Yazar: Sinem ÖZCAN
Geçen hafta fragmanı izlediğimde, son birkaç bölümdeki gerilimin düşeceğini ve “Şener” ağırlıklı bir “nefes alma” bölümü geleceğini tahmin etmiştim. Neyse ki bölümün % 80’inde Şener ve yakın arkadaşları katayla külliyi izlemedik yalnızca. Eskiye nazaran daha iyi dağıtılmış ve daha dengede bir “Şener” bölümüne de çok itiraz etmiyorum bu sebeple.
Şener’i aklama gayretinin doruk noktasını seyrettik. Eh, bir bölüm de “Beni, beni, Şenerinizi… Siz beni hiç tanımadınız ama….” triplerini izlesek inşallah 26. bölüm itibariyle normal akışımıza döneriz diye umuyorum. Haaa, yanlış anlaşılma olmasın. Şimdiki profili benim için daha katlanılabilir. En azından insani belirtiler görüyorum, en azından sevdikleri için bir çabasını izliyorum ama Şener bu kardeşim; önü bir, ardı bir… Benim için sürprizi yok. İstendiği kadar işlensin, istendiği kadar derinleştirilmeye çalışılsın; empati yapacağım, merak edeceğim, ilgi duyacağım adam değil.
Hikâyelerini merak ettiğim iki çift var, malumunuz: Itır ve Tarık, Emel ve İlyas… Bu bölüm Emel ve İlyas için duyguların ortaya döküldüğü bölüm olur diyordum, olmadı. Anlaşılan o ki İlyas’ın duygularını en son öğrenen Emel olacak. Hatta son sahneye bakılırsa bir süre daha ertelenecek de olabilir.
Itır ve Tarık için de mesajımı çok net aldım sayın senaristler, hem de Tarık’ın ağzından. “Çocuk yapmaya karar verdiklerinde…” öğrenecek aileleri onların evli olduğunu yani demektir ki finale kadar sürecek bu durum. İyi madem, en azından beynimden “Ha ortaya çıktı, ha çıkacak!” duygusunu çıkarıp izlerim. Vardır elbet, bir bildiğiniz…
Emel ve İlyas cephesinde taşlar yerine oturmaya başlamış, artık birbirlerine ilgileri netleşmiş ve açıldı açılacak hâle gelmişlerdi. En sevdiğim yanı da ikisi de diğerinin yarasını biliyor ve buna saygı duyuyordu. İlyas, Emel’in Tarık’a olan aşkının farkındaydı ama bunu sorun etmiyordu. Gel gör ki hiç beklemediğim bir düğüm geldi o ilişkide. Açıkçası ben Tarık’ın Emel’in duygularını öğrenebileceğini düşünmemiştim. Bu Emel’le İlyas arasında bir sır olarak kalacak, üstü örtülüp küllendirilecek diye bekliyordum. Belki de açığa çıkarsa o güzel dostluğun bozulmasından korktuğum içindi.
Tilkinin kırk tane hikâyesi varmış kırkı da tavuk üstüne, derler ya. Benimki de o hesap… Hangimiz Sevmedik’le ilgili her sözüm dönüp dolaşıp Itır ve Tarık’a bağlanmak zorunda… Bölümün başlarında Itır’dan Tarık’a “Bizim aramızda gizli saklı bir şey olmasın.” isteği geldiğinde aklıma Çehov’un ünlü sözü geldi: “Duvarda bir tüfek asılıysa oyunun sonunda o tüfek patlamalı.” Bu ilke uyarınca o sözü bir tüfek kabul ettim ve “Tarık’la Itır arasında bir sırdan dolayı sorun yaşanacak.” demek ki diye beklemeye başladım tüfeğin patlamasını. Hiç de itirazım yok buna çünkü o ilişkinin derinleşmesi için çatışmalar gerekiyor ( çatışma demedim, – lar dedim gizli evlilik ortaya çıkmıyorsa o ilişkiyi tek çatışma derinleştiremez bana kalırsa) İşte bu yüzden yaşanacak ciddi bir gerilim ve bu arada duygu git – gelleri çok daha inandırıcı olmalarını sağlayacaktı. Amaaaa hesap edemediğim şey, o sırrın Emel’in gizli aşkına bağlanmasıydı.
Çok güzel bir dörtlü olmuştu Itır & Tarık ve Emel & İlyas… Dostlukları çok sıcak ve çok inandırıcıydı, şimdi o dörtlünün tam ortasına koca bir bıçak saplandı. İlyas, Emel’in Tarık’a aşkını kabullenmişti ama Tarık, çocukluğundan beri dostu bildiği Emel’in kendisine duygularını nasıl kabullenecek? Hadi o kabullendi diyelim en büyük zaafı kıskançlığı olan Itır, en yakın arkadaşının kocasına âşık olmasını nasıl hazmedecek? Valla kafamda deli sorular… Aniden ortaya çıkan bu kocaman sorunu sevdim mi? Çooookkkkk sevdimmmm! Benim arayıp da bulamadığım kargaşa bu işte! Şimdi düşün dur, Sinem! O dostluğu çatırdatmadan, kırıp dökmeden bu bıçak nasıl çekilip alınacak aradan? Fragmanı izlediğimde bir şaşkınlık daha yaşadım. Öğrenen sadece Tarık değil, Itır da bu sorunla yüz yüze… Hepsinden mühimi İlyas da olayın tam göbeğinde… Yani bizimki tüfek müfek değil bildiğin pimi çekilmiş el bombası. Bi’ de patladı üstelik… Şimdi o enkazdan kim sağ, kim yaralı çıkacak; ölü var mı? Varsa nereye gömüyoruz?..
İşte bana bunlarla gelin n’olur ya! Düşüneyim taşınayım, doluya koyup taşırayım boşa koyup dolmasını bekleyeyim yani gri hücrelerim biraz mesai yapsın ve sonunda da “Vay be! Hiç böyle düşünmemiştim, ben!” diye kendimi kınayayım…
Valla çok keyifliyim! Şurası bir gerçek, bu kez düğüm çok isabetli bir yere atıldı. Sadece hikâye anlamında değil oyunculuklar anlamında da çok keyif verecek sahneler geliyor gibi, kokusunu alıyorum. Bülent Şakrak ve Can Yaman ikili sahnelerde çok müthişler; Pelin Ermiş ve Yeliz Kuvancı’nın da o ikiliye katılmasıyla öyküdeki dostlukları kadar güzel bir oyun çıkacak gibi…
Yeliz Kuvancı demişken geçen hafta da yazmıştım ama bu hafta çok daha net söyleyebiliyorum: Itır’a çok yakıştı. Itır ve Tarık dizinin şanssız kahramanları bana kalırsa… Şener’e, Adile ve Münir’e yapılan rötuşlar onlara şu ana dek yapılmadı. Biz ikisini de hep kalın çizgilerle ve tek renk gördük. Yakışıklı, efendi, karısına çok âşık Tarık; Can Yaman sayesinde hareketleniyor. Onun ince dokunuşlarıyla tip olmanın ötesine geçebiliyor. Çok güzel, narin, kocasına çok âşık ve kıskanç kızımız Itır da iki bölümdür çok şükür ince bir dokunuşa kavuştu. Yeliz Kuvancı; Itır’a bir sempatiklik, biraz çocuksuluk ve hayli hareket kattı. Öyle olunca Itır ve Tarık sahneleri de çok daha izlenilesi, çok daha keyifli hâle geldi. Eğer umduğum gibi bu son düğüm itici bir güç olursa Itır’ın da Tarık’ın da o çoktan hak ettikleri renklendirmeye kavuşacaklarını düşünüyorum ve asıl o zaman harika Yeliz Kuvancı ve Can Yaman sahneleri göreceğiz gibi geliyor.
Bölümün başından sonuna dek yine bayılarak izlediğim diğer isim Bülent Şakrak’tı. Emel’le karşı karşıya gelip o boğazına düğümlenen yumruyu ben de kendi boğazımda hissettim. Bakışları, kenarda dolaşıp dolaşıp bir türlü konuya girmememin çaresizliği ve İhsan’dan Hulusi Komiser’e kadar aklının yettiği herkese koşup bir medet umması öyle bir dokundu ki bana… Amaaaaa elbette yine bayıldığım yer minibüste Tarık’a dökülmesiydi. Daha önce de söyledim İlyas – Tarık sahnelerinde öyle bir hava doğuyor ki ben bir süre sonra Bülent Şakrak – Can Yaman sohbeti, dertleşmesi izliyor gibi oluyorum. Öylesine doğal, öylesine akan ve öylesine senkronize ki sahnede duruşları, beni diziden çekip alıyorlar. Sanki iki arkadaş ön koltukta oturup söyleşirken ben arka koltukta ellerim çenemin altında kitlenmiş bir Bülent Şakrak’a bir Can Yaman’a bakarak sohbetin davetsiz misafiri oluyorum. ( gerçi bu duygumda Metin Balekoğlu’nun o çok sevdiğim çekim tekniğinin de büyük katkısı var. Söylemezsem olmaz.) Bölüm biter bitmez yoruma oturmadan hemen onların sahnelerini bulup bir kez daha doya doya izlemem de ondan…
Bu hafta üç sahnesi var sevgili Can’ın söz etmeden geçemeyeceğim. İlki az önce sözünü ettiğim Bülent Şakrak’la minibüsteki sahneydi. İkincisi teyzesi için kaygılanan, yaşananlara bir yandan anlam vermeye çalışırken diğer yandan teyzesinin üzülmesini engellemeye çalışan Tarık sahnesi… Gerçi benim gözlerim orada odasında tek başına ağlayan Ayşen’in yanına gelen bir Tarık aramadı değil. “Sırık yeğen”den gelecek “baba” şefkatine öyle ihtiyacı vardı ki Ayşen’in. Keşke öyle bir sahne yazılsaydı ve keşke Mehtap Bayri’nin çok başarılı performansı Can Yaman etkisiyle ikiye katlansaydı ama nasip değilmiş.
Beni benden alansa son sahneydi Sevgili Can! Defterin içindeki fotoğrafı bulmasından, o fotoğrafı korka korka çekmesinden, yazıyı okumasına dek her detay; nasıl da tane tane, nasıl da ince ince verilmişti. Merak, karşılaşacağı şeyden hiç hoşlanmayacağını çok iyi hisseden bir adamın kaygısı, Emel’in duygularıyla yüzleştiği andaki şaşkınlık ve ardından gelen endişe… Öyle hızlı, öyle tereddütsüz ve öyle keskin geçti ki an be an Tarık’la yaşadım aynı duyguları. “Can Yaman’ın bakışla oynaması “ diye bir gerçek var benim zihnimde… O kadar doğru aktarıyor ki duyguyu ben zihnimden onun bakışına replik yazarken buluyorum kendimi. Son sahnedeki bakışı yakalayıp fotoğraflayacağım diye sahneyi defalarca izledim ve o kareyi dondurduğumda o bakışa ne çok şey sığdığını bir kez daha gördüm. Şaşkınlık, üzüntü, biraz öfke ve bolca “Eyvah! Ne yapacağım şimdi?” endişesi… Yine ve yeniden diyorum ki ben senin sözsüz sahnelerine hayranım, Can Yaman! Dilerim daha upuzun yıllar hep aynı keyifle hep aynı tatla o sahneleri izler ve iki elimin çıkarabileceği en yüksek sesle alkışlarım seni. Yüreğine sağlık, ne diyeyim?
Şimdi gidip o son sahneyi bir kez daha izleyeceğim ve ardından da fragmanı… Ondan sonra beynimdeki tilkileri salıp kuyruklarını düğümlemelerine gelecek sıra, önümüzdeki haftaya dek. Uzun süredir ilk defa bu kadar merakla beklediğim bir bölüm geliyor.
Emeği geçen herkese kocaman teşekkürler…