Sefirin Kızı başladığı günden bu yana ele aldığı özellikle üç kavramla beni derin düşüncelere gark etti: İnanç, şüphe, acı. Hep bu üçleme arasında gittim, geldim. Seven sevdiğine inanmalı, şüphe duymamalı; inanmayıp şüphe duyduğunda geride sadece acının kaldığını izledim. Bu acı Nare için ayrı, Sancar için ayrı cehennemdi. İşin kötüsü Sancar’ın asıl yangını şimdi başladı. Geçmişin karanlığı aydınlanınca gerçeklerin acısı oturdu yüreğine. Bu ıstırap geçer mi? Tek bir yolu var: Nare’nin onu affetmesi. Üzülerek söylüyorum ki, bunun için belki de bir ömürlük zamana ihtiyacı var Nare’nin.
Sekiz sene önce yaşananlar en çok Nare’yi parçaladı. Kalbini kırdı, ruhunu öldürdü. Buna rağmen o; geçmiş, geçmişte kalsın istiyor. İntikam, hesaplaşmak falan hiç derdi değil. O, kızı okula gitsin, düzenli ve huzurlu bir hayatı olsun diye çırpındıkça çırpındı ama Sancar gerçeklere bu kadar yakınken onun bu isteğinin gerçekleşmesi pek de mümkün değil, maalesef. Zira Nare’nin kızı için istediği o hayatın en büyük parçası Sancar. Kendi aşkı bir yana kızını düşünüyor o. Babasıyla büyüsün, anıları olsun istiyor. Nare’nin gözden kaçırdığı ise şüphenin cehenneminde yanan birini, gerçeğin peşinden koparmak o kadar kolay değil.
Nare ve Sancar’ın hesaplaşma sahnesinde bende birçok duygu aynı anda uyandı. Acı, üzüntü, kırgınlık, öfke. Nare’nin içinde fırtınalar kopuyor. Aradan geçen yılların ardından o karanlık sırlar onu boğuyor aslında. Sancar, biraz sakin biri olsa belki ona anlatırdı. Yaşadıkları korkunç ancak bunları saklamak zorunda kalmak daha can yakıcıdır bence. Sancar’a anlatamadıkça ve o acının en büyük sebebi karşısında durup sorular sordukça Nare un ufak oldu.
Bana soracak olursanız mesele yaşananlar değil. Zira Gediz’e anlattığında görmedim bu krizleri. Çünkü arkadaşına söylemek sorun değil onun için. Buradan da çıkardığım sonuç şu: Nare yaşadığı acıyı bir şekilde kabullenmiş. Anlatmakta da sorun yaşamıyor. Ancak Sancar’ın kendine zarar vereceği düşüncesi öylesine korkutuyor ki onu, istese de söyleyemedi. Sancar’ın karşısında böyle delirmesinin sebebi de bu bence. Onu korumak istiyor fakat artık sırların ağırlığını yüreği kaldıramıyor.
Nare karşısında böyle yıkıldıkça Sancar da aslında o cehennemden çıkmaya başladı. Kapıyı kitlediğinde “Benden sana zarar gelmez.” demesi, Othello’nun yaptığı gibi sevdiğini ölüme gönderdiğini söylemesi hep bu yüzden. Belki elinde bir veri yok ama ya yüreği? Onun kalbi, karşısında acılar içinde yanan sevdiğini görüyor bir kere, var mı daha ötesi? Yoksa Sefire “Akın nerede?” diye sormadan önce “Ne yaptı?” diye sorardı. Size bir sır vereyim mi? Bu adam bal gibi de biliyor her şeyi. Görmesine gerek bile yok. O yürek var ya o yürek, ona her şeyi fısıldıyor. Hep dedim ya içindeki kuşkular yüzünden kendini duyamıyor diye. İşte artık öyle bir noktaya geldi ki Sancar kalbinin sesini duymaya başladı. Tek ihtiyacı olan mantığına da duyurmak. O aşamayı da geçtiğinde şüphenin cehenneminin yerini şüphesiz ki intikam ateşi alacak. Zira sevdikleri ne yaparsa yapsın böylesine kol kanat geren bir adam, sevdiğinin masumiyetini anladığı anda Muğla’yı yangın yerine çevirir.
Sancar’ın bu özelliği değil mi zaten Nare’yi bu oyunların içine çeken. Kendisinin yanında bir de Gediz’i de sürükledi. Bu da ilerleyen zamanlarda sağdıçları yeniden karşı karşıya getirebilir. Sancar artık sırlardan bıkmış vaziyette ve sırla işin olmaz dediği ortağı, hayatının sırrını saklıyor ondan. Yalnız bence sorun olmayacak bu durum. Gediz de Sancar da Akın’ı cezalandırmak istiyor. Gerçeği öğrenmenin ilk şokuyla Sancar kızsa da sonrasında bir iş birliği gelebilir. Zaten Sancar sırları, gizemleri affediyor bir şekilde. Dayanamadığı tek konu Nare.
Ben sağdıçların birbirini hâlâ çok sevdiğine ve birbirlerine güvendiğine eminim. Ancak Nare’nin yeri, Gediz’in yanı olduğu sürece hep bir sorun çıkacak diye düşünüyorum. Zira Nare ve Sancar’ın o ufacık mutlu anlarında Gediz’in bakışları birçok şeyi anlatıyordu. Aynı kadına âşık iki adam. Bakalım kurdukları denge daha ne kadar götürecek onları?
Şimdilik dostluğu bir yana koyacak olursam aslında ortaklık işinde çok daha iyiler. Birbirlerine kızsalar da üçüncü kişiler işin içine girince sırt sırta verebiliyorlar. Bunun da çok güzel olduğunu düşünüyorum.Şirketi, mirası öğrenmiştik. Bir de rakip çıktı ortaya:Kahraman Boz. Bu üçü arasında ne olduysa basit olmadığını düşünüyorum ben. Bu karakter ile ilgili konuşmak için çok erken. Ancak bir şeyi de söylemezsem olmaz. Bülent Şakrak nasıl doğru bir seçimdir! O kısacık sahnede ben hemen inandım Kahraman’a. İçindeki düşmanlığa, Sağdıçlara olan kinine. Güzel bir seçim olmuş diye düşünüyorum. Bu karakterin gelişiyle zaten karışık olan ortalık daha da karışacak bence. Zira adamın bakışı bile “Ben belayım!” diyordu.
Belalar, dertler bitmiyor ki zaten. Sancar bir yandan gerçekleri arayıp diğer yandan Kahraman’la uğraşırken neredeyse yüreği bir de Zehra’ya yanacaktı. Akın, Nare için etrafındaki herkesi yok etme planını uygulamaya başladığı anda, sanırım kendi ölüm fermanını imzaladı. Sancar, zaten onu alaşağı etmeye kararlıyken Zehra’ya saldırarak içinde kalan o son soru işaretini de yok etmiş oldu. Ehhh ne diyeyim? İyi bilmezdik Akın’ı. Allah taksiratını affetsin!
Final sahnesine geldiğimde haftalardır beklediğim an geldi. Sancar gerçekleri öğrendi. Tamam, bir yanım öğrenmesin diyordu ama bir yanım da artık bilsin istiyordu. Bence asıl enteresan durum, bunu Sancar’ın kendisinin anlamasıydı. Kimsenin ona bir şey demesine gerek kalmadı. Zaten tek bir adım kalmıştı o şüphenin yok olması için. Akın’ın hamlesiyle de her şey ortaya çıkınca sorular yerini yanıtlara bıraktı.
Artık haftalardır sorduğu sorunun cevabını aldı Sancar. O, Nare’ye yazık etmişti. Bu yüzden yeminini bozdu. Tam sekiz sene sonra “Nare” dedi. Çok acı bir şekilde döküldü o isim dudaklarından. Yıllarca adını ağzına almadı ama o ismi söylemek hiç şimdiki kadar acı verici de olmamıştır eminim.
Sancar şüphenin cehenneminden çıktı ve artık cehennem ateşinin tam ortasına düştü. Ömrünce tırnağına zarar gelse üzüleceği kadını ölüme göndermenin acısını yaşayacak. Sancar suçlu, evet ama bu ceza da çok ağır. Belki Nare affederse hafifler ama şimdilik görünen o ki bunun hiç bir yolu yok. Anlaşılan geçmişin acıları onları bir süre daha yakmaya devam edecek.
Şiir gibi bir bölümdü. Yürekten söylüyorum, bütün ekibin gönlüne sağlık. Yazıma Metin Altok’un bu güzel dizeleriyle son veriyorum. Haftaya görüşmek üzere. Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.