Yazar: Ayşe KUTLUHAN
Üs Yapım’ın yapımcılığını üstelendiği, yönetmen koltuğunda ise Sadullah Celen’in oturduğu Elimi Bırakma dizisi, dün akşam TRT1 ekranlarında izleyicisiyle buluştu. Başrollerini Alp Navruz ve Alina Boz’un paylaştığı, güçlü kadrosunun yanı sıra yaz dönemlerinde alışıldık romantik komedilerin dışına çıkılıp genel kurgusunda drama yer verildiği dizimiz Volkan Yazıcı ile Nilüfer Özçelik Aydın’ın tarafından kaleme alındı… İtiraf etmeliyim ki bu yaz uzun zamandır takip ettiğim, ekranlarda görmeyi canla başla beklediğim projeler arasında başı çekiyordu Elimi Bırakma. Tabii ki bunda Sevgili Alp Navruz’un da payı büyüktü. Fazilet Hanım Ve Kızların’da tanıdığım ve her bölüm sergilediği oyunculuk performansıyla kademe kademe yükseldiğini gördüğüm değerli bir oyuncu benim gözümde. Onu, karakterin en ince noktasına kadar hayat vereceğine inandığım bir projede görmek beni çok mutlu etti açıkçası. Şimdiden yolu bizimle beraber açık olsun…
İlk bölümünde ağır drama yer verilen dizide, Azra Ve Cenk’in uçaktaki tatlı atışmalarıyla hikâyeye giriş yaparak, yürüyen bantlarda valizlerinin karışmasıyla devam ettik. Erken yaşta annesini kaybetmiş; hayatta en büyük tutunduğu dalı olan babasına sığınmış ve küçük otizmli erkek kardeşine hem abla, hem anne olmayı başarabilmiş, yumuşacık kalbiyle hayat dolu genç bir kadın, Azra Güneş… Görünürde, varlık içinde oldukça şımartılarak büyütüldüğüne inanılıp –şımarık zengin çocuğu- yaftası yapıştırılmış, ancak perde arkasına baktığımızda çok küçük yaşta kaybettiği babasının ölümünün sorumluluğunu kendi üstünde taşıyıp bunu kimseyle paylaşmaya cesaret edemeyen ve bana göre çocukluğunu kaybetmiş, içinde çok erken büyümüş genç bir adam, Cenk Çelen…
Genel olarak bütün karakterin hayatına bir nebzede olsa dokundukları bölümde en çok Azra’nın ‘’Aileme kavuştum,’’ diye mutlu olduğu yerde, bir günde tamamen hayatını kaybettiğine şahit olduk… Tatlı bir karışıklık sonucunda, çok tatsız bir şekilde tamamen tesadüflerle Cenk’in Azra’nın hayatının içine dâhil oluşuna şahit olduk… Dünya yansa umurunda olmaz gibi görünen Cenk Çelen’in, kendi tabiriyle -durduk yere hayatına tosladığı– Azra’nın yaşadığı olaylara duyarsız kalamayışına şahit olarak aslında içinde bir yerlerde yumuşak kalbinin var olduğunu gördük… Tam da burada projenin ana sloganı olan ‘’Hayat bazen kaybettiğin yerden başlar.’’ cümlesi takılıyor aklıma. Azra’nın ailesini kaybettiğine inandığı yerde Cenk ve Azra’nın hikâyesi başlayıp sızıyor hayatımıza… Hoş geldin, Cenk Çelen… Hoş geldin, Azra Güneş… Birlikte bol reytinglere…
Ufak Notlarım:
- Azra’nın babasını kaybettiği sahneye değinmek istesem de itiraf etmeliyim ki elim varmıyor bir türlü yazmaya. Baba ve ölüm benim yumuşak karnım, bilen bilir muhakkak. Azra’nın takside giderken ‘’Allahım n’olur babama bir şey olmasın.’’ diye dua ettiği yerle, ‘’İçinde kim var.’’ dediği noktada kilitlendim kaldım dersem, yalan olmaz. Azra’nın yıkılışında ve cümlelerinde kendimi gördüm âdeta. Zira hiç kolay olmadığını bizzat yaşayanlardanım. Ancak kurguda ufak bir detay var, gözden kaçan. Dile getirmeden edemeyeceğim; içinde ölü taşıyan ambulans asla siren çalmaz. Ben bunu babamı kaybettiğim gün öğrenmiştim… Hayatta en değer verdiği varlığı, babasını kaybetmesinin ardından maddi olarak dibe vuruşlarının üzerine üvey annesi tarafından yol verilen Azra’nın tıkladığı her kapıda ortada kalması, onu iyice çıkmaza sürükledi. Öte yandan ceplerinde olan tek paranın çalınması, tutunacak son dalının kırılmasına sebep oldu. Otizm hastası kardeşinin yer ve mekân yadırgaması ve en çokta Sumru annesini istemesi de ayrı üzücüydü… Çareyi beraber ölmekte bulan Azra’nın ise imdadına Mert’in kimseye temas etmediği elleri koşmuştu. İki kardeşin hikâyesi tam da burada başlıyor olacak, sanırım… En çokta ölüm sahnesinde sergilediği oyunculukla kalbime dokunan Alina Boz’a sevgilerimi yolluyorum. Müthiş bir performanstı. Yolu açık olsun…
- Küçük Mert’e değinmek istiyorum biraz; piyanosunun götürüldüğü sahnede oturup ağlayanların başını çekerim diyebilirim. Otizm hastası bir çocuğun elinden onu hayata bağlayan bir şeyi almak, bu kadar kolay mı diye soruyorum kendi kendime. Nasıl bu kadar duyarsız olunabiliniyor, hayretler içerisindeyim. Burada küçük starımız Yiğit Kağan Yazıcı’ya değinmek istiyorum biraz; bu kadar küçük bir yaşta, bu kadar zor bir karaktere, bu kadar muhteşem ve kusursuz bir şekilde hayat vermek, herkesin harcı olmasa gerek. Onu ayakta alkışlıyorum. Daha yolun başındasın Yiğit Bey! Başarı, her daim seni bulsun…
- Cenk’in içinde –bana göre- sabit kalan bir şeyler var. Genel karakterini yukarıda kaleme aldım zaten. Buna tekrar değinip aynı şeyleri dile getirmek istemiyorum açıkçası. Hepimiz tahmin ediyoruz ki Azra, Cenk’in hayatına büyük dokunacak ve kaybettiği çocukluğu Azra’da bulacak, Cenk. Sabırsızlıkla beklediğim sahnelerden bir tanesiyse Azra ve Cenk’in birbirlerine yemek yapması, sanırım… Sevgili Volkan Hoca ve Nilüfer Hoca buna bir el atar diye düşünüyorum… Eee birisi aşçılık okumuş, diğeri yemek firması sahibi, olsun o kadar…
- Klasik bir üvey anne, Sumru; hem de sonradan görme zenginliğiyle… Ama ne yaparsa yapsın o varoşluğu üzerinden atamamış bir kadın. Asil görünen ancak bir türlü olamayan bir karakter, bana göre… Öte yandan kendisinin tam zıttın da iyi kalmayı başarabilmiş, üvey de olsa Mert ve Azra’yı kardeş bilmiş Sumru’nun öz kızı, Cansu… İşin içine Cenk’in aşkı girince iyi kalmayı başarabilecek mi? Tartışılır… Açıkçası Sumru’nun, Azra ve Mert’i sevmediğine inanmıyorum. İçinde bir yerlerde onlara beslediği güzel duygular var kesinlikle ama para sevgisinin ağır bastığı yerde, aile sevgisi maalesef yok oluveriyor bir anda… Seni mimledim Sumru Güneş, otizm hastası bir çocuğu ‘’Sumru anne’’ diye ağlayarak kapının önüne koyduğun için. Dolunay Soysert mi? Ben bir oyuncuya hem iyi, hem kötü karakter nasıl bu kadar çok yakışır diye sorgulamadan alamıyorum kendimi. Müthiş bir oyuncu! Tartışmaya kapalı, o derece. Öte yandan Cemre Gümeli, Tatlı İntikam’dan aşina olduğum ve duru güzelliğine hayran kaldığım genç bir oyuncu. Cansu karakterine çok yakışmış. Bir istek! N’olur anneni örnek alma Cansucuğum, n’olur…
- Tam bir Osmanlı kadını, Feride Çelen… Sert ve otoriter yapısının ardında sıcacık bir kişiliğe sahip olduğunu görebiliyor insan. Cenk ile arasındaki buzlar derin. Bunun da sebebi Feride Hanımın Cenk’i sürekli ‘’Arif kokulum.’’ diye severek ona babasını hatırlattığından diye oluştuğunu düşünüyorum. Feride Hanın, Cenk’in okuldan atılması karşılığında hayal kırıklığına uğrasa da işin içinde derin ve Cenk’i zorlayacak bir mesele olduğunu tahmin edebiliyor, bence. Bunu da ‘’Cenk şiddet meyillisi değil.’’ diyerek de dile getirdi zaten. Benim tahminim babasına yönelik bir şey. İlerleyen bölümlerde buna yönelik bir flashback göreceğimize inanıyorum…
- Oğlu ile kayınvalidesinin arasında kalan asil ve iyi bir anne Serap Çelen, benim nazarımda. Bölümde onun karakterine çok fazla değinilmese de Cenk ve kayınvalidesi arasında kalacağı aşikâr. Serap Çelen’e yönelik en büyük merakım Azra ile kuracağı bağı sanırım… Nasıl yaklaşacak, bekleyip görelim bir. Ebru Aykaç’a ayriyeten sevgilerimi gönderiyorum…
- Paramparça dizisinde iyi bir yakın arkadaş ayriyeten aile avukatı olarak izlediğimiz Sevgili Ertuğrul Postoğlu, Elimi Bırakma da kötü bir karakterle karşımıza çıkıyor. Kardeşi olarak gördüğü yetimhane arkadaşını dolandırmış hatta ve hatta dolaylı olarak ölümüne sebep olmuş, bir arkadaş. Ondan kalan emanetlere sahip çıkmak yerine onların hiç tatmadığı kötü duyguları tatmalarına sebep olan bir arkadaş… Hanginiz Yiğit’e kaldırdığı el için kırılsın demediniz? Bence hepiniz dediniz. Kurguda otizmli bir çocuğa el kalkmasını onaylamasam da sevgili görüntü yönetmenimize teşekkürlerimi iletiyorum, tokat detayını bize göstermediği için. Sizi aile olarak mimledim, haberiniz olsun…
- Son olarak Çelen kardeşlere değinecek olursam güzel kardeşlik bağı seyredeceğimize inanıyorum. Bunun yanı sıra Batuhan Ekşi’nin hayat verdiği Tarık Yelkenci karakterinin Azra ve Cenk arasında nasıl bir denge sağlayacağına yönelik merak içerisindeyim.
Haftalarca beklediğime değecek bir bölüm seyrettiğim için çok mutluyum açıkçası. Bütün kadrosuyla, dolu dolu işlenmiş hikâyesiyle benim için Elimi Bırakma’nın reyting sıralamasında edindiği yerin hiç bir önemi yok. O kadar kaliteli bir başlangıç yaptı ki ilerleyen bölümlerde hak ettiğini alacağına inanıyorum. Yeniden bir projeyi kendime yakın hissedip yorum yazmak için başına oturmak beni mutlu etti. Emeği geçen herkesin yüreğine sağlık…
Haftaya görüşmek üzere, sevgiyle kalın…