Yazar: Şeyma BULUT
Kuzgun’da bu hafta kartlar yeniden dağıtıldı ve kumarbazlar ellerini yeniden kardılar. Kuzgun çok tehlikeli bir oyuna girdi ve bu oyunla da hayattaki tek değer verdiği insanı kaybetti. Geçtiğimiz hafta Kuzgun’un Kesik sayesinde manevi olarak hayata tutunduğundan bahsetmiştim. Bu hafta da gösterdiği tavırlarla artık kaybedecek bir şeyi olmayan bir adam olarak tek başına kaldı. Kuzgun hayatı boyunca yalnızlıkla mücadele etmek zorunda kalan bir çocuktu. Bu yalnızlığında ona yoldaş olan bir tek Kesik vardı. Kesik ve Kuzgun arasındaki kardeşlik bağları oldukça güçlüydü ve Kuzgun’un Kesik’i kaybetmesi ona duygusal anlamda deprem yaşattı. Güçlü olmak isteyen bir adam, gücünü alacağı sevdikleriyle sınandığında, hayatta tutunduğu son dalı da elinden alındığında oynadığı oyun kanlı bir pokere döner ve Kuzgun için de bu böyle olacaktır. Şeref Dağıstanlı, Kuzgun ve Rıfat’tan aynı anda kurtulmak için tipik bir kumarbaz gibi davrandı. Kazanmaya olan hırsına yenik düşerek Rıfat ve Kuzgun’a Kesik hamlesini yaptı. Ancak bilmediği şey ise Kuzgun’un hayatı bu acıları yaşayarak geçerken, acıya karşı olan bağımlılığıydı. Şeref’in oynadığı tehlikeli oyun karşısında oyunu son anda kendi lehine çeviren Kuzgun, Şeref’i oyun dışına itti. Kumarbazlar çok iyi bilir; kumarı, sadece oynatan kazanır ancak çok iyi bir el gelirse bir tek defa kazanabilirsiniz. O el, Şeref’in önüne gelmişti ancak açgözlülüğü onu ölüme götürdü. Şimdiyse Rıfat ve Kuzgun’un karşısında hiç tahmin etmedikleri yeni bir oyuncu var: Bora Dağıstanlı. Şeref’in ölmesiyle saflar yeniden değişecek ve Kuzgun hiç istemese de Bora’nın karşısında Rıfat ile işbirliği içerisinde olacaktır. Böylelikle oynadıkları oyunda yeni bir döneme giren Kuzgun, oynattığı kumarda yeniden kazanabilmek adına tüm değerlerini hiçe sayacak. Zira bu oyuna Rıfat için giren Kuzgun, istediği gücü elde edene kadar ölümüne nefret ettiği adamla bıçak sırtında bir hayat yaşamak zorunda kalacak.
Kuzgun, Rıfat’ı yok etmek için çıktığı bu yolda çocukluğunda tutunduğu anılarla intikamı arasında sıkışmaya başladı. Dila ona geçmişte nasıl bir kalbi olduğunu hatırlattıkça Kuzgun da çıktığı bu ölüm kalım yolculuğunda arada kalıyor. Aslında aralarındaki durum haftalar geçtikçe gerçeklik algısından uzaklaşıyor. Sekiz yaşındaki bir çocuk nasıl oldu da şah damarının yerini bilip bir de ona âşık olduğu kızın ismini verecek kadar sevgi yoğunluğu taşıdı anlayamadım. Daha doğrusu, çocukluk anılarında sığındığı mutlu bir anı olarak bu duygu anlatılmak isteniyor ancak bu o kadar derin cümlelerle çiziliyor ki sanki çok büyük bir aşk yaşayarak ayrılan bir çiftin yıllar sonra tekrar bir araya gelmesi gibi bir mesele çıkıyor ortaya. Çocukluk yıllarındaki masum sevgi işlenecekse de o yaşlara uygun cümlelerle işlenebilir. “Çocukluğumda sana âşık olduğumu sanıyordum ancak yıllar geçtiğinde bu masum bir sevgiden başka bir şey değilmiş.” minvalinde cümleler daha gerçekçi olacaktır ya da çocuklar sekiz yaşında olmayacaktı bu kadar basit. Yaşlar çok küçük olunca tabii inandırıcılık da azalıyor. Kuzgun ve Dila bir aşk yaşayacaksa şimdi yaşayacaklar, çocukluk dönemleri bir aşk yaşamaları için yeterli değil. Buradaki ince çizginin korunması gerektiğini düşünüyorum. Dila’nın çocukluk arkadaşını korumak istemesi oldukça normalken onun sapık takipçi gibi peşinde olması, takip de edemeyince onu kendisinin şoförü yapması pek de normal değildi. Yine de Dila, bu hafta geçtiğimiz haftaya oranla daha mantıklı davrandı ancak “Beni, sana inandır!” demesi saçmaydı. Zira onlara inanması gereken kişi Kuzgun. Geçmişi çalınan bir adamın kimseyi, kendisine inandırmak gibi bir niyeti olduğunu sanmıyorum. Dila, belki kalbinde taşıdığı iyilik kırıntısıyla hem çocukluğundaki en sevdiği arkadaşını hem de ailesini korumak istiyor. Yıllar önce kaybettiği arkadaşının tüm duygularını gömmüş olduğunu, ne yazık ki, son ana kadar anlamadı. Kuzgun ve Dila arasındaki ilişkinin bu hafta ilk adımının atıldığını düşünüyorum ve umarım artık şu çocukluk aşkı muhabbeti kapanır. Kuzgun’la Dila arasında geçen konuşmadan da bu mantık çıkıyor aslında. Kuzgun Dila’ya yeni tanışan iki insan olduklarını, onun tanıdığı çocuğun artık karşısında olmadığını net bir şekilde ifade etti. İlişkilerinin nasıl ilerleyeceği şu an için belirsiz ama bu ilişki, bir şekilde Kuzgun’un ilerlediği yolda önemli bir kaos yaratacaktır. Bir tarafta Dila’yla ailesi, diğer yanda geçmişinin intikamı arasındaki hayatı nasıl yaşayacağını fazlasıyla merak ediyorum. Umarım gerçeklikten uzaklaşmadan güzel bir serüven izleriz. Dila, şu anda hayatındaki herkesi ayakta tutmaya çalışıyor. Saf belirlemiyor . Kuzgun’un içinde bulunduğu durum ve bundan sonra yaşanacaklar, bir süre sonra Dila’yı saf tutmak zorunda bırakacaktır ve nerede duracak bunu zaman gösterecek. Dila hayatı boyunca ailesinin acı gerçeklerinden, geçmişindeki günahlarından kaçarak kendisine güvenli bir kabuk oluşturmuş. Bu kabuk Kuzgun’la yolu kesişene kadar da onu korurken Dila bundan böyle, kaçtığı tüm gerçeklerle bir bir yüzleşmek zorunda kalacak. Önce Kuzgun’un gidişi sonra annesinin ölümü Dila’da derin yaralar açmış. O da Kuzgun gibi çocukluktaki mutlu anılarına sığınarak hayatta kalmanın yolunu bulmuş. Kuzgun’u bulunca da bir yandan mutlu olurken diğer yandan da geçmişinin hayaletleri ile başa çıkmak zorunda kalacak. Onlar, masum anılarına sığınarak hayata tutunmuşlar. ama yirmi yıl sonra, şimdi, tüm anılarını tersine çevirecek o insanla yani birbirleriyle karşılaştıklarında bocalamaya başladılar. Ben, burada belli bir zaman sonra aşkın iyileştirici gücünün devreye gireceğini düşünüyorum. Aşk geldiğinde bu ikiliyi nereye savurur bilemeyiz ama yaralarını iyileştirecektir.
Kuzgun’un hikâyesinde diğer bir kilit isim, Terzi. Terzi, Kuzgun’un hayatında olan her şeyi bir şekilde önceden biliyor. Kuzgun’un babasının arkadaşı olması Kuzgun’da ona karşı bir güven oluştursa da Terzi’nin de Rıfat’la bir meselesi olduğunu düşünüyorum, ben. Terzi her şeyi herkesten önce biliyor. Kuzgun’a değişik hikâyeler anlatırken bir yandan da onu manipüle etmeyi de başarıyor. Terzi, her ne kadar şu anda iyilerin safında olsa da bana kalırsa bu serüvenin en karanlık ve derin karakteri. Onun da bir yerde Rıfat ya da Dağıstanlılarla bir geçmişi olduğunu düşünüyorum. Rıfat’ın Meryem’le konuşmasının bir noktada Terzi’ye bağlanacağını düşündüm. Terzi, bana kalırsa, bir şekilde bu insanlarla hesaplaşmadı.Şimdi kendisinin yapamadığını Kuzgun’la başarmaya çalışıyormuşçasına bir tavrı var. Bunun için de önce Kuzgun’un kimliğini açığa vurmasını istedi, Rıfat’ın dikkati buraya yoğunlaşınca da sıra Kuzgun’u işlemeye geldi. Kesik’in öleceğini dahi önceden tahmin edebilen bir insanın ya kâhin olması gerekir, ya da göründüğünden farklı bir adam olması. Kâhin olamayacağına göre ikinci ihtimal çok daha mantıklı. Terzi, her kimse Kuzgun’un düşmanları onun da düşmanları. Onu tam anlamıyla tanıdıkça biz izleyenler de bir yol ayrımına varacağız. Terzi, şu anda dizide beni çok fazla heyecanlandıran birkaç karakterden bir tanesi. Onun yolunu ve Kuzgun’la olan bağı güçlendikçe yapacaklarını çok merak ediyorum.
Kuzgun’da bu hafta aksiyonu oldukça yüksek bir bölüm izledik. Aksiyonun yanı sıra Kuzgun’un annesi ve kız kardeşi Kumru’yla sahneleri de yürekleri burktu. Kuzgun annesine duyduğu öfkeyle onu yaralamaya devam etse de annesinin ona gösterdiği sabırla iyi anılarını olduğu yerde tutmak için büyük savaş veriyor. Bu sahnelerde Barış Arduç ve Hatice Aslan devleşiyor. Karşımızda Kuzgun ve Meryem’i oynayan iki oyuncu değil de sanki gerçekten Kuzgun ve Meryem var hissine kapılıyorum. O kadar iyiler ki aralarında geçen sahneler kısacık da olsa tüylerimi diken diken etti. Meryem’in geçmişi ortaya çıktıkça da aslında oğlundan hemen vazgeçmediğini, hatta onun için neredeyse cinayet işleme noktasına geldiğini görüyoruz. Rıfat’ın tek sorunu Kuzgun’ken şu anda Meryem de karşısına dikildi. Kuzgun annesini kovsa da bana kalırsa bu savaşın içine ailesini sokmak istemediği için duvarlarını indirmiyor. O, bir zaaf gösterirse ailesi bir şekilde oyuna dahil olacak, bunu kesinlikle istemediğini, bu sebeple buz gibi bir görüntüyle onları ittiğini düşünüyorum.
Kuzgun’un annesine çok ihtiyacı var, öfkesi de ona engel oluyor ama bence en derindeki isteği, bu savaşta bir zamanlar değer verdiği kimsenin yer almaması ancak çok mücadele etse de Kuzgun buna engel olamayacak gibi.
Diğer yandan en fazla merak ettiğim ikinci buluşma da Kuzgun’un Kumru’yla yeniden karşılaşmasıydı. Onun ailesini bu savaşta istemediğini aslında tam olarak bu sahnede anladım. Başına gelenlerde en suçsuz olan kardeşleri ancak onlara da diğerleri gibi davranıyor. Kumru’ya olan tavırlarına bakınca Kuzgun’un derinlerinde onları koruma duygusu yattığını düşünüyorum -Kartal ve annesinin sarılışlarını izlerken yüzünde oluşan gülümseme buna en iyi örnek-. Kumru abisine en fazla benzeyen… Kendisine hâkim olamayarak abisinin evini karıştırdı ve tamirhaneyi yakanın o olduğunu öğrendi. Kumru ve Kuzgun’un bu olayla ilgili yüzleşmeleri de ikilinin ilişkisinin gidişatını belirleyecektir. Ahsen Eroğlu, Barış’la güzel bir uyum yakaladı. Duygu karmaşası çok iyi yansıtılmış bir sahneydi. Kumru ve Kuzgun’un birbirlerini tanıma hikâyeleri beni fazlasıyla içine çekti.
Barış Arduç, diğer rol arkadaşlarıyla bu kadar iyi olmasına rağmen maalesef halen yakalanması gereken asıl uyum yakalanmadı. Burcu Biricik’le olan sahneler hala pasifliğini koruyor. Sadece gece kulübündeki sahne dışında diğer sahneleri yine vasattı. Kendimi tekrara düşürüp yine aynı şeyleri söylemeyeceğim ama Burcu Biricik’in bir şekilde partnerine uyum sağlaması gerekiyor. Bu haftaki bölümde morgun önündeki sahnede Barış yaşadığı acıyı yüzündeki çizgilere kadar gösterirken maalesef aynı performansı Burcu Biricik’te göremedik. Burcu solo sahnelerde geçtiğimiz haftaya oranla daha iyiydi. Ancak çatıdaki sahneleri dışında Barış’la olan sahnelerinin tamamında beklediğimin altındaydı. Bu ikilinin aralarındaki bu sorunu bir an önce çözmeleri gerekiyor. Partnerler arasındaki uyumsuzluk ne yazık ki sahnelerine de yansıyor. Sahneler repliklerine bakıldığında çok etkileyici olmasına rağmen, görsele geçtiğimiz anda vasat kalıyor.
Bu haftaki bölümde Barış Arduç’a ayrı bir paragraf açmak istiyorum. Tüm bölüm boyunca oyunculuğuyla gerçek anlamda beni duygudan duyguya sürükledi. Hatta imkânım olsa ona sorardım, geçmiş hayatında Kuzgun Cebeci miydin diye. Kesik’in cansız bedenini bulduğu anlardaki tepkileri o kadar iyiydi ki gözyaşlarıma hkim olamadım. Arkadaşının ölü bedeniyle baş başa kaldığındaki çaresizliği, Kesik’in kız kardeşiyle konuşurken acısını ona yansıtmamaya çabalayıp onu çağırması ve o sırada Dila’ya olan bakışlarıyla oynadığı an tek kelimeyle kusursuzdu. Kuzgun Cebeci’yi öylesine veriyor ki izlerken karşımda Barış olduğunu bazen unutuveriyorum. Bölümler ilerledikçe çok daha iyi olacağının sinyallerini veren Barış Arduç bu performansıyla her rolün altından kalkabileceğini bence çok net gösterdi. Kuzgun ne zaman son bulur bilmiyorum ancak bundan sonra dram türünün aranan oyuncuları arasında olacağına şüphem yok.
Dizinin senaryosu, oyuncuları bu kadar iyiyken maalesef rejideki sorun hâlâ olduğu gibi duruyor. Geçtiğimiz iki haftaya oranla bir tık düzelme olsa da sahneler arası geçişlerdeki kopukluk gözlerimi kanattı. Bağlantıyı kurarken o kadar zorlandım ki bu yazıyı yazabilmek için bölümü bir daha izlemek zorunda kaldım. Dizideki Dila ve Kuzgun’un sahnelerini bir romanda okusak ağlamaktan kitabı bitiremeyiz ancak izlediğim sahnelerde bir türlü duyguya giremiyorum. En büyük sebebi de dizide Minnet Eylemem dışında sahnelere uygun bir müziğin olmaması. Kuzgun’un tüm yürek burkan sahnelerinde arkada şöyle bir Yıldız Tilbe ya da Bülent Ersoy dramında birkaç ezgi duysak hiç fena olmaz demiyorum, çok iyi olur. Özellikle Kesik’in öldüğü sahnelerde bir Ahmet Kaya aradı bu kulaklar. Sahneler ne kadar iyi olursa olsun bu eksiklikler duygunun büyük bölümünü alıp götürüyor. Kuzgun’da hikâye derinleştikçe reji sorunu daha da göze batacak demiştim. Bu hafta da öyle oldu. Bu, dizinin en büyük sorunu şu anda ve derhal mutlaka giderilmeli. İnsanların deli gibi sağlam senaryo aradığı bir dönemde, güçlü bir öykü, rejiye kurban edilmemeli. Bu sorunları Bahadır İnce ve ekibinin bir an önce masaya yatırarak çözeceklerine inancım var. Umarım, önümüzdeki hafta rejisi çok daha iyi bir bölüm izleriz.
Yazıma Necip Fazıl’ın bu unutulmaz dizeleriyle son veriyorum. Haftaya görüşmek üzere.
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar,
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar…