Yazar: Serap SUBAŞI
‘’Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’’ kitabında Joseph Campbell’in dediği gibi; hikâyeler, kahramanın bulundukları sıradan dünyadan ayrılmalarıyla başlar. Biz de Şahin Tepesi‘nde kahramanın bulunduğu sıradan dünyadan ayrılmasıyla, hikâyeyi araladık. Bizim kahramanımız Melek, geldiği dünyayı reddedip yeni bir hayat için savaş açtı.
Melek Özden’in çok gizemi var. Sakin bir karakter olarak gözükse de henüz zaaflarını ve uç noktalarını göremedik. Zamanında evden kovulup her şeyi bırakıp gitmiş, kendine bir hayat kurmuş. Daha doğrusu buna mecbur bırakılmış. Aynı zamanda Melek alışıldık öfke, üzüntü ve kırgınlık tepkilerini vermiyor. Bunun altında yatan sebepleri ve hikâyesini çok merak ediyorum. Ebru Özkan’ın Melek’i bize çok iyi yansıttığını ve hissettirdiğini düşünüyorum.
Öykünün diğer çarpıcı karakteri Tuna Akdora’da ise annesini ve babasını aynı anda korkunç bir şekilde kaybetmenin verdiği travmayla her şeyi elinde, kontrolünde tutma ve her şeye sahip olma takıntısı oluşmuş. Bu takıntısıyla Melek’e ait ne varsa ailesi, mal varlığı ve tabii sevdiği adam, hepsine sahip olmak istemiş. Zamanında kurduğu senaryolarla bunda da başarılı olmuş. Hırslı, tuttuğunu koparan bir kadın, kendi doğrularından şaşmayan, belki de kendi doğrularını yaratan biri Tuna.
İki kadın arasındaki savaşın odağında Demir var gibi duruyor. Demir benim çözemediğim biri, tamamen kapalı kutu. Neyi, niye yaptığını bilmiyoruz. Tuna’yla aralarındaki ilişki zorunlu bir ilişkiye benziyor bunun detaylarını ve Demir’in Melek’i bırakma sebebini ilerleyen bölümlerde göreceğimizi düşünüyorum.
İlk bölümde olayların fitilini ateşleyen Deniz,bende içine kapanık, sevgiyi dışarıda arayan, güçsüz bir genç kız izlenimi bıraktı. Bir anlık gafletle Deniz, Mithat amcayı iterek çatışmanın başlamasına neden oldu. Deniz ve Tuna’nın, Mithat amcayı göle atarken videolarının çekilmesi ve Tuna’nın düşürdüğü bileklik ileride can yakacağa benziyor. O videoyu kimin çektiği konusunda benim seçeneklerim arasında Mete’nin kardeşi ve Tuna’nın sağ kolu olan adam var. Bu gizemin de bir süre devam edeceğini düşünüyorum.
İlk bölümde Melek’in çocukları Cem ve Verda’nın yüzleri gülümseten kardeş didişmelerine şahit olduk. Aybüke Pusat ve Mustafa Mert Koç güzel ikili olmuşlar. İlerleyen bölümlerde de onları gülümseyerek izleyeceğimizi düşünüyorum. Verda, zeki, sorgulayıp yüzleşmeyi tercih eden, dürüst biri. Bu nedenle Efe’nin dikkatini çekti ve bence çekmeye de devam edecek. Aralarındaki ilişki nasıl evrilecek, merak ediyorum.
Şahin Tepesi, tanıtımını gördüğüm anda dikkatimi çekmişti. Gerek müziğiyle, gerek konusuyla, gerekse tanıtımlardaki diyaloglarla bende merak uyandırdı. Diziyi izlemeye oturduğumda bu kadar iç içe geçmiş bir olaylar ağıyla karşılaşacağımı tahmin etmiyordum. Bölümün sonunda tam da bu nedenle mutlu ama kafamda pek çok soruyla kalktım, ekran karşısından. Keşkelerin olduğu; aşk, pişmanlık, intikam, hırs ve birçok duygunun birlikte işlendiği iyi bir hikâye izledik ve hepsinden önemlisi hikâyeye çok hızlı bir giriş yaptık. Bölüm yarattığı soruların pek çoğuna da cevap vererek açıldı aslında. Melek’in evden neden kovulduğunun, Tuna’nın Melek’in hayatını nasıl çaldığının, Melek’in babasıyla Tuna’nın annesi arasındaki ilişkinin sorularıyla beraber cevaplarını da öğrendik. Bunlar olurken aynı zamanda ‘’Ee, bunu öğrendik, bunun cevabını da aldık.’’ diye düşünerek izledim. “Ne olacak, şimdi?” derken bölüm bana her defasında yeni bir soru sordurmayı başardı. Geçmişten bugüne geçişler,yerli yerinde ve iyi kurgulanmıştı. Karakterler, oyuncular, senaryo doğru oluşturulmuş ve iyi bir iş çıkmış. Çok derinlikli bir ana konusu var Şahin Tepesi’nin. Bu derinlik doğru işlendiğinde uzun soluklu bir dizi olacağına inanıyorum. Melek Gençoğlu kalemine sağlık!
Bölümü Melek’in Tuna ve Ceylan’ın konuşmasına şahit olması ve işittikleri nedeniyle savaşmaya karar vermesinde noktaladık. Yeni bölümde neler olacağını merakla bekliyorum.
Söylemeden geçemeyeceğim. Puslu orman sahnelerindeki korku ve gizem içime işledi. Özellikle Tuna ve Deniz, Mithat amcayı göle atarlarken bir ürperdim. O ne güzel, etkileyici sahnedir. Çekim, renk ve müzik çok yerinde ve dozundaydı.
Melek ve Tuna’nın yüzleştiği sahnede, Tuna’nın yarı yutkunup yarı ağlamaklı söylediği ‘’Peki, benim içimde hissettiklerim… Onu ne yapacağız?’’ cümleyle ben de yutkundum, doğrusu çünkü onun yarım kalmışlığını, eksikliği iliklerimde hissettim.
‘SON’dan önce:
-Verda, ilk andan beri bence Tuna’dan hoşlanmadı bir de onun yırttığı mektubu bulunca içine bir şüphe düştü. Bana sorarsanız Verda, bu işin peşini bırakmayacak.
-Demir, cenazede Melek’i o ortamdan alıp götürürken safını belli etti, bana göre. Ben onların hikâyelerini çok merak ediyorum.
-Deniz’in ilerleyen dönemlerde Mithat Amcanın ölümüyle ilgili birileri tarafından sıkıştırılacağını ve bu baskıya dayanamayıp konuşacağını düşünüyorum.
Yazan, yöneten, oynayan herkesin emeklerine sağlık.