Yazar: Şeyma BULUT
Adalet mülkün temelidir. Bugün hangi adliyeye gitseniz duruşma salonlarında hakim kürsüsünün arkasında bu yazı vardır. Adaletin olmadığı bir düzenin ayakta kalması mümkün değildir. Adaletin işlemesi gereken bir makamda yazılacak daha iyi bir cümle de yoktur. Peki, öyle mi? Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir sistemde maalesef adalet, hukuk sistemleri olması gerektiği gibi işlemez. Halkın kahramanlara ihtiyaç duyması da bu yüzdendir. Biri çıkacak, korkusuzca her şeye, herkese rağmen adaleti sağlayacaktır.
Kurşun dizisinin çıkış noktası da bu, aslında. Adaletin asla tecelli etmediği bir dünyada, adaleti yerine getirmek için kendisini, ailesini ve tüm hayatını hiçe sayan bir adam… İşin insanı en etkileyen kısmıysa bu öyküdeki kahramanın bir zamanlar gerçekten var olması.
Kurşun‘un asıl hikâyesi bir zamanlar İstanbul’u titreten savcı olarak nam salmış, “Marlon” lakaplı, Kemal Şimşek’in adalet ve illegallik arasındaki hayatına ışık tutması. Marlon Kemal, savcı denince akla ilk gelecek profilden uzak bir adamdı. Mesela bugün kendi makamındaki insanların uzak durduğu ‘kabadayı’ denilen kesimle yakın ilişkiler içerisindeydi. Baş koyduğu yolda bu insanlardan yardım istemekten çekinmedi. Hatta bu konuda eleştirildiğinde korkusuzca “Sayın yargıç; kimi topa meraklıdır, kimi kelebek avcılığına. Ben ise delikanlı, mert, kabadayı insanların âşığıyım!” diyebilmişti. Marlon Kemal farklıydı, yaptıklarıyla insanı etkileyen bir öyküsü vardı. Aynı Orhan Atmaca gibi.
Orhan, çocukken kahraman olarak gördüğü babasının aslında öyle olmadığını öğrenince hayatını ailesine adamış ve bir zamanlar babasının uygulayamadığı adaleti yerine getirme amacıyla savcı olmuş aydınlık bir insan. Peki, ne oldu da bir savcı, sistemin kabul etmediği bir adama dönüştü?
İlk bakıldığında insana garip gelse de Orhan yeminini bozmadı. Sadece hukuk sistemlerinde var olan ama kabul edilmeyen bir yola girdi. Bir kavram vardır : İhkak-ı Hak. Yani yazılı kurallar adaleti yerine getirmiyorsa kendi kanunlarınla adaleti yerine getirirsin. Onu bu yola iten de bu başkoyduğu adalet inancı.
Orhan’ı bu noktaya bir annenin çığlığı getirdi. Günümüzde para için evlatlarının katline sessiz kalanların aksine ‘Tehdit ettiler, para verdiler diye kızımı toprakta bırakmam.” diyen gözü yaşlı anneye yardım elini uzattığında, nereden bilebilirdi ki bir genç kızın katilini yakalamaya çalışırken kendi masum kardeşini kaybedecekti? Onu bu kadar zamandır aydınlıkta tutan belki de Zeynep’ten başkası değildi. Hayatının ışığı gidince de bir an bile düşünmeden karanlığa doğru adım atarak, gündüz giydiği savcı cüppesini çıkarıp gecenin yargıcı oldu.
Leyla Devrim, oldukça güçlü bir kadın karakter. Aslında o pis bir bataklıkta açan bir nilüfer. Babası İstanbul’u boğası olarak nam salmış, acımasız biri. Babası yüzünden insanlara olan güvenini kaybeden, aile olgusuna aslında Orhan gibi bakmayan biri, Leyla. Yarım akıllı bir anne ve karanlığın ta kendisi bir babanın gölgesinde kendi ayakları üstünde, kimseye eyvallah etmeden duran bir kadın, o. Leyla babasının karanlığını bilerek ondan uzak durmuş ve değerleri doğrultusunda kendine bir yol çizmiş. Burada soracağımız soru şu : Yıllar sonra babasının karşısına neden hiç tanımadığı bir adam için yalvararak çıktı? Aydınlık bir kalp, kendi gibi parlayan bir ruhu tanır. Leyla, Orhan’ın bir genç kız için adaleti sağlama amacıyla çalıştığını gördü. İnançları doğrultusunda yaşasa da yine o değerleri kendisi gibi koruyan biri için attı adımlarını. Leyla’da tam o noktada hâlâ çocukluğundan hatırladığı sevgi dolu babasına ulaşma arzusu vardı. Aklı belki tersini söyledi ama içindeki o kız çocuğu bir umutla, belki işe yarar, diye Orhan’ı kurtarmak istedi. Başarılı olamadı belki ama karınca hikâyesinde olduğu gibi safını belli etmiş oldu.
Bu noktada Nuri Kargı ‘İstanbul’un boğası ‘ lakabıyla ilgili birkaç şey söylemem lazım. Bu adam acımasız bir katil orası tamam ama neden? İşte burada ciddi bir karmaşa var. Ailesini önemsemediğini söylerken adım adım da takip ediyor onları. Leyla’nın peşine taktığı adam, evdeki bakıcı vs. Bende bir yola girmiş, bu yolda ailesiz daha güçlü olacağını düşünürken bir şekilde hâlâ onları koruyan, bunu yapmak için de olabildiğince kendinden onlardan uzak tutan bir insan görüntüsü çizdi. Bu şimdilik bir tahmin ama ben onun sıradan, basit bir kötü olmadığını düşünüyorum.
Nuri, anladığımız kadarıyla yoluna çıkan herkese karşı acımasız biri ve Orhan, yoluna çıktı. Üstü kapalı tehdidini de elinin tersiyle itince onu zayıflık olarak gördüğü ailesiyle vurdu. Burada görmediği şeyse Orhan’ın da onu biliyor olması ve kendisini çok iyi tanıyan kızının bu yeni düşmanının yanında yer alacak olması.
Genel olarak castta gözüme batan, bu olmamış dediğim bir oyuncu yoktu.
Yazan, çeken, oynayan ve kamera arkasında emek veren tüm ekibin yüreğine sağlık. Kurşun‘un ekran yolculuğunca analizlerimle sizlerle olacağım.
Yazıma Nazım Hikmet’in bu güzel dizeleriyle son veriyorum. Haftaya görüşmek üzere.
bir çığlık oldu ümit
ve zafer
artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
tırnakla sökülüp koparılacaktır.