Site icon Dizifilm BiZ

Kaderimin Yazıldığı Gün ( Güvercin, 1. bölüm)

YAZAR: Şeyma BULUT

Güvercin, tanıtımlarını ilk gördüğümde benim için iş icabı ilk bölümü izlenip bırakılacak bir diziydi. Yöre dizleri pek beni doyuran işler olmuyor.Genelde birbirinin aynısı, herhangi bir özelliği olmayan ve yansıttıkları bölgenin kara yüzünün anlatıldığı işler olmasından mıdır bilmem, çok nadirdir bu tip projelerin beni yakalaması. Her projenin ilk bölümünü izleme alışkanlığım ve Mehmet Ali Nuroğlu gibi çok beğendiğim bir aktörün başrolünde olması sebebiyle izleyip geçerim, demiştim. Ancak öyle olmadı. İlk bölümüyle “Ben bu diziyi izlerim ve yorumlarım arkadaş!” dedirtti bana.

“Bir kadın, bir erkeğin kalbinde yaşar; bir erkekse bir kadının gözyaşlarında.” sözleriyle hayatıma giren dizi, beni yaşanması muhtemel aşk hikâyesiyle yakalamadı. Bu masalsı başlayan rastlantıyı çok sevdim, şimdi yalan söyleyemeyeceğim. Çift daha ilk sahneleriyle gözlerimi parlattı. Ancak benim bu işi izlerim, deme sebeplerimin başında ilk kez doğu kökenli bir dizide tarihî ve yöresel motiflerin hikâyeye zen ustası nezaketiyle işlenmesi ve bunu yaparken de nahifliği asla kaybetmemeleriydi.

Bilenler bilir, ben tam bir mitoloji hastasıyımdır. Ülkemizde de romantik komediler hariç pek göremeyiz mitolojik esintileri. Senaristlerin konudan uzak durmasının sebebi hakim olamamaları mı yoksa insanların sevmeyeceğini mi düşünmeleri mi bilemiyorum.  Dizinin başlamasıyla sabit bir ifadeyle izliyordum . Ta ki karşımda Zeugma’nın ünlü Çingene Kızı tablosunu görene kadar. İlk başta ön yargılı olarak “Tesadüftür kesinlikle, anlam arama!” diye kendime telkinde bulunsam da müzedeki sahnelerin derinliğiyle bu tablonun özellikle seçilmiş olduğunu anlayıverdim. Zülüf’ün “Güvercin” adı ve bu tablonun onunla görücüye çıkması bende bambaşka hisler uyandırdı. Kızın saf ve masumluğunu, var etme gücünü iki kelimeyle de geçiştirebilirlerdi ancak var oluşu simgeleyen bir tanrıçanın resmedildiği bir resmin önünde, saflığın tanrıçasını yüzyıllardır taşıdığı kabul edilen Güvercin lakabıyla anılan Zülüf’ü görmemle anlatıma tam puan verdiğimi söyleyebilirim. Gelelim Kenan’a… Bana kalırsa tıpkı Güvercin gibi Kenan da öylesine seçilmiş değil. Kenan’ın sözlük anlamı “cennet”. İyiliğin varlığını simgeleyen bir kadının karşısına, anlamı cennet olan bir adamın çıkması bana senaristlerin isimlerle metafor yarattığını düşündürüyor.

Mitolojide çoğu kez, güçlü kadınlar cennetlerini ararlar. Ait oldukları yeri bulmak için binlerce yıl dolanırlar bu dünyayı. Onlar için bir “Kenan” bulmak mucizevi bir şeydir. Bu olmaz denilen gerçekleştiğinde de kaybetmemek için ölesiye savaşırlar. Zülüf’ün Kenan’ı gördüğü sahnede, o heyecanlı, stresli olduğu anlarda, hiç tanımadığı bir adamın ona böyle iyi gelmesi bende bu duyguları uyandırdı. Kenan’ın da yıllardır hissedemediği mutluluğu bir anda hiç tanımadığı bu kadınla yakalaması ve tüm bunların çok güzel bir ahenkle sunulmuş olması, beni hemencecik tavlayıverdi. Normalde dizilerde çiftlerin beni etkilemesi için en az dört bölüm gerekiyor. Aşklarına, aralarındaki bağa inanmam fazlasıyla zordur. Güvercin bendeki bu algıyı da ilk bölümden itibaren kırıverdi. Bir de itiraf gelsin o zaman. Mehmet Ali Nuroğlu ve Almila Ada’nın asla olmayacağını söylemiştim izlemeden önce. O laflarımı da tümden geri alıyorum. Uyumları ve kimyaları ilk bölüm itibariyle” Olmuş” dememe sebep oldu.

Dizide ilk bölümde kadınlar ve erkekler ayrımı da net bir şekilde yapıldı. Kenan’ı işin dışında tutacak olursak aslında kadınlar güçlü, erkeklerse daha zayıflar. Yaşanan onca acıya rağmen kendini yetiştirip iyi eğitim alan Zülüf, ailesinin kararına karşı gelen Nefise ve erkek egemen dünyasında bir hanım ağa kuvvetinde gürleyen Kevsa. Diğer kızları uzun uzun anlatacağız ya ilerleyen zamanlarda ben biraz Kevsa’da kalmak istiyorum. Evde her daim sözü dinlenen ve asla ikiletilmeyen bir karakter olarak çıktı karşımıza. Kocasının ölümüyle içindeki intikam ateşi, geçen yıllara rağmen sönmediği gibi hâlâ bu kini ilk günkü gibi içinde taşıyor. Çocuklarını da bu şekilde büyüttü derdim ama Nefise ve Kenan’da o nefret yok. Bir tek Ökkeş. Bir ihtimalle oğlunu yıllar boyunca işlemiş olabilir diye düşünmüyor değilim. Tek derdi de bu değil. Evin içinde olduğu gibi dışında da aileyi kontrol etmek istiyor Kevsa. Bu sebeple de Ökkeş’in şirketlerin başına geçmesi gibi bir arzusu var. Bunu başarabilir mi bilemiyorum ama bir şeylerin değişmesi için beklemeye pek niyeti yok gibi geldi bana.

Kevsa’nın veliahtı, kıymetlisi ve ümidi, Ökkeş. Bence dizinin en çarpıcı karakteri de o. İçinde büyük bir öfke taşıyan, kontrolsüz bir adam Ökkeş. Hareketlerinin sonuçlarını asla düşünmeyen bir deli. Kenan’ın aksine onun masumu koruma, masuma dokunamama gibi bir anlayışı da yok. İntikam ateşi öyle bir sarmış ki ruhunu yangın büyüdüğü anda herkesin hayatını geri dönülmez şekilde değiştirdi. Bedir’e de bu sebeple korkunç bir nefret besliyor. Kız kardeşinin düşmanı saydığı adamla kaçması onun için kabul edilemez bu yüzden de eğrisini, doğrusunu düşünmeden hareket etti ve geçmişin tüm acısını masum Zülüf’ten çıkardı. Öte yandan Ökkeş, dizinin yan çatışmalarını doğuran, hızlandıran ya da yön değiştirten karakteri bana kalırsa.  Ökkeş, sonu ne olacak diye düşünmeden özgürce davranmayı istiyor ve asla kimseye eyvallahı yok; en önemlisi de bunları yaparken yanlış mı yapıyorum acaba düşüncesine bir an bile girmedi bu adam. Yaptım, oldu; var mı itirazı olan tavrıyla devam etti. Ben bu tip deli karakterleri çok seviyorum. İnsan bazen özgür kalmak ister ya onlar bu özgürlüğü temsil ediyorlar bana göre. Zaman içerisinde çok kızacağım bu karaktere eminim ancak bir yanım da iyi ki varsın Ökkeş demekten geri kalmayacak, bakın buna kesinlikle eminim.

Ökkeş’ten sonra beni en çok etkileyen karakter oldu Bedir. Avukat olduğumu bilmeyen yok. Adalet kavramına yürekten inanan bir insan olarak böyle durumlar gördüğümde gerçekten üzülüyorum. İnsan düşünüyor bir yerde, en yakın arkadaşını öldürmekle suçlanmışsın, hayatından 15 yıl çalınmış ve sahip olduğun her şeyi kaybetmişsin. Başkası olsa herhalde kana boğardı her yanı. Kolay mı? ASLA! Bedir’in tutulduğum yanı da bu oldu. İyiysen iyisindir işte. Öyle çok derin araştırmalara gerek kalmaz bazen. Bir duruş, bir cümle yeterlidir bunu görmek için. Bedir iyi! Başına gelen onca şeye rağmen huzur isteyen, ailesiyle beladan uzak bir ömür geçirmek isteyen biri o. Tabi hayatının akışı ona kalsaydı kesinlikle böyle olurdu. Ona kalmadı ama. Kızının kaderinin yazıldığı gün, geçmişlerinde taşıdıkları onca yükü sırf daha fazla kan dökülmesin diye kızına yüklemek zorunda kalacak bir baba o artık. Bir insan daha fazla neyle sınanabilir ki? Ne kaldı geriye? Bedir, nasıl devam eder bilmiyorum ama hayatın sillesini yiyen bir baba olarak bende şefkat uyandırdı ve pek tabii ki bu karaktere inanmamı sağlayan Menderes Samancılar’ın şiir gibi oyunculuğu da etkiledi beni. Söylemeden geçemeyeceğim, Asmalı Konak’tan yıllar sonra Menderes Samancılar ve Devrim Saltoğlu’nu aynı projede izlemek bende çok güzel hisler uyandırdı.

Dizinin ilk bölümünde Zülüf ve Kenan’ın yollarının nasıl kesiştiğini, zorluklarını ve kaderlerinin bir günde farklı bir şekilde yazılmasıyla birleşen yollarını izledik. İkisi de kırk yıl düşünseler akıllarına bile gelmeyecek bir durumun içindeler şimdi. Zülüf gibi eğitimli bir kadının bu berdel meselesine nasıl bakacağını merakla bekliyorum. Ya da hayatının bir dönemini İstanbul’da yaşayan Kenan’ın zoraki bir hayat arkadaşlığına tepkisi ne olacak? Bu merak unsurları da son sahne itibariyle senarist tarafından kafama mıh gibi çakıldı.

Basitmiş gibi görünen ama derinleşeceği izlenimi veren Güvercin‘i ben gerçekten sevdim. Bu tip dizileri seven, sevmeyen herkesin bir parça bulacağı özellikli bir iş olmuş. Özellikle de olayların çözülmesi için yörenin büyüğü “Emmi” ye gitme ve en delisinin bile onun sözünden çıkmaması, ona duyulan bu saygının inceden verilmesine bayıldığımı dile getirmezsem olmaz. Ayrıca da bu bahaneyle özlediğim bir ismi, Arif Erkin’i, gördüğüm için de ayrıca mutlu oldum.

Senaryonun ufak tefek çapakları olsa da çatışması, konunun ilerleyişi başarılıydı. Özellikle bütün karakterlerin ilk bölümden ana çatışmaya doğrudan bağlanmış olmasını çok sevdim. Senarist ilk bölümde derdini anlatmış, beni de ikna etti . Ayrıca dizide Arif Erkin dışında kimsenin Gaziantep ağzını kullanmaması da iyi bir tercih olmuş.

Başarılı senaryosu yanında rejisiyle de göz doldurdu,ilk bölüm. Altan Dönmez daha önce Güneşi Beklerken‘de izlediğim bir yönetmendi. Kurduğu dünyaya adapte olmam zor olmadı. Yörenin dokusunu ekrana başarılı aktarmış. Sahne geçişleri, çekimler yörenin dokusuyla nefis harmanlanmış. Özellikle uzun zamandır dizilerde yoğun müziğe basılmış, izlerken oyuncuları bile zor duyduğumuz dizilerin ardından tertemiz bir iş çıkarmışlar. Oyunculukları da oldukça başarılı bulduğumu söylemeliyim. Mehmet Ali Nuroğlu, benim gözümde hep çok güçlü karakterlerin adamıdır. Oyuncuya rolü iyi giydi, denmez ama o yaşar, yaşatır. Bir önceki projesinin sansasyonel karakterinden sonra nahif Kenan’ı da çok güzel verdiğini düşünüyorum.  Castın geri kalanı da Mehmet Ali Nuroğlu kadar başarlıydı. Yan karakterler bazı sahnelerde beni kaybetse de genele bakınca iyi olduğunu düşünüyorum. Burada sadece parantez açmak istediğim aktör Genco Özak.  Çok sevdim ben onu Ökkeş’te. Ökkeş’i iyi anladığını düşünüyorum ve zaman geçtikçe de tamamen Ökkeş’e bürüneceğine inanıyorum.

Yazan, çeken, oynayan ve kamera arkasında büyük emeklerle çalışan tüm ekibin yüreğine sağlık.

Yazıma Ömer Hayyam’ın bu güzel rubaisi ile son veriyorum. Haftaya görüşmek üzere, sevgiyle kalın.

Sevgiyle yuğrulmamışsa yüreğin
Tekkede manastırda eremezsin
Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada
Cennetin cehennemin üstündesin.

Exit mobile version