Yazar: Ayşe KUTLUHAN
Cezaevi müdürü Nihal Ünal’i yerde kanlar içinde bırakarak kapamıştık geçtiğimiz bölümü. Su testisi su yolunda kırılır misali kendi egolarını ve iktidarını ortaya koymak adına, bile isteye isyan çıkmasına sebebiyet vererek ve bunu daha da çok kışkırtarak kendi sonunu hazırladığını kendi de bilmiyordu elbette Nihal Ünal. Hiç şüphesiz ki yaşanan o arbedenin en masumuydu Deniz Demir ve cezaevinde bulunan 6 küçük çocuk. Deniz, bana göre tamamen bir kader mahkumuydu, zira suçu kanıtlanana kadar herkes masumdur. Kaldı ki Deniz cezaevinin kapısından içeriye adımını atar atmaz azılı bir suçlu muamelesi görmeye başlamıştı. Yetmemiş, Azra ve Kudret gibi iki ateşin ortasına Nihal Ünal tarafından yem olarak atılmıştı. Sonuç: kendi hayatına dönmesine ramak kala, belki de ömrünü bir avluda geçirmeye mahkûm bırakılmıştı. Bu kurguda Deniz, apayrı bir yerde benim için, onun yanı sıra çocuk istismarı sebebiyle devlet tarafından onca çocuk korunmaya alınırken biz burada ufacık çocukların yine devlet tarafından istismara uğradığını görüyoruz. Elbette olası bir şey cezaevinde çıkan bir isyan ve o isyanı durdurmak için çevik kuvvetin ya da jandarmanın köpeklerle beraber yapacağı baskın ancak o resmin içinde olmaması gereken bir şeydi, küçük Öykü ve diğer çocuklar. Küçük bir çocuğun bir cinayete maruz kalması ne kadar sağlıklı? Sevmesi gereken hayvanlar varken bir köpeğin havlamasından korkup annesine sığınması ne kadar normal? Ben bunu asla kabullenmiyorum… Kabullenmeyeceğim de! Bölümün başında çirkin bir şekilde mahkûmlardan çok çocukların maruz kaldığı şeylere şahit oldum. Kesinlikle örnek bir davranış değildi…
Mahkûmları hayata yeniden kazandırmak adına bir cezaevi projesi yaratılıyor ki oradaki mahkûmların neredeyse hepsi, başlarında onlara ne olursa olsun değerli olduğunu hissettirebilecek birileri olduğu takdirde bu projeye olumlu karşılık verebilecek potansiyele sahipler. Ancak öte yandan onlar kurtarılmak istenirken şiddeti, kargaşayı ve korkuyu öğrenerek büyüyen masum çocuklar, belki de ileride potansiyel suçlu olacak biçimde yetiştiriliyorlar. Peki bu ne kadar doğru? Hâlâ kulaklarımda küçük Öykü’nün annesine ‘’İnsanlardan korkuyorum… Dövüyorlar, birbirlerini üzüyorlar, vuruyorlar arkadaşlarına…’’ deyişi. Küçük bir çocuğun korkmaması için annesinin söylediği cümlelerden onun zihninde kalmış bir özettir bu. Elbette bir çocuğun yeri hiç şüphesiz annesinin yanıdır ama bir çocuğun yeri kesinlikle cezaevi değildir… Eğer olası bir baskın yapılacaksa o çocukların cezaevi psikoloğu tarafından korumaya alınması ve oradan çıkarılması lazımdı. Melis Ersoy sıfır aldın, otur… Haklıydı Dudu, insanın insana yaptığını hayvan hayvana yapmıyordu maalesef. Bu da bizim toplumuzun kanayan bir diğer yarasıydı. Pek çok suçlu elini kolunu sallayarak dışarıda gezinirken, birçok Deniz ve Öykü insanların ego ve kibirlerine kurban gitmiştir elbette.
Bölüme genel çerçeve ile bakacak olursak
- Nihal’in yaralanması ile cezaevinin bütün yükü Özlem’e kalır. Özlem annesinin baskısı yüzünden bir türlü kendini bulamayan bir bireyken her ne kadar belli etmese de bu sorumluluk ona hayli ağır gelmiştir… Kimi iş arkadaşları ona destek olmaya çalışsa da kimi onun bu yetersizliğinin farkındadır. Öte yandan Özlem’in Oktay’a olan zaafını gördük bu bölüm. Oktay bölüm başında aralarındaki ilişkiyi arkadaşlık olarak dile getirirken bölüm ortasına doğru küçük bir değişimle “ilgi” biçiminde gösterdi bize. Hadi hayırlısı… Özlem’in annesi ile iletişimi içime oturdu diyebilirim. Bir birey nasıl kötü yetişir en büyük örnektir bu. Ancak Özlem iyi kalmayı başarabilmiş. Umarım Nihal Ünal’in ölümü ve sorumluluğun ona kalması onu bir diğer Nihal Ünal yapmaz…
- Cezaevine gelen müfettiş ve savcının derinden derine sorgusu ile mahkûmlar zaten oradan oraya savruldu ancak arada kaybolan yine Deniz oldu. Dip not olarak geçiyorum savcı ve müfettişin Deniz üzerinde kurdukları baskı çok yersizdi. Onlar da gayet iyi biliyor olmalılardı, orada sorgulayacakları belki de en son kişiydi Deniz çünkü o, kocasının itirafı ile aklanmıştı Deniz, öte yandan iddia ettikleri sim kart olayını da ispat edememişlerdi. Ortada Nihal Ünal’in ölümüne yönelik bir şahit, bir delil olmadığına göre ortaya attıkları iddialar çok saçma ve asılsızdı. Başka yerlerde arayışa geçin sayın savcım! Tecrübeniz mi yetersiz kaldı? Deniz’in kızını aramak istemesi ile Azra’nın deyimi ile Kudret’in kucağına düşmesi bir olur. Hiç şüphem yok ki bunun karşılığını misli misli alacaktır Deniz’den Kudret. Öte yandan kafasında kurduğu komplolarla kendi oğlunu da Deniz’in kızının peşine takmayı başarır. Dileğim anasının oğlu olmaması…
- Nihal’in ölümü ile tek tutunduğu dalı kopan Murat, kendince atağa geçerek Dudu’yu sıkıştırdı. Bana göre Murat da gayet iyi biliyordu, bu cinayet Deniz’in harcı değildi. Ben garip bir şekilde Kudret’in yamağı olan İsmail gardiyandan şüphe duyuyorum ama Kudret’in direktifi ile ama kendi bile isteye, orasından emin değilim. Uzun bir süre bunun cevabını kimse öğrenemeyecek o net de biz izleyicilere gösterirler mi? Bilmiyorum…
- Melis ve müfettiş arasındaki diyaloğu çözemedim dersem yeridir. Geçmişte bir yaşanmışlık mı var, yoksa orada olan anlık bir şeyler mi? Bilmiyorum… Bu bölüm Melis tarafından beni rahatsız eden bir şeyler vardı. Ne olduğunu ben bile çözemedim…
- Bu bölüm Azra’nın Denize yaklaşım şeklini sevdim. Telefonu vermeyişindeki amaç belliydi, onu korumak ve Kudret’in eline düşmesine kendi düşmüş kadar üzüldüğünü hissettim. Tarafım belli Azracıyım vallahi… Azra Reis çok yaşa…
Özel sebeplerden dolayı bölümü geç izlemek zorunda kaldım. Dolayısı ile yorum da geç geldi biraz. Bölümde emeği geçen herkese tek tek teşekkürü borç bilirim. Sevgili Demet Evgar, Ceren Moray ve Nursel Köse’ye ayrı teşekkürlerimi sunmak isterim. Seyrederken karakteri yaşamak bana çok büyük haz veriyor ve onlardan başkası oynayamazdı diyorum seyrettiğimde…
Benden bu kadar… Sevgiyle kalın…