyandırdı. Yaşadığı onca acı ve sıkıntıya rağmen onuru için yaşayan bir kadın Yasemin ve kader onu tam da buradan sınava aldı.
Aynı yolu birlikte yürüdükleri Şirin, bir yokuşa geldiklerinde kestirmeyi seçmiş üstelik bunu da söyleme gereği duymamış. Şirin’e “Niye kolayı seçtin, Yasemin gibi olsana!” demek boş. Kendi dünyasında ne olup bitiyor bilemiyoruz ama onun “onur” gibi bir kaygısı da yok. Görünen o ki hayatın ona vermediklerini bir şekilde ondan almak derdinde. Herkes kendi seçimini yaşar. O da seçtiği yan yolun bedelini belki de hayattaki tek gerçek dostunu kaybetmekle ödeyecek.
Genel duruma bakınca Yasemin’in kendi aklaması hiç kolay olmayacaktı, Birkan olmasaydı. Ablasının pisliğini örtme çabasının yanında, Yasemin’den etkilenmesinin de katkısıyla hesabı görülmeden kapatıp Yasemin’e özgürlüğünü geri verdi. Akıllı bir kadın Yasemin ve durumun garipliğini fark edip “Niye?” diye sordu. Sordu sormasına da aldığı cevabı pek irdelemedi. Hoş, irdelese ne olacak? Birkan’ın söyledikleri ona inandırıcı gelmediği için “Atın beni nezarete ben derdimi mahkemede anlatırım.” mı diyecek? Üzerindeki kilidi açıp “Git!” diyen biri var, öyle ya da böyle. Üstelik de “Sana inandım. “diyerek onu bırakıyor. “Yok, senin başka hesapların vardır şimdi, ben gitmeyeyim “ diyecek hâli de yok. Arkasında çantasının dışında bir iz bırakmadan çıktı emniyetten ve Şirin’le hesaplaştıktan sonra da yaşanmamış saydı, başına gelenleri.
Yasemin her ne kadar olanları yaşanmamış kabul etmeyi yeğlediyse de bu çok mümkün görünmüyor. Birkan, ablasının yanında çalışırken gördüğü Yasemin’i karşısında kendisine muhtaç bulunca ona hissettiği ilgiyi çabucak “takıntı”ya çeviriverdi. Arabada Yasemin’in saçını kokladığı an, işin renginin değişeceği de belli olmuştu. Ardından Yasemin’in parfümünü koklayıp durduğunu fark ettiğimde “Hah! Nur topu gibi bir psikopatımız doğuyor.” dedim. İşin şakası bir yana, Birkan takıntıdan, takipçiliğe hızla geçiş yaptı ve bu iyiye alamet değil. Bunun bir adım ötesi Yasemin’den hiçbir işaret almadığı hâlde aralarında bir ilişki varmış gibi düşünmeye başlamasıdır ki işte o noktada büyük tehlike geliyor, demektir. Nitekim evinden çıkan Yasemin’i görüp de “Kızım bu hâl!” diye söylendiğinde düşündüğüm aşamanın hızla gelmekte olduğunu fark ettim ki bu da Birkan’ın giderek büyüyen bir tehlike olacağının somut işareti.
Yasemin’le ilgili bütün evrakı ortadan kaldırdığında buna bir kılıf hazırlamıştır diye umdum çünkü emniyette onları denetlediğine inandığı bir amir varken gözaltındaki bir şahsı, onunla ilgili her şeyi yok edip de serbest bırakmak çok da akıl işi değil. Nitekim, üstleri tarafından sorgulanmaya başladı bile. Birkan ya önünü ardını düşünmeden hareket edecek kadar pervasız ya da bütün o kocaman kocaman laflarına rağmen kafası pek çalışmıyor. Bu olaydan nasıl sıyrılacağını görüp kararımı ona göre vereceğim ama görünen o ki Birkan’la sınanmamız asıl bundan sonra olacak.
Sınanmak demişken Cem’in en büyük sınavını atlamak olmaz: Arda. Başı dara düşünce abisini çağırdığı hâlde ilk fırsatta eski, nobran adama dönüverdi. Abisini, annesiyle vurma derdinde ve bunda da çok başarılı oluyor. Hayat boyu başarılı bir abla ya da abinin gerisinde kalan gençlerde sıklıkla görülen bir tavrı var onun: “Ben sen değilim. Ben kendi başıma bir bireyim!” iddiası. Doğru da… Herkes etrafındakilerden bağımsız kendine özgü bir yapı ama o zaman Yasemin gibi, kendi ayaklarının üzerinde durmayı bilecek ki söylediği inandırıcı olsun. Hayatının büyük bölümünü abinin maddi, manevi gölgesinde geçirmiş; şimdi kendine yeni bir koruyucu bulmuş şımarık bir genç adam Arda. Anne eksikliğine inansam da onun geçmişte yaşananı abisi kadar hatırlamadığını ve annesini daha kolay affedebileceğini düşünsem de abisini reddedip anneye gidişinin altında, aslında bir tür “intikam” duygusu yattığını seziyorum. Başarısıyla yarışamadığı abisinin canını acıtma arzusu onunki. Belkıs’ın gerçekten bir gizli hesabı var mı, yoksa derdi sadece evlatlarını yanına almak mı onu şimdilik bilemiyoruz. Görünen o ki kolay hedeften yani Arda’dan işe başlamış ve Cem’e doğru ilerleme niyetinde. Adam yerine konmadığı için bütün dünyaya kızgın 24 yaşındaki bir genci en zayıf yerinden yakaladı ve “Sana her şeyimi emanet edecek kadar güveniyorum!” dedi. Bu noktada Arda’dan Cem’in kuşkuculuğunu beklemek, anlamsız. O, abisinden “iyi” olduğunu gösterme fırsatını asla tepmez.
Aslına bakarsanız Cem, Arda’ya tavrını değiştirmediği sürece ondan da annesinden de daha çok gol yiyecek. Bütün derdi abisinin ilgisini çekmek ve onu kızdırmak Arda’nın ve Cem her seferinde bu açığını gösteriyor ona ve Arda amacına ulaşıyor. Aslında oralı olmasa, zor da olsa kendini frenleyip bağırıp çağırmadan ilgisiz kalmayı başarabilse Arda’nın aralarına ördüğü duvar aşılmaz olmaktan çıkacak ama yapamıyor. Arda onun zaaflarından biri çünkü. İnsanlar zaaflarına karşı mantıklı olmayı becermiyorlar.
Cem’in ikinci zaafı da annesinin çocukken onda yarattığı hasardan dolayı kadınlara güvensizliği ve aşkla ilişkisini koparmış olması. Bu aslında bir zaaf da değil daha çok bir travma kalıntısı. Annesinin yaptıklarından dolayı kadınların hepsini genelleştiriyor ve kendinden uzak tutmak için aşırı çaba sarf ediyor. Bütün genellemeler hatalıdır hele hele insanı içeren hiçbir durumda genellemeye yer yoktur. O da şimdi bu hatasıyla yüzleşmek üzere. Bütün kadınları annesi gibi “onursuz” olarak damgalayınca klişesine uymayan bir kadınla karşılaştığında ezberi bozuldu. Yasemin onun kafasındaki adımlara göre hareket etmiyor, Cem’i avlamak üzere plan program yapmıyor hepsinden önemlisi kendi dünyasında yaşıyor. Aslında o dünyada kardeşinden başka kimseye yer yok şu anda ama Cem, bir biçimde ilgisini çeken bu kadının hayatına kendi isteğiyle adım adım girmeye başladı. Hatta Yasemin ona duvarlar ördükçe Murat’ı kullanıp kapıyı araladı. Şu an, o Yasemin’i merak ediyor ve anlamaya çalışıyor. Eğer ezberine uygun bir detay yakalayabilirse mutlu olacak ve onu da damgalayıp geçecek ama Yasemin’in hayatına girdikçe annesine ya da diğer kadınlara benzemeyen yönlerini fark etmeye başlıyor ve elinde olmadan ona doğru çekiliyor. Bir noktadan sonra Murat’ı da devre dışı bırakıp Yasemin’le baş başa buluşmak istemesi de bundan ama içindeki korku o denli büyük ki yere düşen bir ruj onu alıp çocukluğuna götürüveriyor ve içindeki korkak Cem’in bir defa daha galip gelmesini sağlıyor. Yasemin, onun tavrını “tutarsız” olarak niteleyecektir, haklı olarak ve bu da kapıları yeniden kapamasına hatta kilitlemesine yol açabilir.
Öykünün geneline baktığımda her şeye rağmen Yasemin ve Cem’in bir araya gelmesine “imkânsız” dedirtebilecek bir çatışma görünmüyor. Aralarında Yasemin’in koşulları ve Cem’in travması dışında aşılamayacak bir engel yok. Aslında bu Ayfer Tunç senaryolarının karakteristik özelliğidir. “Eee, ne var ki halledilebilir, bunlar.” dediğiniz anda çatışmayı öyle bir düğümler ki çöz çözebilirsen. Öyküyü yavaş yavaş açarken bir yandan da girifleştirir. Yan çatışmalar gelip odakta toplanır ve siz koltuğunuzda dikleşmiş, “Ne olacak şimdi?” diye olup biteni sorgularken bulursunuz kendinizi. Bu hafta Birkan’ı hafifçe açarak onun yaratacağı sorunlara dair ipucunu verdi. Öte yandan Cem’in annesinin bir planı olduğunu sezdik ve şirkette de Cem’in altını oymaya çalışanlar var, görüyoruz. Bütün bunlar, gelip Yasemin ve Cem ilişkisinin ortasında düğümlenecek, çok büyük ihtimalle yenileri de eklenecek. Hikâyenin açılmaya çok müsait bir yapısı var, bekleyip göreceğiz.
İlk bölüme oranla çok daha iyi akan, bir ikinci bölüm izledik. Bazı sahne geçişlerinin çok seri oluşu takibi zorlaştırsa da temposu aksamadan ilerledi. Ben final sahnesinin kurgusunu da çok sevdim. Metin Balekoğlu, flashbackleri çok ustaca kullanmasıyla bildiğim bir yönetmen. Hatta bence onun imzalarından biri bu. Finalde de enfes bir geçişle çok başarılı bir flashback sundu. Duygusu da çekimi de kurgusu da şahane bir sahneydi. Emeklere sağlık.
Melis Sezen’i ilk kez izlediğimi ve çok beğendiğimi söylemiştim geçen hafta. Bu hafta kanım çok daha güçlendi. İyi taşıyor Yasemin’i ve çok da iyi anlatıyor. Şirin’le yüzleştiği sahnede de Serpil’le konuştuğu sahnede de çok ama çok beğendim. Burak Sevinç, çok yeni çıkarmıştı bir başka karakteri üstünden ve ilk bölümde kendi adıma ben, biraz onu Cem’de yadırgamıştım ama bu hafta o yabancılama hissim kayboldu ve benim için şimdi artık “Cem” oldu. Cem Yenilmez’e yakıştı Burak Sevinç. Karakterin derinliği belirginleştikçe ve sivri köşeleri iyice ortaya çıktıkça asıl gücünü gösterecek bana kalırsa. Onun Cem’i doğru anladığı fark ediliyor ve özellikle bu bölüm, ağırlığını sezdirmeye başladı.
Geçen hafta, Ekber’i biraz havada kalmış bulduğumu söylemiştim. Bu kanım sürüyor. Öyküye monte edemedim ben onu, hâlâ. Cem’in babasının şoförü olduğunu öğrendik ama şu an Cem’in dert ortağı olmak dışında öyküye bir katkısını bulamadım. Eğer çatışmaya bir noktadan dahil olmazsa iki boyutlu bir karakter olarak kalacak gibi görünüyor. Birkaç bölüm daha beklemek lazım, sanırım.
Yazan, yöneten, canlandıran ve set gerisinde büyük yük omuzlayan herkesin eline, emeğine sağlık.