Çok sevdiğim kitapları, bitmesin diye koklaya koklaya okurum ben. Biterse benden kopup gidiverecekmiş, erişemeyecekmişim gibi gelir. İkinci kez elime alırken “Ya, aynı duyguyu hissedemezsem!” artık “benim” olmazsa diye ödüm kopar. İnadına Aşk’ı her hafta izledikten sonra aynı kaygı yüreğimi eziyor. Tekrarını izlersem büyü kaybolur mu, diye? Oysa her seferinde ilk izleyişimde kaçırdığım nice nice detayı yakalıyorum. Yine de bu bölüm sanırım benim “büyüyü kaybetmekten” en çok korktuğum ve sanırım benim için en özel bölümlerden biri olacak.
Üstünde konuşması da çok zor bölümlerden biri… Her seferinde “bundan iyisi gelmez” deyip bir sonraki hafta “ama bu bölüm çok muhteşem” demek fena bir çelişki gibi görülebilir ama eğer bir ekip her hafta kendini aşıyorsa iş çelişkiden çıkıp kendi içinde tutarlı oluyor.
Yine her şey ince ince dokunmuştu. Geçmiş bölümlerde düğümlü kalanlar çözülürken yeni düğümler öyle ustalıkla atılıyor ki “acaba”ların gerilimiyle yaşıyorum bir hafta… Üstelik de bunu komedi dizisinde yaşıyorum. Gerçekten ama gerçekten bir izleyici olarak çok şanslı olduğumu düşünüyorum.
Yalın, kimliğinde yaptıkları küçük oynamalara ayrıca ama ayrıca bayılıyorum. Bu hafta acı çeken adama bir de minik muzurluklar katmaları, Yalın’ın kendini kollamak adına iğneleyici ve yer yer gıcık adama geçişleri ara ara kendine engel olamayıp çapkınca cümlecikleri… Öyle bir hareketlendiriyorsunuz ki karakteri sevgili senaristçiklerim, cidden çok başarılı bir oyunculukla da canlanınca dizi tarihinin, en azından benim için, unutulmaz tiplerinden biri oluyor.
Bu arada yeni karakterlerin biri Aslı, biri Nehir… Bir Ferda da gelir mi ki acep bir yerlerden? (Dikkatimden kaçtı sanmayın, efendim)
Oyunculara geçmeden bir iki talebimi de araya sıkıştırayım mı?
İlki: Sevgili senaristçiklerim ben bütün iyi niyetime rağmen Ezgi’ye tahammül edemiyorum gözünüzü seveyim bir şeyler yapın. Bu arada Yeşim ve Deniz, Yalın’la Defne’yi barıştırmak için debelenirken sözüm ona ev arkadaşı ve en iyi dostu Ezgi’nin kılını kıpırdatmaması da fena kanıma dokundu, bilesiniz.
Üçüncüsü: Hani diyorum ki Yalın’ın annesi kaçınılmaz olarak dedeyle ve doğal olarak Meftune’yle karşı karşıya gelecek. Belli ki Meftune’nin yıllardır o kadına karşı içinde birikenler var. Bizi şöyle derinden vuracak bir Meftune& Sedef diyaloğu olsa mı ki?
Bunları dikkate alırsanız havalara uçarım başınızı iki yana sallayıp “cık” derseniz o zaman büker dudaklarımı otururum.
Veeee gelelimmm
Bölümün ikinci reklam arasında (daha son sahneyi görmeden) düşünüyordum: Benim hem komedi hem dramda çok iyi bulduğum yerli oyuncu var mı diye? Uzun uzun ölçüp tarttım ve sadece iki dev isimde karar kıldım. Şener Şen ve Uğur Yücel… Başka da yok – tu. –di’li geçmiş kullanıyorum çünkü bu akşam karar verdim ki hem komedi hem dramda izlemeye doyamadığım üçüncü isim CAN YAMAN.
Sonra yine geçenlerde okuduğum bir röportajı hatırladım. Yıldız Kenter’le yapılmış çok iyi röportajlardan biriydi. Bir yerinde usta sanatçı, “Sanatta matematik önemlidir. “diyordu. Röportajcı ( kimdi bilemedim şimdi) “Niye?” diye sordu doğal olarak. “Çünkü matematik ölçüdür, sanatta da ölçü gerekir. 1. sayfayla 5. sayfadaki duygu bağını kurabilmek gerekir. Oyuncu kontrollü olmalı; duygusuna, diline, bedenine sahip çıkmalı!” diyordu. ( bire bir değilse de özü buydu)
Bütün bu matematiği yakalayıp bütün detayları en doğalıyla verişinden dolayı izlemeye doyamıyorum, doyamayacağım. Sanırım bundan böyle de her yeni işinde onunla birlikte gittiği diziye, filme taşınacağım.