Yazar :Şeyma BULUT
Çocukları olan insanlar arada resmiyet olsa da olmasa da ailedir. Birlikte oluşturdukları o küçücük insan ölene kadar bağlar onları. Tıpkı Sancar ve Nare’yi bağladığı gibi. Onlar bir zamanlar iki sevgili olarak çıkamadıkları yolu, anne baba olarak birlikte yürümek zorundalar şimdi. Öyle, ben kızımı alıp gidiyorum devri kapandı her ikisi için de; Gediz ikisine de müsait bir zamanda anlatırsa sevinirim. Onlar artık aile, isteseler de, istemeseler de.
Bu iki sevdalı ne yazık ki korkunç bir plana kurban gitmişler. Akın soğukkanlı bir katil gibi Nare ve Sancar’ı ayırmak için bir plan yapmış ve onu da adım adım uygulamış. Ona inandığı için Sancar’a çok ama çok kızmıştım. Hâlâ da bazı konularda kızgınlığım devam etmekle beraber o geçmişin karanlığında yaşananlar ortaya çıktıkça da ah be Sancar, sen neden her gördüğüne inandın be çocuğum demekten alamadım kendimi. Sevdiğini nasıl sokağa attı diye delirmiştim. Nasıl bir sevgi bu diye de hayıflanırken onun yaptığı rezil hatanın ardından bir sene çalışıp Nare’nin yanına gittiğini öğrenince yumuşayıverdim. Nare’m ben geldim demesiyle de, en azından çabalamış dedim. Nereden bilebilirdi ki diğer bir çocukluk arkadaşının Hades’in yeryüzündeki gölgesi olacağını.
Bir de söylemeden geçmeyeyim. Aradan on sene de geçse bazı şeyler değişmiyormuş görmüş olduk. Nare’yi de Melek’i de etraflarında uçan sinekten kıskanan bir adam var ortada. Hatta kızını on yaşındaki bir çocuktan kıskanınca Melek’in “Siz de annemle böyle oynarmışsınız?” demesinin ardından “Tam da bu sebepten işte!” deyiverip Nare’siyle yaşadığı her anı aklına mıh gibi kazıdığını öğrenmiş olduk. Bu adam bir yerde patlayacak ama hayırlısı.
Nare de anneliğine sığındı ama etrafında bir kurtlar sürüsüyle kaldığı için durumu daha zordu. Ona yapılanlar ağır. Hayata 1-0 önde başlamış gibi dursa da para, mevki her şey değil işte. Varlık içinde büyük yokluklar çekebiliyor insan. Kim bilir? Nare’nin çocukluk aşkına böyle sevdalanıp yanmasının en temel sebebi de belki de ömrünce görmediği masum, çıkarsız sevgidir. Görmedi diyorum ama annesini bu işin dışında tutuyorum. Onu tanımıyoruz, pek de bahsi geçmiyor. Sefir ve Akın’dan emin olduğum için de sevgi eksikliği ve zulüm konusunda iddialıyım. Nare’nin tek isteği kızıyla mutlu bir hayat kurmak bu andan sonra. Bakalım hayat ve kader iş birliği ona bu dileğini verecek mi? Yoksa her şey daha yeni mi başlıyor, göreceğiz.
Peki, onu gözümüzde bu kadar yükselten ne? Dizideki tüm adamlar ya çok kötüler, ya da bir yörede belirli bir algıyla yetişmiş insanlar. Gediz farklı. O bölgenin adamı değil. Dünyaya bakışı, duruşu, biraz serseri tavırlarının beni çektiğini düşünüyorum. Bir de aslında Nare’yle uyumlu olan o, benziyorlar. İkisi de dünyayı görmüş, benzer şartlarda büyümüş ve iyi yetişmişler. Başıma bir şey gelmeyecekse diyeyim, onlar aşırı sıkıcı bir çift olurlardı. Sabah kalkıp kahvelerinin yanında portakal sularını içen, hiç bir şeye ihtiyaçları olmayan varlık içinde âşıklar olurlardı daha önce tanışsalardı .Zaten oradan da bize sağlam bir hikâye çıkmazdı, kanımca.
Mevcut vaziyette hâlâ aynı fikirdeyim. Sancar aklını başına toplayamazsa en azından sevmenin güveni de getirdiğini göremezse Gediz ona bunu öğretecek iyi bir ders olur düşüncesindeyim. Gediz de Nare’ye âşık olsun istemezdim ama oldu. Keşke ikisi birbirlerine arkadaş ve destek olsalardı. Gediz de bir yerde mutlu olmayı hak ediyor, bir efsaneye iki kurban yeterli şimdilik bence.
Efsanelerindeki yâri duymasa da sonunda Kavruk dışında biri daha duydu onu. İnandı. Neden diye bile sorgulamadan yanında oldu. Gediz bu hikâyede şövalyeye dönüşüverdi benim gözümde. Nare’nin başka aşkı olmaz ama Melek’in ikinci bir babası olursa ben buna da razı olurum. İki çocuk ruhlu bir arada, daha güzel bir manzara düşünemiyorum.
Kırmızı kuşak sahnesini çok sevdim, bizim milletin baktığı gibi bakmadım sahneye. O kırmızı kemer bir tek bizim ülkede saçma sapan bir anlam taşıyor. Tüm kültürlerde çiftlerin bağlılığını ifade eder. Mesela Japon Mitolojisinde, Tanrı âşıkları bir kırmızı iple bağlarmış. O insanlar ayrılsa başka bir yere gitseler de kaderleri bir olurmuş. Sancar o kırmızı kuşağı Nare’nin incecik beline bağladığında kaderlerini de bağladı. Hayat onları ayrı da düşürse, dünyanın öteki ucuna da savursa bir şekilde buldular birbirlerini. Kırmızı, aşkı; ip, bağlılığı ifade ederken kuşağın iki ucunda da bağlı bir şey olmaması sonsuzluğu ifade ediyor mitlerde. O kuşağı biri attı, diğeri gömdü. Sonra yeniden ellerine aldılar. Kaderden kaçamıyorsun işte. Ne yaparsan yap, ne kadar uzağa kaçarsan kaç birden her şeyi değiştirdim dediğin anda karşına çıkarıveriyor alnına yazılmış olanı. Yani demem o ki Sancar Efe boşuna paralıyor kendisini “yeni hayat” diye. Kavruk’a anlatsam şıp diye anlardı beni mesela. Sancar da anlayacak ama nasılını bende bilmiyorum şimdilik. Tabi bu yol uzun, onları nereye çıkaracak hep birlikte göreceğiz.
Nasıl başlayıp, bittiğini anlamadığım bir bölümdü. Akıcı, heyecanlı ve güzel. Emeği geçen tüm ekibin yüreğine sağlık. Yazıma Umay Umay’ın bu güzel dizeleriyle son veriyorum. Haftaya görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.
Kızıyordum, artık kızmıyorum.
Bir şey oldu epey önce,
Kimsenin beni öldüremeyeceğini fark ettim.