Yazar: Sinem ÖZCAN
Şaşırmayı seviyorum, net! “Ben demiştim, nasıl da bildim!” demek değil, “Helal be! Bu, hiç gelmemişti aklıma!” demeyi istiyorum, film ya da dizi izlerken… Madem iki saatimi verip geçiyorum ekran karşısına, yapılan işte zekâ göreyim istiyorum. İzleyenin aklını, hayalini, yorumunu küçümseyeni değil, ona “Sen iyi düşündün ama bi’ de buna bak bakalım, beğenecek misin?” diyerek başka bir lezzet sunana bayılıyorum. Hangimiz Sevmedik’te bu bölüm iki kez yaşadım bunu. Her ikisinde de “Ya ben bunu niye akıl edemedim?” diye kendime söylenerek…
İlk üç bölümde senaryo komediye alabildiğine vurgu yapmıştı. Geçen hafta ise hem Adile & Münir hem de Itır & Tarık cephelerine ufak dokunuşlar geldi. Yavaş yavaş öykünün rota değişikliğinin sinyali gelmişti ama açıkçası ben iki bölüm daha bu çizgide gidecek diye düşünmüştüm. Oysa bu bölüm çok seri ve sert dönüşler art arda geldi. Birden işin rengi de tonu da değişti. Sanıyorum bu değişimin hemen ardından karakterlerde de dönüşümler başlayacak.
4. bölümü “Bu defa kurtulacak mı bizimkiler?” diyerek bırakmıştım. Gördüm ki kurtulmaları için ille de Şener gerekmiyormuş. Itır, daha önceki bölümlerde de birkaç kez ipucunu sezdirdiği gibi Tarık’a göre daha pratik zekâlı. Bu defa da zekice bir hamleyle durumu toparladı. Toparladı toparlamasına da 40 yılın âşıkları Adile ve Münir’e daha önce 40 kere geçtikleri yolda kül yutturmak o kadar kolay değil.
Birbirlerinin adını anmaya tahammülü olmayan ikili söz konusu olan evlatları olunca işbirliğine gider, kaçınılmaz olarak. İzleri sürer ve doğru sonuca da varırlar. Buraya kadar her şey normal ve olması gerektiği gibi, sürpriz yok! Ama o da ne? Aniden keskin bir viraj geldi, karşıma. İşi toparlayan bu kez Emel… Hem de öyle bir toparlamak ki… Oscarlık rolü çıkarabilmek için; rolü hissetmek, hissetmekle de kalmayıp yaşamak gerekirmiş. Eeee Emelcik yıllardır yaşadığını oynayınca değil Adile’yle Münir karşısında kim olsa inanır, el mecbur. ( Hâlâ hiçbir şeyi anlayamayan Tarık, otur sıfır!)
Emel’e çizilen kimliğe bir defa daha bayıldığımı söyleyeyim de eksik kalmasın. O nasıl güzel bir sevgidir, kardeşim! Sevdiğin mutlu olsun, ona zarar gelmesin diye kendini silebilmek… “Hep ben, sadece ben, bir tek ben…” diyen ve hırsı için dünyayı yakmakta zerre beis görmeyen alışıldık ikinci kadın tiplerinden nasıl başka… Nasıl güzel ve nasıl gıpta edilesi… Kim ne derse desin, Ne Adile’nin ne Itır’ın aşkı Emel’inki kadar büyük ve saygı duyulası değil gözümde.
Emel’in itirafıyla ben “Hah, şimdi işin şekli değişiyor; Adile bu işin üstüne atlar, Emel’le Tarık’ı evlendirmeye kalkar.” diye düşünürken daha ilk virajı bu kadar sert almanın sarsıntısını atlatamadan ikinciye girdik. Adile ve Münir, kendilerini kaybedip sokak ortasında kavgaya başlayınca yıllardır sakladıkları her şey evlatlarının kucağına dökülüverdi.
Şimdi… Roller değişecek, ister istemez. Bu kez gerçeği anlamaya çalışan çocuklar, sırrı saklamaya çabalayan büyükler olacak. Nasıl Adile ile Münir kendi yaşadıklarını hatırlayıp çocuklarının yalanına inanmadıysa şimdi de aynı duyguların içinden gelen, üstelik olup biteni kulaklarıyla işiten çocukları ikna etmek güç. Tamam, inkâr edecekler; tamam, zorda kalırlarsa “yaşandı, bitti!” moduna geçecekler belki ama her şeyden önce kendi içlerinde uyuyan canavarı uyandırdılar bir kez. Artık hiçbir şeyin aynı olmasına imkân yok!
Karakterlerdeki değişimi de bu nedenle bekliyorum. Hem Adile hem Münir artık birbirlerine duyarsız –mış gibi yapmaktan vazgeçecekler, iç seslerine kulak tıkamak gittikçe güçleşecek, birbirlerinden nefret ettiklerini kendilerine kabul ettirmeleri çok güçleşecek.
Bunun yanı sıra ben asıl değişimi Tarık da bekliyorum. Itır bu ilişkiye biraz daha tolereli olacak gibi geliyor bana ama Tarık sertleşecek diye düşünüyorum. Bu bölüm, Hale’yle sahildeki buluşmada gördük ki Tarık çok da gözü açılmamış kedi yavrusu değil. Itır’ın tavrının pekâlâ farkında ve ilk kez Itır’a çok net bir ifadeyle “Bana güvenmeyi öğrenmezsen, bunları çok yaşarsın.” dedi. Özetle bu bölüm sinyali ilk kez gelen keskinliği hem Itır’a hem annesine hem de Münir’e artacaktır. Annesi ve Münir arasında yaşananları “Eh, yaşanmış bitmiş!” havasıyla sindireceğini çok da düşünmüyorum. Buradan yeni ve güçlü çatışmalar gelecek gibi duruyor.
Emel’in aşk itirafının da bir süre sonra özellikle Itır’ı düşündürmeye başlayacağını umuyorum. Itır ve Emel arasında da dengeler değişebilir, ilk anda olmasa da zaman içinde.
Geçen bölüm “Şener’in hikâyesi belli oldu. Artık biraz geriye çekilse…” demiştim, açıkçası onun için de kafamda daha 2 bölüm vardı ancak hadsizlik etmişim. Benim düşündüğümü senaristler benden evvel düşünüp uygulamış, zaten. Bu bölüm Şener dengesinin iyi korunduğunu çok sevinerek gördüm. Yeni giren Yadigâr tiplemesiyle de Şener’in ağırlığı dağıtılacak gibi görünüyor ki çok isabetli olmuş.
Şimdi bir tek talebim kaldı senaristlerden: Gözünüzü seveyim, İlyas’ı harcayıp durmayın! Bak dayanamıyorum, içim sızlıyor. Ayşen’e karşı hükmen mağlup zaten bir de Şener’e mağlup edip durmayın. İlyas’a biraz gün yüzü gösterin, lütfen!
Senaryo akışına bu bölüm tek kelimeyle bayıldım. Öykünün yeni düğümlerini ve bunların getireceklerini de çok sevdim. Şu ana kadarki tempoya bakarsak olayların ritmi de çok yerinde ve oyalamadan gidiyor. Bu, çok az dizide görebildiğim çok doğru bir denge.
Hangimiz Sevmedik için ilk izlenimleri kaleme aldığımda bir noktaya değinmiştim: Yeşilçam havası çok doğru ve çok güzel ama Yeşilçam filmlerinin tipik özelliği karakter yaratmak değil tip yaratmaktır. Umarım dizide bu uygulanmaz, tipler değil karakterler görürüz demiştim. Şimdi çok ama çok sevinerek görüyorum ki karakterler derinleşiyor. Gerçekten tadına doyulmaz bölümler gelecek gibi hissediyorum.
Geçen bölümün tartışmasız en sevdiğim sahnesi Adile ve Münir’in hem geçmişi hem bugünü birlikte yaşadıkları sahneydi. Bu bölüm onun bir başka versiyonunu izledik ve onu da çok beğendim. Flashbacklere fazlaca alışık gözlerimiz için çok güzel bir renk oldu ve ustalıkla çekilen bu sahnelerde rejiye ayrıca bayıldım.
Altan Erkekli ve Gül Onat oyunculukları, benim ancak takdir edebileceğim, hayranlıkla izleyebileceğim ve üstüne yorum yapamayacağım kadar usta işi. Bir tek noktayı belirtip onlara ancak saygılarımı sunabilirim. O da ben, her ikisini de en çok birlikte sahnelerinde çok seviyorum. Baba ve anne sıfatlarından sıyrılıp hâlâ için için yanan ateşi sezdirdikleri o kimyayı çok özel buluyorum.
Sevgili Can Yaman’dan söz etmeden yazıyı bitirmeyeceğim, elbette! Bu bölümün finalinden sonra Tarık’ta değişim belirginleşecek derken bir yandan da kendi kendime “Asıl Can Yaman sahneleri bundan sonra gelecek!” dedim. Oyunculuğunu daha dolu ve vurgulu gösterebileceği bölümler yakındır. 4. Bölümün finalindeki havayı çok iyi bulmuştum. Bu bölüm de sahnenin devamında gelen panik ve şaşkınlık duygusu çok iyiydi ama bu bölüm en beğendiğim yer, kuşkusuz, ofiste Itır’la Hale konusundaki tartışma sahnesiydi. Kendini anlatmaya çalışmaktan ve suçlanmaktan sıkılmış adamın duyguları çok içten geçti. O sahnedeki beden dili, sesi kullanış çok ama çok doğruydu.
Bu bölüm ilk kez farkına vardığım bir nokta var, Can Yaman’la ilgili. ( Bu kadar izledim görememek de benim şapşallığım) Kamera açısını çok doğru kullanıyor ve sahne hızıyla açıyı çok doğru birleştiriyor. Yönetmen becerisini elbette yadsımıyorum ama ekrandan izleyicinin gözünün içini yakalamanın da oyuncunun başarısı olduğuna inanıyorum. Asla açıyı kaçırmadan ve ritmi çok doğru ayarlayarak sahneleri kaçırmıyor. Bunu gördükçe bir kez daha dile getirmek istiyorum: Ben artık iyi bir sinema filminde görmek istiyorum seni Can Yaman!
Hangimiz Sevmedik için ilk bölümden beri sadece ben değil izleyen herkes aynı nitelemeyi yaptı: Yeşilçam tadında dedik. Sonuna kadar da doğru ama bu bölümle birlikte anladım ki o tada çok akıllıca bir çeşni eklenmiş ve beşinci bölümden itibaren dizi yeni ekseniyle çok daha hareket kazanacak gibi geliyor, bana.
İki saat boyunca beni ekran başına kilitleyen, izlediğim her andan zevk almamı sağlayan bütün ekibe, yaşattıkları için çok teşekkür ediyorum. Emeklerinize sağlık…