Yazar: Sinem ÖZCAN
Bu hafta Erkenci Kuş’u izlerken öyle uç yerlere gitti geldi ki düşüncelerim, araya komedi serpiştirilmemiş olsa kaçtığım yerlerden dönüp odaklanamayacaktım bölüme, galiba…
Can’ı son bir kez görmek için uyduruk bahanelerle onun evine koşan Sanem’in, küçücük bir cümleye takılıp kendini apar topar kendini oradan atması üzerine Can’ın artık dayanamayıp “Ben çözemiyorum seni!” itirafına takıldım önce. Ah be Can’ım, ah be güzel yürekli çocuğum! Çözemediğin için âşık oldun ya!.. Sanem’in her an, her yaptığıyla seni şaşırtabilme gücüne, ondaki gizeme ve anlayamadıklarına vuruldun ya, kuzum!
Sanem, kayalıklarda ruhunu öldüreceğini bile bile “Gidin!” dedikten sonra kendini de Can’ı da ateşe attı. “Git!” demek kolay da o sözün ardında durmak çok zor. Zaman zaman yalpalasa da yine de geri adım atmayarak başardı, bana göre. Hani klasik laftır ya “Aşkta gurur olmaz!” gururu bilmem ama aşkta “onur” olur, olmalı da olması şart hatta. Hani diyor ya Levent Yüksel “Ölürüm yoluna ölürüm de yine/ Boyun eğmem…” Hah işte tam da öyle Yeter ki onursuz olmasın aşk! Söylediği yalanların ve Emre’nin kuklası olmanın Sanem’e bindirdiği yük, çok ağır. O yükle Can’a “Kal!” deyip de kendisini duygularının akışına bırakacak olsa o aşk, onuru kaybedecekti. Tamam, çok zor bu denli güçlü bir duyguyla baş edebilmek; tamam, sonunda o duyguya yenilecek (ki yenilip Can’ın kapısında buldu kendini zaten) ama o içsel savaşı yaşamak ve yaşarken de Can’ı altüst etmek zorundaydı.
Sanem’i bir türlü anlayamamak, onu çözememek Can’ın dengesine mal oldu. O sağlam, dirayetli adam gitti; kafası karmakarışık bir âşık geldi. Sanem, kararının arkasında durmak için debelendikçe Can, daha da karıştı, daha da duygularına yenildi, daha da kendini akıntıya bıraktı. Sanem’in saçmalamalarına alışıktık ama bu hafta Can’ın liseli genç âşık hâllerine ilk kez şahit olduk. Demek ki neymiş, istediğin kadar cool ve karizmatik ol Can Divit, minik bir Sanem o karizmayı alıp elinde sallarmış. (Açıkçası yüreğim Sanem’den yana ve pek bir keyif aldım ben bu hafta Can’ı izlerken)
Dili “Git!” derken her şeye rağmen Can, gitmesin ve ona gelsin hayali kuran Sanem’in, Zebercet’in (Hayır, inatla Muzaffer demiycem!) penceresine attığı taşlarla kurduğu hayale; Can’ın rüyaya yansıyan bilinçaltı, cevap verdi. Aynı bölümde bir hayal ve bir rüya sahnesi görmek, hafta içi tanıtımlardan kendimi hazırlamamış olsam bünyeme çok ağır gelecekti ama neyse ki ilk andan beri en azından Can’ın rüyasına hazırlıklıydım. Öykünün gereği zaman zaman hayale ve rüyaya başvurmak gerekebiliyor buna hiç itirazım yok, üstelik her iki sahne de atmosferi ve duygusuyla çok hoş sahnelerdi ona da ses çıkarmıyorum. Benim tek itirazım her iki sahnenin de tanıtımlarda kullanılmış olmasına…
Bu hafta bence bölümün en hoş sürprizi Aliye Uzunatağan’dı kuşkusuz. Çok uzun zaman oldu onu izlemeyeli ve bölümde çok hoş bir rüzgâr estirdi, emeklerine sağlık! Onun canlandırdığı Remide (mi Lemide mi kestiremedim. Tam anlayamadım adını teyzecim kusuruma bakma) Teyze’ye de ayrı bayıldım. Sanem ve Can arasındaki gerilimi anında hissedip oğlu gibi sevdiği Can’a hoş bir sürprizle bir fırsat yaratan Remide teyzeye tek sitemim “Bekçi sabaha kadar bir türlü gelemeseydi ya teyzecim, ne acelemiz vardı?” olacak. Gerçekten de o viranede gece boyu kapalı kalmış Sanem ve Can için ne etkili etkili sahneler yazılırdı diye hayıflanmadan edemiyorum.
Can, Sanem’in kararının kesin olduğunu anlayıp savaşmaktan vazgeçince en iyi bildiği şeyi yapmaya ve yine kaçmaya karar verdi. Gerçi suçlamıyorum Can’ı. Kaybettiğini düşündüğü noktada yapacağı tek eylem de gitmek olacaktı onun. Gerçekten de Sanem olmadıktan sonra onu İstanbul’da ya da şirkette tutan bir şey yok artık. Gitmeden Sanem’e verdiği veda hediyesine de bayıldım. Hayallerinden vazgeçen kadına, hayallerinin peşinden giden adamın vereceği hediye ancak bu olabilirdi. Yazmayı sembolleştiren “Divit”le, Sanem’e hep Albatros’u çağrıştıracak “tüy” kalem hediye etmek hem çok ince hem de çok anlamlı bir detaydı, doğrusu ama orada da ben olsam o notu “C.D.” diye değil “Albatros” olarak imzalar ve son dakika golünü atıp giderdim, Sevgili Can Divit. Şimdi “İyi de Can gidemeyecek ki…“ diyen sesleri duyar gibiyim. Evet, gidemeyecek ama gideceğini zanneden adam, “Albatros” olduğunu böylelikle çok hoş vurgulardı diye düşündüm ben.
Bu hafta Deren’e haddini bildirip ona eziyet eden Sanem’de çok sevdim Demet Özdemir’i ama en çok hediyeyi açıp ardından Ayhan’ı yanına çağırdığı sahnede beğendim. Güçlü durmaya çabalayan darmadağın Sanem, canımı çok yaktı benim. Sanem’in o doğal gücünü ve pek kimsenin fark etmediği duygusallığını iyi bir ayarla veriyor Demet Özdemir.
Rüya sahnesi ise çekimiyle, atmosferiyle, duygusu ve oyunculuğuyla bölümün en sevdiğim sahnesi oldu. Gerek uyumları gerek dengeleri gerekse duyguyu geçirmeleri açısından şu ana dek izlediklerim içinde benim favori Can Yaman& Demet Özdemir sahnem buydu. Can’ın konuşmasındaki muhteşem tonlama, Demet Özdemir’in bakışlarındaki yoğunluk ve hüzün çok ama çok hoşuma gitti. İkisinin de sahneyi çok hoş açılarla çekip bütünleyen Çağrı Bayrak’ın da emeklerine sağlık.
Sevgili Can’a gelince bu hafta onun şaşkın, biraz sarsak, kaçamak tavırlı delikanlı tavrını çok sevdim. Şu ana dek çizdiklerinden çok başka bir havası ve tadı vardı o sahnelerin. Bir yanı hoş bir romantizm, diğer yanı şirin bir komedi havası yansıtıyordu ve çok beğendim ama gel gör ki beni vuran sahne kayalıklarda Sanem’in bandanasını bulduğu bölüm oldu. Bandanayı bulup eline aldığı andan itibaren, kendimi âdeta kamera arkasına çekmiş içimden konuşuyordum Sevgili Can’la. Tek bir duyguya kilitlenmiş ve ısrarla onu bekliyordum. Bandanayı bulduğundaki hafif şaşkınlığı, alıp eline sarması hep beklediğim detaylardı ve içimden “Hadi, hadi!” diye söylenip duruyordum.
Sanem’in “ne olacaksa olsun” cesaretiyle Can’ın kapısına dayandığı ama Polen’le karşılaştığı yerde noktaladık bölümü. “Sana Geldim” etiketini ben Polen’e yordum, açıkçası. Onun bir telefonla ayrılığı kabulleneceğine hiç ihtimal vermemiştim zaten. Anlaşılan o ki bizi biraz Polenli günler bekliyor. Keyifle izleyeceğim yeni bir bölüme hazırlanıyorum ben.
Yazan, çeken, canlandıran ve set gerisinde ter döken herkesin emeklerine sağlık.