Site icon Dizifilm BiZ

Gel Gör Beni Aşk Neyledi (Doğduğun Ev Kaderindir,20.bölüm)

YAZAR:Şehriban Simay DEMİR

Hayatta bocaladığımız çok zamanlar olmuştur. Ne yaptığımızı bilemediğimiz, karar verirken doğruluğunu hesaplayamadığımız, karşımızdakinin de ne yaptığını anlayamadığımız anlar… Kafamızın dağınık olduğu, gördüğümüz ve duyduğumuz hiçbir şeyi beynimizde bir yerlere oturtamadığımız zamanlar…

Zeynep’in hayatı savrulmakla geçti; o başlarda aksini düşünse de ne kendisini tam olarak ait hissedebildiği bir yuvası oldu ne de ailem dediği bir evi. Mehdi’ye “Ben oraya yuvam dedim, ailem dedim sen beni nasıl hapsedersin?” diyerek boşanma kararını bildirmesi aslında, bu gerçeği nihayet gördüğünün acı bir ifadesiydi. Yuva bildiği yer, hapishane oluvermişti bir anda. Bu yüzden bir adım geri atmadı, boşandı Mehdi’den. Fakat şimdi o da bocalıyor; ne yaptığını, neye inanacağını bilemez bir şekilde hayatın içinde sürükleniyor adeta. Hem özel yaşamında hem de aile hayatında kontrolünü kaybetmiş durumda. Sürekli annelerinin arasında kalıyor. Barış’la yemek esnasında Mehdi gelince birinin “Kapıya git.” derken diğerinin “Gitme” telkininde bulunması verebileceğim en basit örnek. Sakine, kafasına göre Mehdi’ye, Zeynep yahut ev konusunda haber uçururken Nermin, yaptığı hiçbir şeyi ona sorma gereği duymuyor ve bu da hayatlarında henüz dillendirilmemiş bir kaosa sebep oluyor. Mehdi’yle ilişkisiyse her geçen gün daha da çıkmaz bir yola giriyor. İşin kötüsü herkesle gayet iyi empati kurabilen Zeynep hâlâ Mehdi’yle ufacık bir empati yapabilmekten çok uzak. Geçmişte öyle bir ortamın içerisindeydi ki değil Mehdi’yi kendisini bile anlayacak durumda değildi şimdiyse hayatı eskisinden de karmaşık hâlde. Bir yanda tutunmaya çalıştığı iş hayatı, öte yandan annesinin davası, Müjgan-Cemile kavgası, Nuh-Cemile olayı, arada kalan Kibrit derken, bırakın yaşadıklarını düşünmeyi durup nefes almaya bile vakti yok ve bunu yapmak o kadar da kolay değil.

Zeynep, Mehdi’yi anlayamıyor, evet  çünkü onu anlaması için gereken sakin ortama da henüz kavuşamadı. Kaldı ki Nazlı’yı gördükten sonra bir zamanlar sevdiği adamı anlamak için çaba göstermek ister mi orası da şüpheli. Mehdi, kendisiyle tanıştıktan sonra belki böyle bir hayattan uzak durdu ancak geçmişi de ortada. Nazlı da Benal’le aynı kumaştan bir kadın. Diyebilirsiniz ki Zeynep onu tanımıyor ama tanımasına gerek de yok. Duydukları ve gördükleri şimdilik onun için kâfi. Üzerine de parçaları kendi zihninde birleştirince Mehdi’yi anlamak bir yana, onunla ilgili hükmünü peşinen verdi. Zaten baktığında manzara net: Mehdi eskisi gibi sert, ruhsuz, eşinden ayrılır ayrılmaz soluğu başka kadınların yanında alan bir erkek. İşin aslının böyle olmadığını biz biliyoruz ancak Zeynep’in penceresinden görünen bu. Ne eksik ne fazla! Mehdi de  kıskançlığının üstünü “Ayrılık bana iyi geldi!” sözleriyle kapatınca Zeynep “Al işte, beni nasıl sevdiğini bile unuttu!” kanaatine vardı. Bu noktadan sonra kendi hayatında olup bitenlerin Mehdi’yi nasıl etkilediğini düşünür mü? Hayır! O bir empati ustası olabilir ancak anlayamadığı, minnet duyduğu ya da kafasında bir şeyleri oturtmaya çalıştığında başvurduğu bir eylem bu. Mehdi’yi net olarak anladığını düşündüğü için buna gerek bile duyduğunu sanmıyorum. Burada bir parantez açmam lazım aslında. Mehdi ve Zeynep’in bir ortak noktaları var. Boşanma sonrası birbirlerini oldukça mutlu ve rahatlamış zannediyorlar. Her karşılaşmalarında paramparça oluyorlar ancak bunu asla belli etmedikleri gibi gördüklerini de yanlış anlıyorlar. Konuşmayı da reddettikleri için asla ama asla işin özüne inemiyorlar. Çevrelerinde “Yanlış düşünüyorsun, gerçek bambaşka” diyecek birileri de kalmadığı, Sakine dışında bir araya gelmelerini isteyen de olmadığı için gördükleri ve duyduklarıyla yetinip hata yapıyorlar. Onlar iletişimin önünü bu şekilde kestikleri sürece, aşklarını onlar adına başkaları yorumlayacaktır hem de en yanlış şekilde. Tıpkı Nazlı ve Barış’ın yaptığı gibi…

Zeynep, kendi içinde bunlarla uğraşırken Barış, sürekli ona yaşadıklarının olağan olduğunu söyleyerek durumunu normalleştiriyor, kendi duygularını ona dikte etmeye çalışıyor, bu da  Zeynep’in kafasının allak bullak olmasına neden oluyor. Fakat benim anlamadığım neden ısrarla kendi yaşadıklarının da yaralarının da onunkilerle ortak olduğunu dile getirip durduğu. Hiçbir acı aynı değildir! Üç kişi aynı anda elini kesse hissettikleri eş midir? İnsanın acı eşiğine bağlı değil midir, bu? Barış da bir zamanlar ailesinin istediği biriyle evlenmiş, karısını sevmiş ve ayrılmış olabilir. Basit bir bıçak kesiğinin bile insandaki hissi ayrıyken aşk, sevgi gibi bir konunun aynı olabilmesi mümkün mü, Barış her ne kadar aynıymış gibi davransa da? Zeynep’i kendine benzettiği için ortak bir kanal açmaya çalışıyor ama anlamadığı şey şu: Zeynep, Barış değil! Duyguları, yaşanmışlıkları çok ayrı. Ha, diyebilirsiniz ki Zeynep de dinlerken hak veriyor. Verir tabii, ben de izlerken hak vermiştim. Benim de kafamı karıştırdı ancak sonra bir şeyi fark ettim. Barış, farklı insanlarla apayrı üsluplarda konuşuyor. Sakine’yle ayrı, Nermin’le ayrı, Zeynep’le ayrı… Muhtemelen mesleki deformasyon… Zeynep’i de bu şekilde etkilemeyi başardı. Şimdilik sadece ona bir akıl hocası gibi görünüyor. İleride bu öğretmen-öğrenci ilişkisi başka bir şeye dönüşür mü? Onu da bekleyip göreceğiz.

Zeynep’in çevresindeki herkes Mehdi’nin yanlış yaptığını – Sakine hariç – ona dikte edip dururken ne yazık ki Mehdi de bunu tersine çevirecek bir şey yapmadı. Eskisi gibi Zeynep’e  aradığı o güveni veremiyor. Zeynep’le Mehdi’yi tanıdığımızdan beri savrulan hep Zeynep; tutan, destekleyen, sarıp sarmalayan Mehdi olmuştu. Zeynep’in gidişinden sonra bu sefer,  Mehdi savrulmaya ve kaybolmaya başladı. Son yaşananlar onu tamamen yıktı. Acısı çok büyük ve “Nefes alıyorum ama yaşamıyorum!” diyecek kadar derin. Sevdiği kadından sonra dostu, kardeşi, akıl hocası Nuh’u da kaybetti. Bu sebeple  “Sen ne yapıyorsun kendine gel!” diyecek kimse kalmadı etrafında. Bu da boşluğa düşmesine neden oluyor. Yanlış üstüne yanlış yapması da bundan. O hataların en büyüğünü Zeynep’i kıskandığı için hakkında bilgi almak uğruna Kibrit’i ajan gibi kullanmaya kalkışarak yaptı bana göre. Mehdi’nin Zeynep’i çok sevdiğini biliyoruz, kıskançlığı doğal ve elde olmaksızın oluşan bir duygu onu da anlayabiliyorum. Ama her ne olursa olsun, o evdekileri koruma adı altında kızını yanlış yönlendirip böyle kullanmaya çalışmasını anlayamıyorum, anlamama da imkân yok zaten. Bunu yaparken o evladın ne kadar üzülebileceğini, bu durumdan ne kadar etkilenebileceğini hiç mi düşünmez insan? Keşke ebeveynlik konusunda birazcık Zeynep’i örnek alsa.

Mehdi’nin yaptığı tek hata, Kibrit’i kullanmaya çalışması değildi maalesef; o Zeynep’in öğrendiğinde kızacağını, rahatsız olacağını bile bile onu takip etmeyi de sürdürüyor. Zeynep’le Barış’ı birlikte her gördüğünde kıskançlıktan deliye dönmesi ve kendince bahaneler üretmesi, herhalde yaptığını mazur gösterecek değil! Boşanma gerçekleştikten ve herkes kendi yoluna gittikten sonra Mehdi, o ev üstünde kendince bir  “koruma hakkına” sahip olamaz. Dahası onunla ilgili bilgi toplayıp hayatını sorgulama ve müdahale etme hakkını kendinde görmesi, düşünülemez bile. Bir insanı sevebilirsin, ona âşık olmuş ve birlikte aynı yastığı paylaşmış da olabilirsin ama kimse kusura bakmasın, bu onu sapık gibi takip etme hakkı vermez bir erkeğe! Hele ki anlaşamamış ve boşanmışsa bu sevgiden çok saplantıya girer ki bu da karşıdaki kişinin yaşamını taciz etmek, anlamına gelir. Bu yüzden Barış’ın Nermin’le konuşup önlem almaya çalışması çok yerinde bir karardı bence. Çünkü her gün ülkemizde, onlarca kadın cinayeti haberi okuyoruz. Eski eşler ve sevgililer tarafından katledilen onlarca can var. Tabi ki her boşanan yahut yollarını bir şekilde ayıran erkek aynı değil ama kadın cinayetleri diye bir gerçekle her gün yatıp kalkıyorsak hiçbir şey yapamıyorsak bile önlem almak zorundayız. Tabi ki biz Mehdi’yi tanıyoruz, Zeynep’e zarar veremeyeceğini biliyoruz ama böyle davranışların çoğunun sonucu şiddetle hatta cinayetle bitiyor maalesef.

Mehdi, bu hafta hem dostluk hem babalık hem de seven bir insan olma konusunda sınıfta kaldı. Müjgan’a ilk defa sitem etse de hâlâ ortaya net bir tavır koymuş değil. Nazlı’nın da amacını bildiği hâlde bırakın araya mesafe koymayı, pasif kalarak onu umutlandıracak birçok harekette bulundu. Ona dokunduğunda tepki vermedi, kendine yaklaşmasına izin verdi ve tekrar evinde görüşmek istediğinde bile sesini çıkarmadı. En önemlisi hem Cemile’nin hem de Nuh’un kalbini paramparça etti. Nuh’la yüzleşmesinde, onca yıllık dostunu karşısına alıp dinlemek varken resmen yargısız infaz yaptı. Nuh’u sanki hiç tanımıyormuşçasına “Ablamı yara bandı yapma!” dedi. İşte orada bana bir gelenler geldi. Pardon? Karşısındaki sanki  üç günlük arkadaşı da bu şekilde konuşuyor. Sormadı bile, sormadı! “Ablamı seviyor musun?” diye sormaya yeltenmedi bile. Açıkçası ben o anlarda Mehdi’yi değil, Müjgan’ı gördüm. Etiyle, kemiğiyle Müjgan’ın erkek versiyonuydu. Daha önce de söylediğimiz gibi Mehdi çok çabuk maniple olabilen bir insan ve Müjgan’ın bunu çok kolay başarabildiğini görebiliyoruz. Yaptı da zaten. Daha önce Zeynep, şimdi Nuh ve Cemile, hepsinin ardında Müjgan var! Halbuki değişmek bu kadar zor olmamalı ama istemek lazım tabi tıpkı Nuh ve Sultan gibi…

Bu hafta bir kez daha gördük ki Mehdi de Nuh da aynı mahallede yetişmelerine rağmen düşünce yapıları birbirinden çok farklı, tıpkı Sakine’yle Sultan gibi. Nuh da aynı mahalle insanı ama bambaşka bakabiliyor olaylara. O mahalleden ve kültürden farklı, yeni fikirlere kucak açabiliyor ama Mehdi bunu yapamıyor. Çünkü Mehdi’yi, Müjgan kadar mahalle de yetiştirmiş. “Mahalle abisi ceketi”ni severek giymiş, bu onun egosunu tatmin etmiş. Bu yüzden bir kez sorgulamamış yaptıklarını, açmamış kapısını yeniliklere. Bu, biraz da tercih meselesi aslında, bir an önce dönüp kendini ben ne yapıyorum diye, sorgulamasını umuyorum. Zaten Nuh’la Zeynep’in yokluğu onu savuruyor. Düğüne gelmesi eğer akıllanmaya başladığına dair bir işaretse ve Nuh’la arasını düzeltirse onun için hâlâ umut var. Yok eğer burnunun dikine gitmeye devam ederse kaybolacak ve Müjgan gibi yapayalnız kalacak.

Evet, Müjgan yapayalnız çünkü Cemile’nin de dediği gibi artık kimsenin onun fedakârlık diye dayattıklarına tahammülü kalmadı. Aslında düşünüyorum da o sevilmemiş ama sevilmeyi çok isteyen insan davranışları gösteriyor. Nasıl mı? Herkes ona muhtaç olsun istiyor, bu sayede etrafındaki herkesi kendisine bağımlı kılıyor. Cemile çok haklıydı, yara açıyor ve etrafındakileri açtığı yaraları sararak seviyor.  Asıl mesele de bu zaten, sevginin sözlük anlamı, bağımlılık olamaz; olmamalı. Yaptıklarıyla etrafındakileri kendinden daha çok uzaklaştırdığı bu bölüm kafasına dank etti ama Cemile’nin ve Mehdi’nin söylediklerinden etkilenip değişmeye karar verir mi, hiç emin değilim. Düğüne gelmesi ve Mehdi için Burhan’a rest çekmesi, doğru yolda atılan iki adım; bakalım devamı gelecek mi?

Cemile çok doğru bir noktaya değindi. O değişmişti ve artık eskisi gibi olmak istemiyordu. Bunu da Zeynep’in o kapıyı kırmasına bağladı. Aslında haklıydı; Zeynep, metaforik olarak o kapıyı sadece kendisi için değil, Mehdi dahil o evde yaşayan herkes için kırmıştı. O kırılma, özgürlüğe giden yolda bir baş kaldırdıydı adeta, o evdeki kadınların suskunluğunun da bekçiliğinin de sonuydu. Cemile’nin yaşadığı farkındalığın Mehdi ve Müjgan’ı da etkilemesini dilemekten başka bir şey gelmiyor elden. Mehdi’nin Müjgan’a tavrını, sitemden öteye taşıması, Müjgan’ınsa aklını başına alması lazım!

Cemile, Nuh’la ilişkisinde de çok doğru kararlar verdi. Çok tutkulu bir ilişkileri yok ama saygı temelli, sevgi dolu bir beraberlikleri var. Cemile de biliyor; o aşkı hayatın merkezine koyan yeni yetmelerin aksine, yaşamın ona ikinci bir şans verdiğini kavrayabilecek kadar olgun bir kadın. Bu yüzden Nuh’un eskiden Emine’yi sevmiş olmasını da şimdi kendisiyle bir gelecek kurmak istemesini de anlayacak kadar kendinden emin. Hep mutlu olmaları dileğiyle.

Haftaya görüşmek üzere…

Exit mobile version