Yazar: Ayşe KUTLUHAN
Kuzgun ve Bora Dağıstanlı savaşının başlamasının ardından bu hafta, herkes tarafını seçerek nerede yer alacağını belirledi. Dila, kalbinden ziyade, bana göre, vicdanının sesini dinleyerek Kuzgun’u tercih etti. Onun, bir şekilde hem Kuzgun’u hem babasını bu cinayetten sıyıracağı, apaçık ortadaydı zaten. Rıfat, tohum işini Kuzgun’a verip oğluyla onun arasında bir seçim yaptı ve Kuzgun’u seçti. Ali, zaten en başında beri Kuzgun’a gardını almış, Bora’nın tarafında tetikte bekliyordu. Babasının tercihinin Kuzgun’dan yana olması, onunla iplerinin tamamen kopmasına sebep oldu. Bilgin ailesinin hangi tarafı seçeceği açık ve net herkesin tahmin edeceği bir şeydi aslında. Kartal’ın dahi yangın gerçeğini öğrendiğinde Ali’nin tarafına geçeceğine inancım sonsuzdu fakat itiraf etmeliyim ki beni en çok şaşırtan bütün gün evde, ev dedikoduları yaptığını düşündüğümüz Şermin’in, abisinin ölümüne dayalı gerçeği öğrenmesiyle o kalıptan sıyrılıp bu intikam hikâyesine dâhil olmasıydı. Artık elimizde bir kötü kadın figürümüz mevcut. Bora’nın, onu Kuzgun’un ailesine nasıl dolayacağının merakı içerisindeyim doğrusu. Tanınmış bir aile olduğundan Cebeci ailesinin Şermin’i gazetelerden tanıdıklarını tahmin ederek açık kimlikle bunu yapamayacağını düşünüyorum. El atından bir şeyler çevirecek muhtemelen. Bakalım, zaman ne gösterecek.
Bu bölüm, taraf seçmenin yanı sıra Kuzgun’un intikam zaferi ve Dila’nın çaresizlik içinde kıvrandığı yenilgilerinin bölümüydü adeta. ‘’Önce çocukça sonra var gücümle…’’ diyerek Kuzgun’u hep aradığını dile getirmişti geçtiğimiz bölüm, Dila. Belki ilk başta oyun arkadaşını çocukça aramıştı ancak sonrasından yana ikilemdeyim açıkçası. Zira avukat kimliğinin ona verdiği yetkilerle, onu var gücüyle arasaydı bulurdu diye düşünüyorum. Kuzgun’la yüzleşmekten korktukça onu bulamadı, bulmak istemedi. Hatta belki de onu bulmaktan korktuğu için bütün hayatından sıyrılmak adına, Londra’ya kaçtı. Kuzgun’a olan kefaretini başkalarına yardım ederek ödemeye kalksa da kendi vicdanını susturamadı. Ne babasından ve babasının verdiklerinden vazgeçebildi, Dila ne de Kuzgun’a karşı hissettiği vicdan yükünden. İkisinin arasında Araf’ta kaldı, hayatı boyunca. Dila’ya bu pencereden baktığımda onunda babasının karanlığında en az Kuzgun kadar kaybolduğunu görebiliyorum. Evet yaşamış, bolluk ve bereket içinde Londralarda okumuş. Ama nasıl? Vicdan yüküyle yaşayan insana, yaşıyor diyemem ben doğrusu. Dila’nın, bu bölümde Meryem Hanım’ın isteği karşısında çaresizliğini hissetmedim dersem, yalan olur. Daha önce yapamadıklarının telafisi uğruna, ona ait olan her şeyden vazgeçmeye hazır dikildi Kuzgun’un karşısına fakat başarılı olamadı. Çünkü aldığı hisse ya da para Kuzgun’a kaybettiklerini geri getiremezdi asla, içini de soğutmazdı. Kuzgun, gerçek bir intikamın peşinde. Yaşadıklarını, yaşatmanın peşinde.
Kuzgun dizisinin ilk başladığı günden beri gizemini en çok koruyan karakteri, hiç şüphesiz ki Terzi Derviş’ti. Kuzgun’un ona bir anda güvenmesinden tutun da Yusuf Cebeci’ye olan gönül borcuna kadar sorguladık durduk, en başından beri. Geçtiğimiz bölümden sonra, onun aslında uzun zamandır bir şekilde Kuzgun’u takipte olduğu fakat hayatına müdahale etmediği kanaatine varmıştım. Terzi’nin icazet emir eri olduğunu öğrenmemiz, onu gözümüzde daha da yükseltirken en tepedeki adamla olan bağını sorgulamaya koyulduk. Kuzgun’a yardımcı olmaya çalışan, temiz bir tarafı olduğu aşikâr. Gel gelelim bu bölüm, öyle bir bomba atıldı ki ortaya, Terzi’ye dair bendeki devreler iyice yandı ve çok uçlarda teoriler dönmeye başladı beynimde. Kuzgun, onu kaçırıp bağlı tuttukları yerde, çıkan çatışmanın ardından oradan sağ salim kaçmayı başarmıştı. Bu bölüm, aslında o çatışmayı çıkaranın Kuzgun’u kurtarmak için oraya gelen, Derviş Cevheri olduğunu öğrendik. Öyle tek tabanca da değil, gayet makam aracı ve eli silahlı adamlarıyla… Bize sıradan bir terzi olarak sunulan Derviş’in, tahmin ettiğimiz karanlık yüzü o zamanlar daha netmiş belli ki. En çok da Yusuf’un, Derviş’e yazdığı mektuba takıldım. Onu suçluyor Yusuf, ona güvenip minnet ettiği için de kendine kızıyor. Çok zorda kaldığı için ondan yardım istediğini belirtiyor, vurgulayarak. Bir diğer takıldığım konuysa Yusuf’un, Derviş’e üzerine basa basa “ Hepsi senin suçun! Ailemden uzak dur! Arama, sorma.” demesi oldu. Şayet Derviş Cevheri, Yusuf’un yardım istediği sıradan biri olsaydı neden üzerine basa basa ailesinden uzak durmasını ve arayıp sormamasını söyledi ona? ‘’Ben sözünü çiğnemedim.’’ dedi Terzi, Yusuf’un mezarının başında ‘’…ama şimdi kızın peşimde. Sen söyle çocuk! Derviş ne yapsın?’’ diye de ekledi. Ben bu konuşmalardan Derviş’in, Yusuf’un asla samimi bulduğu ya da güvendiği bir arkadaşı olmadığı çıkarımına vardım. Öte yandan Meryem’in onun varlığından bihaber olması da cabası. Rıfat, Yusuf ve Meryem’in gençliklerini başka bir oyuncu oynarken Derviş’in gençliğini oyuncuyu makyajla gençleştirerek vermeleri, onun yaşının diğerlerinden çokça büyük olduğunu düşündürttü bana. Uzun lafın kısası bu konuşmalar ve o mektupta yazanlar benim Derviş’in, Yusuf’un ailesinden biri olduğunu fakat karanlık tarafta olduğu için Yusuf’un, onu hayatından çıkardığını düşünmeme sebep oluyor.
Kuzgun’un dayak yediği ve Kumru’nun ‘’abi’’ diye ona koştuğu sahne fragmanlarda gördüğümde en çok yükseldiğim fakat bölümde seyredince en çok hüsrana uğradığım sahneydi. “İçerik olarak” diye de belirteyim öncelikle. Zira oyunculuk performansı olarak söyleyecek sözüm yok. Hatice Aslan’ın, Meryem’e kattığı evlat özleminden tutun da Barış Arduç’un, Kuzgun dayak yediği anda sergilediği her hareket enfesti. Kuzgun, yere düşüp son gücünü de artık koyverirken onun, o yenilgisini çok net hissettim kalbimde. Gel gelelim sahnenin içeriği için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Mahalle yanıyor, kimsenin ruhu duymuyor resmen. Bu kadar mı sağır bu millet? Camlar da ses geçirmiyor sanırım. Tamam, kabul. Senaryo bu şekil ilerlemeliydi. Peki, Kuzgun’u eve götürmek için kaldırdıklarında yanına gelip ifadesiz bir şekilde onun koluna giren Füsun’a ne demeli? Yavrucuğum, adamın vücudu dağılmış, dayak yemiş, ayakta duramıyor! Sen, ona sarhoş muamelesi çekiyor gibiydin, farkında mısın? Tamam, bunu eledik. Kuzgun’un üzerini değiştiren Meryem, onun vücudundaki izleri görüyor ve hâliyle endişeye kapılıyor. Eee, sabah uyanan Kuzgun, üzerinin değiştirildiğini görünce vücudundaki izlerin fark edilmesinden, neden endişelenmiyor? Bu izler bu kadar önemsizdi de biz mi fark etmedik? Ayrıca bu sahnenin fragman gösteriminin daha çok içime işlediği söyleyebilirim. Kumru’nun çığlığını duyduğumda “Hoba! Ağlatır bu sahne.” dedim. Fakat bölüme sıra geldiğinde ” Hayda! Bu çocuk yediği dayağın istatistiğini tutuyordu. En son bin bir dayağı vardı. Şimdi kaç oldu?” derken buldum kendimi. Gerçi en son bin beşe kadar saydı sanırım, Kuzgun. Sonunu getiremediyse bu dayak sayma meselesinin de bir önemi kalmamış demektir. Reset çek Kuzguncuğum, bu dayak istatistiğine. Velhasıl kelam yükseldiğim bu sahne, sözünü ettiğim nedenler yüzünden oldukça basit geldi, bana. Kuzgun’un yere yığılması ve ailesinin onu düştüğü yerden kaldırmak isteyişine dur deyip kendi ayağa kalkmak istemesi dışında beni etkileyen bir şey yoktu. Ayrıca Kuzgun’un dayak yemesindeki amaç neydi? Onu anlayamadım mesela. Meryem’in, Kuzgun’un vücudundaki izleri görmesi mi; Kartal’ın, evden çıkmasını sağlamak mı yoksa Kuzgun’un, yediği dayak istatistiğinin bozulması mı?
Oğlunun vücudundaki yaraları gören Meryem, onun için iyice telaşlandı ve yıllar önce sandık altı yaptığı, kime ait olduğu bilinmeyen bir mektubu çıkardı gün yüzüne. Ben burada Meryem’i “O mektubu daha önce neden kullanıp oğlu için yardım dilenmedi ?” diye sorguladım açıkçası. Yirmi yıl oğlunu beklemiş bir anne, neden elindeki her kozu değerlendirmez? Ya da kimin yazdığını bilmedikleri bir mektubun, kime ait olduğunu bir günde bulan Kumru, gazeteci kimliğini kullanarak abisini nasıl bulamaz? Neticede Kuzgun’un, bir polis ve yetimhane kaydı mevcut. Kendi ismiyle olmasa da kayıp bildirimi yapıldığı takdirde bulunan sahipsiz çocuk, aranan olası çocuk mu diye aileye sunulur ki kayıp kayıtlarında resim de vardır. Tıpkı Dila gibi, Meryem ya da Kumru da bulmak isteseydi bulurdu, Kuzgun’u diye düşünüyorum. Bu arada beni tatmin etmeyen eksik bir şeyler var. Herkesin kaçtığı bir korkusu var, Kuzgun’a karşı. Herkes sanki onu bulmayı değil de onun dönmesini beklemiş gibi.
Kuzgun’un, pencereden annesinin evine baktığında onu çocuklarıyla yeniden sarılırken gördüğü sahne, bölümdeki en zirve sahnelerimden biriydi. Gözlerindeki mutluluk ve huzur tebessümü çok başkaydı. Meryem’in, Kuzgun’un kapısına geldiğinde ona söylediği sözler karşısında kilitlenen Kuzgun’un, babasının oğlu olarak kalamayışının ondaki o kırılmışlığını, sesinin titremesinde hissettim, ben. Bunun için Barış Arduç’a ayrı teşekkür ederim.
Değinmeden geçemeyeceğim bir sahne de Ali’nin babasına duyduğu hayal kırıklığıydı. Babası tarafından tercih edilmeyen olmanın onda yaşattığı o kırgınlığı, elini yüzünü yıkadıktan sonra Dila’ya söylediği her kelimede kat be kat hissettim. O sahnede Aytek Şayan, benim Ali’yle empati kurup onun kırgınlıklarını anlamamı sağladı. Emeklerine sağlık.
Ali’nin, Kuzgun’a olan nefretine anlam veremesem de babasına karşı hırçınlıklarını anlayabiliyorum. Hiç takdir görmemiş ve hep ikinci planda tutulmuş, Ali. Dila tercih edilen, Ali’yse hep bu tercihin dışında kalan taraf olmuş. Rıfat’ın, Dila’ya küçük yaşta yüklediği vicdandan dolayı onun, Rıfat’ın ilk tercihi olmasını anlayabilirim ama bu ikinci plana atılmanın çok daha eskiye, Dila’nın doğduğu günlere dayandığını Ali’den buruk bir şekilde öğrenmiş olduk. Hadi bunu da anlayayım, ‘’Babalar, kız çocuklarına daha çok düşkündür.’’ kalıbı mevcut sonuçta. Fakat Rıfat’ın, Kuzgun gibi birini oğluna tercih etmesi, ne kadar akla ve mantığa sığar, buna bir türlü anlam veremedim. Rıfat Bilgin! Her şeye rağmen, bir tarafta hayatını mahvettiğin Kuzgun ve diğer tarafta kendi canından, kanından olan bir evlat varken sen nasıl oğluna değil de Kuzgun’a güvenebilirsin? Bütün bu olanların intikam planı olabileceğine, hiç mi ihtimal vermez insan? Üstelik Dila’yı kaçıranın Kesik olduğu ispatlanmışken nasıl oğlunu ezip geçebilirsin? Ali haklı, Kuzgun sonunuz olacak.
Kuzgun, intikamını aldı. Önce Şeref ve Ayhan’ı öldürerek Rıfat’ın güvenini kazandı sonra paravan şirketle Rıfat’ı, cezaevine yolladı, şimdilik. Bora babasının ölümünü tattı, Dila babasının ellerine kelepçe vurulmasının ağırlığını yaşadı. Yaşadıklarını yaşatmak mı yoksa yaşattıklarını yaşamak mı? Her ikisi de aynı kapıya çıkıyor, aslında. Fakat benim en çok merak ettiğim husus, Kuzgun, yaşadıklarını düşmanlarına da yaşatmanın hırsıyla hayata tutunmaya çalışırken Dila, Kuzgun’un yaşadıklarını bir gün kendisinin de yaşayabileceğine hiç ihtimal verdi mi acaba? Kuzgun, Dila’nın polis arabasının peşinden çırpınışlarını seyrederken zihninde babasının elleri kelepçeli götürüldüğü o ana gidip geldi. Dila’nın babasının peşinden attığı her adımda, kendi küçük ayaklarının kocaman adımlarla babasının peşinden koştuğunu hatırladı. Dila, babasının peşinden ağlarken ben, Kuzgun’un yüzünde bir ifade aradım durdum. Gece yarısı, mahallede Ali’nin adamlarından dayak yiyip yere yığılan Kuzgun’un direnmek için sığındığı hayal, Dila’dan başkası değilken onun babasının peşinden döktüğü gözyaşları, Kuzgun’un kalbine dokunur mu diye baktım. Gördüğüm: Dokunmamış. Kuzgun, ifadesizdi. Kuzgun, hissizdi. Kuzgun, buz gibiydi. Kuzgun, sadece gururluydu. Babasının intikamını, yirmi yıl sonra almanın gururunu yaşıyordu sadece. Yaşadığını, yaşatmanın hazzı içindeydi. Kötülük bumerang gibidir, döner durur ve bir gün seni bulur.
Genel Notlarım:
- Rıfat tutuklanıp polis arabasıyla götürülürken Dila’nın bir çocuk gibi peşinden ‘’Seni kurtaracağım.’’ diyerek koşması, bana hiç geçmedi. Yaşamayan bilemez belki ama ben olsam ağlanıp sızlanmak yerine, avukat kimliğimi giyip kararlı bir şekilde peşlerinden giderdim. Ha, bu arada tohum işinin başına geçirilen Kuzgun’a da şöyle bir dönüp keskin keskin bakardım yani. Muhtemelen gelecek bölüm olur, böyle bir şey.
- Bora planını kurdu. Kuzgun’u yeniden tercih edilmek ve edilmemek arasında bırakacak. İşte bu noktada ben de en az Bora kadar meraktayım. Meryem Cebeci, bu kez kimi seçecek?
- Ali ve Dila arasında aşağı yukarı kaç yaş var tahminimizce? Bu dizide zamana yönelik hiçbir şey verilmediği için aşağı yukarı tahminler yürütmek zorunda kalıyoruz. Ben diyorum ki en fazla beş yaş. Peki, beş yaşındaki bir çocuğa, yeni doğmuş bir bebeği hangi anne baba ‘’Al oğlum, bak kardeşine.’’ deyip kucağına verir? Ali’nin, babasının ona olan güveni konusunda çocukluğuna yönelik anlattığı bu travma oldukça saçmaydı.
- Kartal beni yanıltmadı. Yangın gerçeğini öğrendiğinde Ali’nin yanına gideceğinden hiç şüphem yoktu. Ne var ki bu bir ihanet değildi bana göre, yıllarca abisinin yolunu beklemiş, onun yerine tercih edilen olmanın ezikliğini hep hissetmiş bir kardeşin kırgınlığından başka bir şey değildi bu yaptığı. Kartal ve Kuzgun, abi kardeş olacak. Bunu bu bölüm Kartal’ın gözlerindeki kırgınlıkta ve Kuzgun’un kardeşini koruma içgüdüsünde sezdim.
- Kuzgun’un, Rıfat’ın odasının anahtar kartını Dila’dan alma ihtimali o kadar yüksekti ki asla heyecan katmadı bana. Uyku ilacıyla arabada uyutulan Dila ve o uyanmadan Kuzgun’un, şirkete girip kasadan aldığı bilgiler… Peki, kaç saatte ya da kaç dakikada yaptı bunu, Kuzgun? Dila uyanmadan gitti, halletti ve geldi. Sonra ‘Dila’ diye seslendirip uyandırdı, onu. Madem bir seslenmede uyanacaktı bu kız, nasıl cesaret edip onu arabada bırakıp şirkete girdi, Kuzgun? Çok üzgünüm, oldukça mantığa aykırı bir sahneydi. Kartı Ali’den alması daha çok heyecan verecekti, bana.
Önümüzdeki bize haftayı merakla bekletecek bir bölüm finali izledik. Rıfat’ın bu davadan nasıl sıyrılacağına yönelik bir fikrim yok. Paravan şirketle birlikte Kuzgun’un edineceği gücü izlemek istiyorum sanırım. Bölümde emeği geçen herkesin yüreğine sağlık.
Sevgiyle kalın.