Yazar: Sinem ÖZCAN
Leke, bu sezon merakla beklediğim işlerden biriydi. Ayfer Tunç, romancı olarak da senarist olarak da kalemine hayran olduğum isimlerden biri. Metin Balekoğlu rejisini de hep beğenerek izledim. İkisinin varlığı Leke’yi izlenecekler listeme aldırmaya yetmişti.
Bir kadın öyküsü, Leke. Zor bir hayatı, onurlu ve kendi ayaklarının üstünde durarak yaşamaya çalışan Yasemin’in öyküsü. Yetiştirme yurdunda geçen bir çocukluk, işitme engelli ve yine yetiştirme yurdunda kalan bir kardeş, ekonomik güçlükler ve bunlarla dürüstçe savaşmaya çalışan bir kadın, o. Kardeşinin velayetini alıp onu ameliyat ettirecek ve emeğiyle çalışıp kardeşiyle mutlu yaşayacak. İlk andan izleyiciye empatik gelen bir karakter Yasemin. Başta bana fazlaca idealize gelmişti. Hatta bir eksik, bir hata ya da bir olumsuz zaaf aradı gözlerim ve bölüm sonunda aradığımı bulmanın sevincini yaşadım.
Öykünün diğer kahramanı Cem. Anne travması olan, bu nedenlerle sosyal ilişkilerinde ve özellikle kadınlara tavrında sorun yaşayan bir adam. Onun zayıf noktası da kardeşi. Önyargılı bir adam Cem ve önyargılarını kendine kalkan yaparak yaşıyor hayatı. Duygu dünyasının boşluğunu başarı hırsıyla doldurmaya çalışıyor ve bunu hayatının odağına koymuş görünüyor.
İkilinin yolları Cem’in önyargıları nedeniyle çok tatsız bir noktada kesişti. Yasemin, kadın olarak yaşamanın zorluğuyla bir kez daha yüz yüze geldi üstelik onurunu korumaya çalıştığı için Cem tarafından aşağılandı. Kırıldı, canı yandı ve çok öfkelendi ama hayatı bu kırgınlığa takılıp kalamayacak kadar karmaşık ve sıkıntılıydı. Yaşadıklarını zihninin gerisine itip kardeşi için para bulma mücadelesine daldı. Cem, ilk kez önyargıları karşısında mahcubiyeti hissetti ama onun da bu duyguya kendini kaptırma şansı yoktu çünkü o da kardeşiyle sınanıyordu. Özetle, Yasemin ve Cem’in hayatı şimdilik birbirine teğet geçti.
Yasemin, kardeşinin ameliyatı için gereken parayı öyle ya da böyle bulduğu anda “talih” ona sevimsiz yüzünü göstermeyi tercih etti ve onu asıl savaşması gerekenle yüz yüze bıraktı. Şimdi asıl gücünü koyacak ortaya. Talihsizliğin onu karşı karşıya bıraktığı kaderle savaşması gerekecek. Her kadın güçlüdür ama o gücü gün yüzüne çıkaran, yaşanan dramlardır. Biz Yasemin’in dramını ve onun bununla nasıl başa çıktığını izleyeceğiz.
Öte yandan Cem, önyargılarıyla sınanacak ve itinayla söküp attığını düşündüğü duyguların ona başkaldırısını göreceğiz. O, kendi evrimini yaşarken bir yandan da Yasemin’in kaderine ortak olacak. Daha önce teğet geçen hayatları bu kez kesişecek ve her ikisini de zorlu sınavlara sokacak.
Ayfer Tunç, çatışma kurmakta çok ustadır ve bu defa da ana problemi ilk bölümden izleyicinin önüne çok net koyuverdi. Bir yanlışlığın kurbanı olan Yasemin, adli siciline işlenen “leke”yle kardeşinin velayetini nasıl alacak, onu sağlığına nasıl kavuşturacak üstelik bütün bunları yaparken onun tökezlemesini bekleyen akbabalardan kendini nasıl koruyacak? Yetişkin hayatı kadınları yaftalamakla geçen Cem de ilk kez onun ezberini bozacak kadınla karşılaştı, şimdi ezberini bozmaya yanaşacak mı yoksa Yasemin’i de diğerleri gibi etiketlemeye mi çabalayacak?
Metin Balekoğlu, kurduğu dünyaya beni inandırmayı başardı, bir kez daha. Net bir anlatımla oyunlara sapmadan derdini doğru dürüst anlattı, Leke ilk bölümde. Bölümün ilk yarısı biraz daha yavaş seyretti ama finale doğru güzel bir ivmeyle gereken tempoyu yakaladı. Tertemiz görüntüler ve doğru renklendirmeyle de açılışı iyi yaptı bana göre. Özellikle karakol sahnesinde Cem ve Yasemin’in birbirlerine teğet geçişlerini çok sevdim. Benim için bir anlamda ilk bölümün hoş bir metaforla özetlenmesi oldu.
İlk bölüm, ana kahramanlara odaklanmış, diğerlerini ana hatlarıyla verip geçmişti ki bunu da çok doğru buldum. Kim öykünün neresinde duruyor ve dinamiği ne onu öğrendik ama detaylara boğulmadık. Bu da Yasemin’le Cem’in farklılıklarını ve benzerliklerini fark edebilmemiz için bize zaman kazandırdı. Öyküdeki karakterlerin neredeyse tamamı ana aksa sağlam bağlanmış görünüyordu. Henüz hiç fikir sahibi olmadığımız için ben sadece Ekber’i konumlandırmakta zorluk çektim. İlerleyen bölümler ne getirir bilemem elbette ama şu an için Ekber, bende biraz zorlama bir yama duygusu uyandırdı ve bir tek o, beni ikna edemedi.
Cast seçimini de genel anlamda başarılı buldum. Gözümü tırmalayan, olmamışlık hissi veren kimse yoktu. Melis Sezen’i ilk kez izliyorum ve cast belli olduğunda bir “Acaba?” duygusu yaşamadım değil ama ilk bölümün bitiminde beni en çok etkileyen isim, o oldu. Yasemin’i iyi anlamış çok da doğru anlattı ve ben ona da dertlerine de dünyaya bakışına da ikna oldum. Melis Sezen’i çok yakıştırdım ekrana ve Yasemin’e, baştan sona da keyifle izledim.
Burak Sevinç, bir önceki dizisinden aşina olduğum bir isim. Söz’de çok severek izlemiştim onu. Burada da benzeri bir kapalı karakteri canlandırıyor. Bunu bir avantaja çevirmiş. Bölümler ilerledikçe Cem’i çok daha iyi oturtacağını düşünüyorum. Selen Uçer, Tuğçe Açıkgöz ve Selahattin Paşalı’yı da çok beğendim. Özellikle Selahattin Paşalı, çok yakışmış Arda’ya. Öykü ilerledikçe daha da kilit bir karakter hâline geleceğinin sinyallerini de verdi. Bu arada Kerim Tuna Kaba’ya kelimenin tam anlamıyla bayıldım. Hele, ablasıyla doktorun konuşmasını izleyen Murat’ın titreyen çenesinde kalbimi bıraktım. Çok özel bir çocuğu, yaşının ötesinde bir beceriyle anlamış ve canlandırmış.
Müzikleri de “Ben Tabii Ki” dışında çok sevdim ama itiraf ediyorum, “iki kardeşin şarkısı” olacak kadar özel bir müziğin daha farklı bir melodi olmasını gönlüm çok isterdi.
Bölüm, ufak tefek çapakları olsa da rahat aktı ve meselesini ortaya iyi koydu. İyi bir “ilk bölüm” tasarlanmış, bana göre. Finalde karakol sahnesini bölünmeden izlemeyi yeğlerdim ama zanlı fotoğrafları çekilirken bıraktığımız Yasemin ben de “Şimdi neler olacak?” duygusu uyandırmayı başardı. Kalemi tutan elin tarzına aşina olduğum için de öykünün çok sağlam yollardan geçip doğru dürüst açılacağına da güveniyorum. Kendi adıma ben Leke’nin daimî izleyicisi olurum. Ekran ömrü uzun, şansı bol olsun.
Yazan, yöneten, canlandıran ve set arkasında büyük yük omuzlayan herkesin eline, emeğine sağlık.