Yazar: Sinem ÖZCAN
Geçen hafta Ali Asaf ve Eylül’ün gerilimli kavga sahnesiyle kapamıştık bölümü. Son hamle Ali Asaf’tan gelsin istemiş ve yazmıştım. Bu hafta çok sevinerek dileğimin gerçekleştiğini gördüm. İlk bölümden beri Eylül’ün Ali Asaf’tan daha güçlü göründüğünü düşünüyorum ve sembolik dahi olsa bu kez yenilmesini istemiştim. Ali Asaf; duygularını hiç sakınmadan, düşündüğünü hiç gizlemeden, niyetini dürüstçe ortaya koyarak ilerliyor Eylül’e karşı. Bu artı puanı da hak etmişti, bence.
Ali Asaf’ın evli oluşuyla ilgili dedikodunun nasıl çıktığını öğrenemedik gerçi ama Eylül, ilk ağızdan onun bekâr olduğunu ve sevgilisinin de olmadığını duydu. Üstüne üstlük hiç tereddüde yer bırakmayacak şekilde kendisine olan ilgisini de öğrendi.
İlk bölümden beri bir tereddüdüm vardı. Ali Asaf, Eylül’ü istiyor tamam da acaba Eylül’ün ihtiyaç duyduğu adam o mu, diye düşünüyordum. Bu hafta da baştan sona o gözle izledim ve açıkçası fikrim biraz değişti. Eylül, alıştığımız kadın dizi kahramanlarına hiç benzemiyor fazlasıyla dominant… Hiçbir eksiği yok, her şeye sahip görünüyor. Esma dışında yakın arkadaşı yok ve yalnız ama bu da seçilmiş bir yalnızlık… Yani dışlanmış değil kendi tercihi, bu… Düşününce o, eksikliğini çok hissetmese de aslında gerekesinim duyduğu şey koşulsuz sevgi. Bölümü izlerken yaşadığım küçük bir olay geldi aklıma. Birk
Olayın Ali Asaf cephesine baktığımda orada işler pek de gül bahçesi değil. Eylül ikna edilmesi ve yumuşatılması çok ama çok zor bir kadın… Diğer yandan Selim’in Eylül’e olan ilgisinin de profesyonel bir takdir etme olmadığı ortaya çıktı. Selim, bunu kelimelerle itiraf etmese de biz de Ali Asaf da onun duygularını fark ettik. Gerçi Selim, Ali Asaf’ın önüne engel olur mu, pek sanmıyorum açıkçası.
Eylül’ün yörüngesine gireceği bu bölüm iyiden iyiye belli olan Oğuz’a gelince… İşte orası, benim zaaf noktam. Geçen hafta hissetmiştim ama bu kadar çabuk olacağını düşünmemiştim. İtiraf ediyorum ben çok sevdim Oğuz’u… Ağzında gümüş kaşıkla doğanlardan değil o da. Geldiği yere dişiyle tırnağıyla kazıyarak gelmiş. Bunun doğal sonucu da hırslı… Ne var ki hırsı gözünü kör etmemiş. Eylül’le mücadelesinde yenildiğini fark ettiği an, atını geri çekmeyi de bildi, özür dilemeyi de… Eylül’den etkilendiği çok belli ve ne yazık ki o da kaybetmeye mahkûm olanlardan… Sanırım en çok da onun aşkı içimi yakacak. Tamam, Oğuz, Eylül’e göre değil onunla ancak iyi dost olur ki bunun ipuçları da geldi bu bölüm ama yine de Oğuz’un yaşayacağı platonik aşk benim canımı yakacak.
Bana göre Oğuz, Eylül’den sonra dizinin en dinamik ve en renkli karakteri. Hırsıyla, zaman zaman kıskançlığıyla, aklıyla ve ilerleyen bölümlerde fazlaca tanık olacağımız sevgisiyle değişik bir kimlik o. Ali Burak Ceylan adını castta gördüğümde çok sevinmiştim ama onun Oğuz’a bu kadar yakışacağını da beklemiyordum.
Hikâyenin “kötü”ler kanadında Sinan ve Bahar var, malum. Bahar’ın “zayıf” bir kötü olduğunu ilk bölüm fark etmiştim ama Sinan’ın gücünü kestirememiştim. Şu an görünen, baba kız her ikisinin de gözünü hırs bürüdüğü ve birinin babasından diğerinin de dedesinden çekindiği. Bahar’ın hırsı, bencilliği ve kötülüğü babadan gelme kalıtsal, o anlaşıldı da Sinan’ın kaynağını bulamadım. Hastaneyi ele geçirmek istiyor ve bunun hakkı olduğuna da inanıyor. İyi de neden? Ali Asaf’la kişisel bir meselesi yok gibi… O, sadece en güçlü ve en büyük olma derdinde ancak şu ana kadar gördüğüm o potansiyele de sahip değil. Kızından bir gömlek daha akıllıca davranıyorsa da ben ondan de şeytani bir zekâ ve planlar beklemiyorum. Baba kız, her ikisi de iktidarsız muhteris gibi duruyorlar.
Bahar, başarılı bir öğrenci olmasına karşın meslek hayatında aynı pırıltıyı yakalayamamış. Anlaşılan doktorluk ona göre değil. Dedenin ve babanın yolundan gitmek için seçtiği meslek, ona alıştığı başarıyı sağlamayınca giderek daha da hırçınlaşacaktır. Eylül’le karşı karşıya kaldığı hiçbir noktada üstün gelme şansı yok. Hem mesleki düzeyde hem özel hayatlarında Eylül’e yenilmeye mahkûm. Bunun da aslında farkında olduğunu düşünüyorum. Bu hırsla da alabildiğine çirkinleşecek. Henüz üç bölüm oldu ama açıkçası Bahar, benim tahammül sınırlarımı fazlasıyla zorluyor.
Gerek karakterlerinin farklılığı gerekse öykünün ilerleyiş biçimi, Kalp Atışı’nı çok zevkle izlediğim dizilerden biri yapıyor. Hele işin medikal boyutunun es geçilmemesi ve iyi işlenmesini çok seviyorum. Yalnız bu noktada bir sorunum var. Aslında bu Kalp Atışı’na özgü bir durum da değil. Sanırım sektörün gelen problemlerinden biri… Bölüm oyuncuları ya da diyaloglu figüranlar cidden çok kötü… Her dizide aynı durum ne yazık ki var ama burada konu itibariyle çokça bölüm oyuncusu kullanılması zorunlu olduğundan bu durum, iyice göze batıyor. Takılmayayım, asıl oyunculara kitleneyim diyorum; olmuyor. Bu sorun yıllardır bizde aşılamadı, gitti. Çözümü nedir tam olarak bilemiyorum.
Bölüm finali, Ali Asaf hakkında bilmediğimiz bir yere kapı açtı. Hastane sahibinin oğlu olarak bildiğimiz Ali Asaf, aslında anne babasını çocukken gözünün önünde kaybetmiş bir adam… “Sevdiklerim hep gözümün önünde gitti. “cümlesi bana “Acaba, başka kaybı da mı var?” diye düşündürdü.
Eylül’ün bıçaklanma hadisesinden yaralanmayla kurtulacağı kesin ama bunun yol açacağı yeni çatışmayı merakla bekliyorum, doğrusu.
Yazan, yöneten, oynayan ve teknik desteği sağlayan herkesin eline emeğine sağlık.