Demir ve Öykü’yü zorlu bir sınavın başlangıcında bırakmıştık, en son. Önlerinde gidilebilecek iki yol vardı ya ellerini birbirlerine kenetleyip başta Asu olmak üzere dünyanın tüm zorluklarına kafa tutacaklardı ya da kaderlerine boyun eğeceklerdi. Onlar herkesin beklediği yol olan “birlik” olmayı seçtiler ama bölümde verilen bir metafor işlerin karışacağına dair sinyali vermekte gecikmedi. Baştan belirteyim, bu metaforun alt metnine kelimenin tam anlamıyla “âşık” oldum. Asu ile hararetli bir tartışma yaşayan Demir’in, Öykü’yle fotoğrafının olduğu çerçevenin kırılması yüzünden çileden çıkışına şahit olmuştuk. O kırılma, baba – kızın süt liman devam eden hayatlarının Asu etkeniyle yolundan sapacağının habercisiydi. Düşüp parçalanan sadece bir fotoğraf çerçevesiydi belki ama biz Demir’i neyin öfkelendirdiğini çok net anlıyorduk. Bu noktada oyunculuğunu her zaman çok sevdiğim Buğra Gülsoy’a bir cümle etmeden yapamayacağım: Kendisi her sahnede olduğu gibi minimum oyunculukla maksimum hissiyat uyandırmayı başarmış. Tepkileriyle, yüz ifadesiyle bölümün daha başında olmama rağmen dağılmamı sağladı.
Öte yandan dünyası başına yıkılmış, zaman zaman seksenlik teyzeleri andıran bilmiş tavrından dolayı sekiz yaşında olduğu sürekli unutulan küçük bir kız çocuğu vardı. Onun gözünden akan her damla, benim yüreğime kor gibi indi. Yoldan geçen herhangi bir insana, yaşı kaç olursa olsun direkt olarak “Ben senin annenim. Seni almaya geldim!” deseniz ya sizin deli olduğunuzu düşünür, kulak asmaz ya da ömür boyu unutamayacağınız şekilde sizi tersler. Bu sözü bir de sekiz yaşında annesini ölmüş sanan bir kıza söylediğinizi düşünürseniz büyük bir travma etkisi yaratır. Asu’nun bu davranışı bile ne kadar sevgiden ve aile anlayışından yoksun olduğunun korkunç bir kanıtı. Hayatı boyunca istenmemiş, kapı dışarı edilmiş bir kadından da ilk etapta sevgi saçması beklenemezdi zaten ama bu kadar düşüncesiz bir tavrı da beklemiyordum doğrusu. O, şu an Demir’in başta Öykü’ye aşırı tepkiler verdiği yerle aynı noktada. Şimdi diyeceksiniz ki “ama en azından Demir vicdanlıydı”. Demeyin! Bize hâlâ Asu’nun neden bu durumda olduğu net bir şekilde gösterilmedi. Ne yaşadı, ne onu bu hâle getirdi hâlâ muamma. Bu bölümde onun içinde de canlanmaya başlayan, onu heyecanlandıran kıpırtılar görmeye başladım; belki Demir ve Öykü arasındaki bağı gördüğünden, her ne kadar içi öfke dolu da olsa özlemini çektiği babasını bulmuş olmanın verdiği rahatlıkla belki de sahip olacağı mirasın hayaliyle… Sebebini kestiremiyorum ama ilk zamanlar izlediğimiz Asu ile şimdiki kadın arasında büyük fark var. Sert, umursamaz tavrından her geçen gün biraz daha sıyrılıyor ve bastırmaya çalıştığı duygular daha da ortaya çıkıyor. Her ne kadar izlediklerimiz onun “para” canlısı yönüne işaret etse de ben onun tamamen “sevgi” açlığı çektiğini savunan taraftayım. Cemal’in “ben varken kimse sana zarar veremez. Senin için ben, benim için de yalnızca sen varsın. Anla artık bunu!” sözleri Asu’nun gardını ona karşı tamamen indirdiği ilk andı. Başta, dahil olmak istemediği planda artık tamamen Cemal ile iş birliği içine girdi. Onun hayatında Cemal olmasaydı şayet, Asu’nun bu denli savaş açmaya cesaret edeceğine inanmıyorum. Özellikle Demir’e karşı bir intikam hırsı olduğuna hâlâ ihtimal veremiyorum. O, bu hayattan alacaklı olduğunu düşünerek ne olursa olsun hakkını almak için çaba gösteriyor. Yıllarca onu görmezden gelen kim varsa “Ben varım ve bakın buradayım!” diye haykırıyor sadece. Cemal, sadece Asu’nun içindeki gücü ortaya çıkarmasındaki bir vesile bana göre. Onun, Öykü’ye karşı sergilediği tavırları da sorgulayamıyorum. Anne sevgisi görmeyen, çöp gibi kapı dışarı edilen insanın kendi evladına nasıl annelik yapacağını bilmemesini bir nebze olsun anlayabiliyorum. Öykü’yü bırakmasının altında da kendinde ona verecek sevgiyi bulamamasının yattığını hissediyorum. Tam onun içinde de çiçek açtıracak filizlerinin yeşerdiğini düşünürken babasının ölümü Asu’yu bambaşka duygulara savurdu. “Sen daha ölmedin mi, ihtiyar?” sözlerini sarf ettiği babasının gerçekten öldüğünü öğrendiği an, gözlerinden akan yaşlar beni hem şaşırttı hem de yüreğimi yaktı. O gözyaşları; Asu’nun dilinden dökülenlerle yüreğinden geçenlerin çeliştiğinin bir kanıtıydı , aslında. Gerçekte hissettiği duygulara, tavırlarıyla pranga vurmaya çalışsa da ben onun hissettiklerini daha fazla görmezden gelebileceğine ihtimal vermiyorum. Cemal’e tamamen inandığı bu noktadan sonra onun tek hedefi Öykü’yü almak olacak gibi görünüyor olsa da önünde duran engelin sadece Demir olmadığının da farkında. Candan da en az babası kadar Öykü’ye değer verip onu koruyup kolluyor. Bu nedenle de bir engeli aşan Asu, ikincisine takılıyor. İtiraf etmeliyim ki Candan’ın bu “anaç” tavırlarını ve her konuda Öykü ve Demir’e destek oluşunu çok seviyorum. Bu sebepten ötürü de Öykü – Candan – Demir üçlüsünü daha çok izlemek istiyorum. Onlardan uzak kalmak istemeyen Candan’ın mahallede ev arayışına çıkması, Uğur için de çemberin iyice daralmasına sebep olacak gibi duruyor. Alelade söylenen bir yalan, haftalardır Uğur’a köşe kapmaca oynattırıyor. Şimdiye kadar bu oyun bir problem yaratmamış gibi duruyor olsa da Öykü’nün hastalığından sonra Candan’ın, Demir’e destek amacıyla daha çok onların yanında olacağını hesaba kattığım zaman, bu yalanın yaydan çıkmış ok gibi hızlıca hedefe doğru yaklaştığını hissediyorum. Gerçekleri Candan kendisi mi öğrenir yoksa Demir mi itiraf eder orası muamma ama ben, sorun yaratacak bir baskın yerine itirafta bulunan bir Demir izlemek isterim. Ayrı ayrı Uğur da Candan da her ne kadar ona yardımcı olmaya çalışıyor olsa da “birlikten kuvvet doğar” sözü yankılanıyor kulaklarımda. Açık konuşayım birlik olup hep beraber Öykü’ye kalkan olacakları bir sahneyi, oyun sahnesine yeğlerim. Üstelik bu yalan, Uğur’u köşeye sıkıştıran tek unsur da değil. Kendisi için doğru insanı bulma arayışına giren Uğur, nitekim kalp ritmini değiştirecek bir isim buldu. Buldu bulmasına ama ondaki şans “bahtsız” bedeviyi aratmayacak türden doğrusu. Yahu Uğur, onca insan varken başkomiser kızına âşık olmak nedir? Bir de kadına yaranmak için tiyatro sevdalısı havaları yok mu? Bir kez daha bana bu dizinin dram sahnelerini hafifleten Uğur karakteri iyi ki var dedirtti.
Sevgi Öğretmen’in de Uğur’dan etkilenmediğini söylemek pek mümkün değil doğrusu. Bu ikilinin uyumunu, enerjisini çok sevdim. Hacı nine her ne kadar başka gelin arayışlarında olsa da Sevgi Öğretmen tam ona layık bir gelin. Heyecanına yenik düşünce eli ayağına dolaşan Uğur, bu kez de öğretmene yardımcı olmak amacıyla sonunu düşünmediği bir işe kalkışarak beraber hazırladıkları tiyatro gösterisini izlemeye gidecek olan Candan’ı hesaba katmayı unuttu. Görünüşe bakılırsa onun iki arada bir derede kalışı, yüzümüzde kocaman gülümsemeler oluşturacak sahnelerin habercisi. Yorumumun son kısmını her zaman olduğu gibi, yine beni en etkileyen sahneye ayırmak istedim. Öykü’nün daha önce duyduğu terk edilme duygusu yüzünden defalarca kabus gördüğüne şahit olmuştuk. Bu kez bu duyguyla Demir’in düşlerinde karşılaştık. Görülen bu rüyalar, kırılan çerçeveler her ne kadar bir ayrılığın habercisi gibi görünüyor olsa da cihanı âlem gelse o baba kızı birbirinden koparamaz. Eninde sonunda dönüp dolaşıp birbirlerini bulurlar. Onlar zor olanı başarıp iki farklı bedende tek yürek oldular. Ne Demir’e kızını ne de Öykü’ye babasını hastalık dahil hiç bir etken unutturabilir. Demir’in hiç anlamadığı inşaat işinde kızı için emek vermesi, ona yetebilmek adına canını ortaya koyması, Öykü’yü kimin hak ettiğini en somut şekilde gözler önüne seriyor. Aralarında yalan kalmayan baba – kızın bundan sonra el ele verip tüm zorluklara göğüs gereceği sahneler izlemeyi iple çekiyorum. Asu’nun niyetinin de alenen anlaşılması, Demir’in elini güçlendirerek içime su serpti desem yeridir. Her ne kadar Asu karakterini anlıyor olsam da, baba – kızın ayrılacak olma fikri bile beni yerle bir etmeye yetiyor.
Tüm taşların yerine oturmasıyla hikâye, yeni bir boyut kazandı. Bu noktadan sonra, kurgunun asıl kilit kısmına geçiliyor. İki haftadır beni öncekilere oranla daha fazla içine çekmeyi başaran Kızım’ın gelecek her sahnesini merakla bekliyor ve izlemek için sabırsızlanıyorum.
Yazan, çeken, oynayan, emek veren herkesin emeklerine sağlık. Haftaya görüşmek üzere.