Site icon Dizifilm BiZ

Kuzgun 1. bölüm

                                                                         Yazar: Sinem ÖZCAN

Ay Yapım’ın bu sezon için iddialı projelerinden biriydi Kuzgun. Ekran başına geçerken, sürekli izleyicisi olup olmama kararım tamamen ilk bölümün performansına bağlıydı. Açıkçası bu sezon için dram kotamı doldurdum ve bende büyük merak uyandırması gerek yeni bir işin, listeme girebilmesi için.

Bir intikam hikâyesi Kuzgun. Hayatı elinden alınmış bir adamın, o hayatı kendisi ve babası için geri alma savaşı. Burcu Görgün Toptaş, kalemine aşina olduğum bir senarist ve Kara Sevda’da hikâyeyi açışını zevkle izlemiştim. Kuzgun’un genel hikâyesi de her zaman, her yerde iş yapacak bir duyguyu ele alıyor.

Babasına kurulan tuzağa, henüz sekiz yaşındayken düşüyor Kuzgun. Üstelik, onun başına gelenlerde çocuk dünyasının çok önemli iki isminin de payı çok büyük: Annesi ve Dila. Kuzgun’un küçük dünyasından baktığınızda her ikisi de affedilemez hata işledi. Annesi ondan vazgeçti; Dila, babasına atılan iftirada rol oynadı. (Dila’nın rolünü Kuzgun tam olarak biliyor mu emin olamadım ama onu suçladığı kesin.) Yaşadığı bütün acıların sorumlusu olanları, vücuduna dağlayan Kuzgun, Dila’nın adını tam yüreğinin üzerine kazımış. En büyük ihaneti ondan gördüğüne inandığından olsa gerek.

Kuzgun’un çocuk duygusallığından bakınca içinde büyüttüğü kini anlamak kolay ama her olayın iki cephesi var, elbet. Şeref’e de Rıfat’a da söyleyecek sözüm yok ama annesi ve Dila için bizim durduğumuz yerden başka bir tablo var. Sekiz yaşında bir minik kız, Dila. Annesi ölmek üzere ve babasının “Bana yardım edersen anneni kurtarırız.” dediği bir çocuk. Üstelik de babası eve sağ salim dönsün, annesi ölmesin diye totemler yapan ufacık bir kız… Bu çocuk, elbette, babasının onun eline verdiği paketi sorgusuz sualsiz götürüp Kuzgun’un evine saklar. Bu da bir tür totemdir onun için ve annesini kurtaracaktır. Ne uyuşturucu bilir ne sırttan vurma ne de tuzak. Tek derdi annesinin yaşamasıdır. Yıllar içinde bunun acısını çekmiş, içi yanmış, hata olduğunu fark etmiş de olsa sekiz yaşındaki Dila, masumdur; Kuzgun’a rağmen.

Öte yandan annesine son sözü “Neden?” olan Kuzgun, aradan geçen yirmi yıl boyunca muhtemelen annesi aklına her geldiğinde aynı soruyu sordu: “Neden, benden vazgeçtin?” Orada durum Dila’da olduğu kadar net değil. Baştan ayağa gri her şey… Üç evladını birden kaybetmek üzere olan, paniklemiş ve çok korkmuş bir kadın, Meryem. Anlık karar alması gerekiyor. Üç çocuğunu da kurtarmak için kendini öne atıyor ama karşısındakilerin niyeti onu öldürmek filan değil, istediklerini ele geçirmek. Bunu fark ettiği anda da bir seçim yapıyor. Nedenini, nasılını çok da düşünmeden belki en büyük olduğu için, belki onun kendini koruyacağına inanmak istediği için, belki o an ağzına gelen ilk isim olduğu için ama bir şekilde vazgeçiyor oğlundan. “Annem bizden vazgeçmez!” diyen Kuzgun, acı gerçekle bir anda yüz yüze kalıyor. Annesi, ondan vazgeçiyor! Meryem’in gerekçeleri ne kadar haklı olursa olsun Kuzgun’u yürekten anladım ben. Annesini artık bağışlaması çok güç onun ama öte yandan Meryem baştan ayağa haksız mı? Ona da hayır! İki ucu keskin bıçak onun durumu. Yirmi yıl boyunca sokakta duyduğu her ayak sesini oğlu dönüyor heyecanıyla yaşamış, vicdan azabı hiç dinmemiş, talihsiz bir kadın o. Ona en ağır darbeyi hayat indirmiş. Acısını sonuna dek anladım ama maalesef ki her seçim bir vazgeçiştir. Meryem’in oğlunun gözünde aklanması Dila’ya göre çok daha güç.

Dizinin katışıksız kötüsü Şeref ve babasına tuzak kurup yaşananların ana sebebi olan Rıfat için Kuzgun’un intikam hissine tamamen hak veriyorum. Zaten Kuzgun’u kini ve sevgisi arasında getirip götürecek olan da onlar değil. Onlar cezalandırılması gerekenler… Elbette, bunun da bir bedeli olacak ve Kuzgun bu bedeli nasıl ödeyecek zamanla göreceğiz.

Ben, Kuzgun’un hikâyesine de yaşadıklarına da duygularına da inandım. Üstelik bölümün başındaki bar sahnesinde de beni bir fethetti. Senaryonun en akılcı bulduğum kısmı, ana çatışma odaklı bir giriş hazırlanmış. “Aman herkesi bi’ tanıtalım da bu da nereden çıktı, olmasın.” mantığından uzak durulmuş. Geçmiş – bugün dengesi de iyi kurulmuş. Öykünün bazı noktaları bilerek flu bırakılmış mesela Dila’nın bugünlere nasıl geldiği gibi, Yusuf – terzi ilişkisi gibi, Rıfat’ın ailesindeki detaylar gibi, Kuzgun’un gidişinden sonra ailenin durumu gibi… Bunu da çok akıllıca buldum çünkü geçmişle bugün bağlantısını sıkı yapmak gerekiyordu ve araya yan hikâyelerin girmesi kurguyu dağıtacaktı. Bölüm boyunca kafamda dönüp duran sorular oldu, Kuzgun’un olayları ne kadar ve nasıl bildiğiyle ilgili, bütün bunlara cevap da finalde çok derli toplu geldi. Açıkçası bölüm finalini girişten çok daha fazla beğendim. İzleyiciye “Hah, şimdi başlıyor asıl!” dedirtecek bir hava yaratılmış.

Öyküyü çok başarılı buldum ama reji için aynı şeyi söylemem zor. Özellikle bölümün ritminde düzensizlik vardı. Zaman zaman izleyeni diziden koparacak kadar ağırlaştı. Kurulan dünyayı da özellikle geçmişle ilgili bölümlerde çok sevmedim. Hiç değilse ana çizgileriyle yirmi yıl öncenin atmosferi vurgulanmış olsaydı, isabetli olacaktı. Tamam görüntüler hoş, tamam renkler düzgün ama kurgu, ses ve müzik için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Yakın plan çekimlerde de biraz daha özen aradı gözlerim. Umarım ikinci bölümde çok daha derlenmiş toparlanmış bir reji karşımıza çıkar.

Barış Arduç’u Kuzgun’da çok beğendim. Karaktere ikna olmam, biraz da onun oyunculuğu sayesinde oldu. Hafızalara kazınmış Ömer İplikçi karakteri bir anlamda onun için handikaptı ama gördüğüm Ömer İplikçi’nin altında hiç ezilmemiş ve karakteri çok başarılı çıkarmış. Kuzgun üzerinde çok düşünüp çok çalıştığı ilk bakışta belli oluyor. Öykü açıldıkça karakteri yerine çok daha iyi oturtacak, anlaşılan. Bir başka çok beğendiğim isim de Hatice Aslan oldu. Oldum olası severim oyunculuğunu zaten ve burada da Meryem’e çok hoş bir nahiflik katmış. Henüz can alıcı sahneleri gelmedi ama Meryem’de neler yapabileceğinin işaretlerini de verdi. Onu izlemek de zevkli olacak. İlk bölümden castta gözümü tırmalayan isimler var ama zamanla yerlerine oturup oturmayacaklarını görmek için beklemek gerek.

Öyküyü genel anlamda sevmeme rağmen, gelecek bölümler için çok büyük bir merak da uyanmadı bende ama sadece Barış Arduç’un Kuzgun’u nasıl açacağını görmek için bile gününde olmasa da bakarım diziye diye düşünüyorum. Dizinin sıcak bir havası var ve özellikle Kuzgun izleyiciye empatik gelecektir diye düşünüyorum. Ben sürekli izleyicisi olamasam da tutmasını istediğim işlerden biri olmuş. Umarım ekran ömrü uzun ve şansı çok bol olur.

Yazan, yöneten, canlandıran ve set gerisinde büyük yük omuzlayan herkesin eline, emeğine sağlık.

 

Exit mobile version