Yazan: MORZERRECİKLER
Hani “Acı insana sınırlarını aşan şeyler yaptırır.” diye bir söz vardır ya, bu bölüm de bunun doğruluğunu iliklerime kadar hissettim. Azra’nın başına gelen, gelmeye de devam eden olayları “izlediğimiz sadece bir dizi senaryosu” diye basite indirgeyecek çok az insan vardır eminim. Hangimiz bu olaylar gerçek hayatta yok diyebiliriz ki? Şüphesiz ki bu dizinin izleyici tarafından bu kadar sahiplenmesinin en büyük sebebi, insanların kendi hayatlarından birer parçasını bulmuş olmasıdır.
Azra’nın başına gelen olayları balon metaforuna benzeterek ele almak istiyorum. Hani elinde bir balon vardır ve o balonun kaçmaması için ipi sıkı sıkı tutarsın ama ne yaparsan yap gökyüzüne havalanır ve sen arkasından bakakalırsın ya, tıpkı öyle karakterin başına gelenler. Kaybetmekten korktuğu ve dört elle sarıldığı hayatı gözünün önünde, ellerinden kayıp giderken sadece arkasından bakabiliyor; ne gitmesine engel olabiliyor ne de elinden bir şeyler geliyor ama o kadar güçlü bir yapısı var ki ne olursa olsun kardeşi için çabalamaktan hiç vazgeçmiyor. Yaşadığı tüm acı olaylar yetmezmiş gibi umutla yeniden ayağa kalktığı ilk anda, önce emanet aldığı pilav arabasından sonra da hayattaki tek tutanağı kardeşinden oldu. Ablası ile aynı kaderi paylaşan küçük Mert’in yerden aldığı taşla her gittiği yerde ev inşa etme sahneleri ve ardından başına gelen talihsiz olaylar, önce benim yüreğim olmak üzere izleyen büyük bir kitlenin içini yaktı şüphesiz. Sırf keyfine bakabilmek için otizmli küçücük bir çocuğu markete yollayıp “iki cips, bir çikolata al gel” diyen, üstüne kaybolduğu için “yarım akıllı, geri zekâlı” tabirlerini kullanan Nazım’a kelimelerim kifayetsiz kalıyor! Kardeşinin kaybolduğunu Gönül ablasından öğrenen Azra, kendini paralarken onun kırılan pilav arabasının derdinde olmasından hiç bahsetmiyorum bile. Neyse ki arabanın yerle bir olmasından sorumlu olan Cenk, kendisine ağzının payını, izleyenin içinin yağlarını eritecek şekilde verdi, ancak bu hareket Azra tarafından olumlu karşılanmadı. Her ne kadar olayın arkasını bilmeden Cenk’e çıkıştığı için bazı izleyicilerin tepkisini alsa da ben kızmadım, kızamadım çünkü inandığı, güvendiği ne varsa kim varsa bir anda ellerinden kayıp gitmiş bir insanın karşısında hiç tanımadığı ve dolaylı da olsa başına yeni belalar açtığına inandığı birisine koşulsuz güvenmesi pek mümkün değil benim nazarımda. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki kızımız her ne kadar güven problemleri ile karşı karşıya kalsa da Cenk’e karşı ön yargısı çok uzun sürmeyecek. Hatta ters tepki almış olmasına rağmen, özür mahiyetinde aldığı telefon ve kardeşini bulmak için bastırdığı posterleri sokak sokak dağıtan Cenk, Azra’nın duvarlarını yıkma yolunda ilk adımını attı bile.
Cenk her ne kadar Azra’ya oranla daha şanslı görünse de onun iç dünyasında da işler pek yolunda gitmiyor. Açıkçası bu bölüm kendisine kızdığım noktalar vardı, özellikle babaannesine karşı takındığı tavır hiç hoşuma gitmedi çünkü Feride Hanım ne olursa olsun torunundan vazgeçmediğini, onun sabırlı, sakin ve sevecen biri olarak görmek istediğini vurgularken Cenk ve ailesi istediği hayata sahip olamadığı için öfkesinin esiri oldu. Bu konuda karakterimize “istediğin hayatı yaşayamıyorsan, yaşamak istediğin hayat için savaş! Bazen istemek yetmiyor çok istemek lazım” sözleri ile seslenmek istiyorum. Öte yandan bu bölüm savunulacak tarafları da fazlasıyla vardı. Kaş yaparken göz çıkartmak tabiri vardır ya başına gelenler tıpkı o yöndeydi ama yaşantımızı şöyle bir gözden geçirdiğimiz zaman, hangimiz iyi niyetli olup kötü şeylere sebep olmadığımızı söyleyebiliriz? Kafede Azra için konuşulan hadsiz sözler o kadar gerçek hayattan alınmıştı ki, gecenin bir vaktinde sırf zor durumda olduğu için çalışan genç bir genç kız hakkında sarf edilen kelimelerin sahibi bana göre de güzel bir dersi hak ediyordu ama normal yaşantıda Cenk gibi süper kahramanların sayısı çok az maalesef. Her ne kadar sonucu kötü şeylere yol açmış olsa da yaptığı kahramanlık herkese derin bir “Oh!” dedirtti, şüphesiz. Mert’in bulunması için verdiği çaba da çok takdire şayan bir hareketti. Kardeşine söylediği “gencecik bir kız gözümün önünde her şeyini kaybetti, sen bunları mı dert ediyorsun?” sözleri ile istemeden de olsa şahit olduğu acının kalbinde ve kafasında büyük yer edindiğini görüyoruz. Görünen o ki Cenk, Azra’nın olaylarından kendine ders çıkarmaya başlamış ve çıkarmaya da devam edecek. Bu ikilinin birbirlerinin hayatlarına nasıl dokunacakları, birbirlerinin hayatlarına ne denli güzellik katacakları merakımı cezbeden öğelerden en kuvvetlisi belki de.
İzlerken kızdığım bir diğer isim de yaptığı kötülüklere hiç içi sızlamadan yenilerini ekleyen Sumru oldu. İki kardeşi evden kovmakla yetinmeyip onların parası ile kendisine yeni bir ev alırken Azra’dan gelen her türlü yardım çağrısına kulaklarını tıkamasını tarif edecek bir söz bulamıyorum. Yaptığı her şeye rağmen Mert’in kaybolduğu zaman ilk aklına ilk gelen isim yine annesi olarak bildiği Sumru olurken onun bu temiz sevgiyi hiç hak etmediğini düşündüğümü belirtmeden geçemeyeceğim. Arabada Mert’le giderken yaşadığı ufak bir sorun yüzünden kaza yapmasının ardından, küçücük bir çocuğu öldüğünü düşünerek oracığa bırakıp gitmesi nasıl bir vicdana sahip olduğunun en büyük göstergesidir aslında. Her ne kadar ertesi gün dayanamayıp olay yerine dönmüş olsa da bunu vicdanından dolayı değil de korkusundan yaptığını savunan kesimdenim. Sumru karakterini savunamıyorum, neresinden tutsam elimden kalıyor kısaca. İlerleyen zamanda neler olacağını, diziye nasıl bir renk katacağını kestiremiyor ve merakla bekliyorum.
Geçtiğimiz haftaya nazaran bu bölüm içimin bir tık daha ısındığını söyleyebileceğim karakterse tartışmasız yere göğe sığdıramadığı, “Onlar benim hazinem…” dediği ailesinin konuşmasına kulak misafiri olduktan sonra büyük bir üzüntü yaşayan Feride Hanım oldu. Yaşadığı hayal kırıklığının üstüne soluğu eski bir mahallede alması, oradaki insanlara yardım etmesi, küçük çocukları sevindirerek acısını dindirmeye çalışması içimi sızlattı. Ahiretliğim dediği eski dostunun kapısını tıklattığında kapıyı açan çocuğun “Ninem geldi.” diye sevinçle bağırmasının, ailesi tarafından kabul edilmediğini düşünen Feride Hanım’ın gözlerini doldurduğu da dikkatimden kaçmadı. Bu güzel ziyaretin ardından türbelere gidip dua etmesi, yardım istemesi çok hoş detaylardı ancak dönüşte hasta bünyesinin daha fazla üzüntüyü kaldıramaması üzerine yere yığıldı ve bir şekilde yolu Azra ile kesişti. Bana göre asıl hikâye bundan sonra başlıyor. İkilinin karşılaşmasının ardından doğacak yeni hikâye konuya ne gibi derinlikler katacak dört gözle bekliyorum.
Reytinglerde büyük bir sıçrama yapıp zirveye oturan ve kısa sürede hak ettiği değeri gören; konusu her bölüm biraz daha açılmaya başlayan, yazmaktan büyük zevk aldığım dizimin bu haftaki bölümünü de kalemim döndüğünce yorumlamaya çalıştım, umarım bir çırpıda ve severek okuyacağınız bir şeyler yazmayı başarabilmişimdir. Haftaya görüşmek üzere deyip sözlerimi noktalarken Alp Navruz ve Alina Boz’un başrollerini paylaştığı ailecek izleyebileceğiniz Elimi Bırakma dizisi her pazar saat 20.00’da TRT1 ekranlarında hatırlatmamı da yapmayı ihmal etmiyorum. Esen kalın, sevgilerimle…