Yazar: Sinem ÖZCAN
Tatilden koşa koşa gelip Erkenci Kuş’un 50. bölümüne yetiştim. Malum finalden önce son durak… Yetiştim yetişmesine de o ne? Bir hafta bıraktım neler olmuş, neler… Aziz Divit gitmiş bi’ kere… Mihriban’ın kıskançlık krizlerinin sorun çıkaracağını biliyordum da bunu beklememiştim, doğrusu… Sonra Leyla’nın içinden bi’ Aylin çıkmış. Emre’ye acıyacağım aklıma gelmezdi ama acıdım valla. Hepsinden öte bir de nur topu gibi Ayça’mız olmuş…
Aslında bölümün ilk yarım saati, Sanem’e giydirmekle meşguldüm de Ayça’yı ve ardından Can’ın yaptıklarını görünce her zamanki anaç duygularım ayaklandı ve içimdeki öfke okları, hedef değiştirdi.
Yalnız ben bir şeyi anlamıyorum: Bu dizide Can’ın tepesine üşüşen bu kaçıncı “outdoor” kızımız Allah aşkına? Anlamadığım, benim güzel memleketimin her köşesinden bir “outdoor hatun” çıkıyorsa her gün sokakta, çarşı pazarda gördüklerim ne o zaman? Üstelik maşallah, hepsinde görüntü var, icraat yok! Bi’ havalar, bi’ pozlar, bi’ giyim kuşam, bi’ asker künyeleri, bi postallar; bir tepeden bakıp “özgür kız” tripleri filan ama ruhları İkiçeşmelik dilberi… Madem böyle, özgür, güçlü, modern havalardasın eee güzel! O zaman Can’ı görünce de “Allah sahibine bağışlasın!” de, geç, bacım! Niye göz süzüyon, niye sevgilisini gömme çabalarına giriyon? Tamam Can, dalyan gibi maşallah kabul de orda burda tırmanıp dururken bir kayanın altında ya da bir ağaç kovuğunda ne bileyim bi’ Chris Hemsworth olsun bi’ Jamie Dornan olsun ya da bi’ Henry Cavill bulamadın mı da ille Can’a gönül düşürüyon? En nadide çiçeğin bile tepesine bu kadar bal arısı üşüşmez kardeşim, n’apıyon da mıknatıs gibi bu kadınları çekiyon acaba, Can? Onu da geçtim. Hani; sen böyle dağa tırmanıyon, zirve yapıyon, tüpsüz filan dalıyon da Ayça kızım; sen bütün bunları yaparken elin kızı da zirveyi avcunun içine almış işte! O zaman niye bu ezme, gömme çabaları?.. Sen dağ tepelerinde keklik avlarken o şehrin göbeğinde adamın aklını avlamış; eee öyleyse ben ne anladım senin dalmandan, çıkmandan, tırmanmandan? Sen bi “özgür özgür” takıl annem, bi’ kapama dükkânın önünü!
Neyse, içimdeki elleri belinde İzmir hatununu itinayla çıkarıp özüme döneyim ben de… Bölümün ilk yarısında Sanem’e fazlaca köpürdüm yalan yok! Baştan beri aklım da gönlüm de hep ondan yanaydı benim ama gel gör ki yarısını duyup diğer yarısını kurguladığı cümlelerle dünyayı hem kendine hem Can’a zehir etmesine de tepem attı. Sanemcim bir noktada anlaşalım: Hafıza kaybı senin sandığın gibi bir şey değil bi’ kere… Her şeyden önce o, bir beyin travması. Hem de ciddi bir travma ve senin sandığının aksine beyin ve yürek birbirinden bağımsız çalışan iki mekanizma değil. Beyin bir şeyi algılar, tanır sonra yüreğin önüne koyar: “Al, ben bunu buldum; bi’ bak sevecek misin?” der. Yürek ondan sonra evirir çevirir, karar verir; sevdim ya da sevmedim der. Elmayı hiç bilmiyorsan sevip sevmediğini de bilmezsin. Can, son iki yılı unuttu. Beyni seni bilmiyor, tanımıyor, algılamıyor dolayısıyla da yüreğin önüne seni altın tepside sunamıyor. Devreler kopuk yani, durum bu! Şimdi sen bu adama “Vay, sen beni nasıl sevmezsin!” diye çemkiremezsin. “Ben o sevdayı kalbime dövme yaptım.” diyebilirsin. Sevda senin, gönül senin, seçim senin; gel gör ki sen niye kalbinde beni bulamıyorsun, diye trip atılmaz. Can, sonuna kadar haklı ölümden dönen o, mağdur olan nasıl sen oluyorsun?
Can, hafızasından iki yılı silerek gözlerini açtığında ben onun olup biteni hatırlamadan Sanem’e yeniden âşık olmasını dilemiştim. Bir bakıma bu hafta Can, o yola girmiş görünüyor. Sanem’e niye âşık olduğunu anlamaya başladı, en azından: Çünkü o özgün… Çünkü o doğal ve çünkü o içinden geldiği gibi yaşıyor, öfkeleniyor ve seviyor. Belki K2’nin ne olduğundan habersiz ama yanlışı doğrudan ayıracak sağduyusu da göstermelik jestlere ve “ – mış gibi” sevgi gösterilerine kanmayacak samimiyeti de var. Sanem bütünüyle gerçek bir kadın. Bütün çocuksuluğuna, bütün saçma sapan davranışlarına, bütün kapris ve triplerine rağmen Can’ı çeken de bu. Herkesin dilindeki efsane aşkı belki hissedemiyor ama Can, Sanem’in kendisinden asla vazgeçmediğinin de çok farkında. Doktor “Hatırlamaktan korktuğunuz için hatırlamıyor olabilirsiniz.” dediğinde durup bir düşündüm. Evet, haklı; haklı ama Can’ın unutmak istediği Sanem değil ona istemeden yaşattığı acı. Kendi yaşadıklarıyla çoktan barıştı o ama bütün hayatı olan kadını “kimyasal” hayata sokmuş olmasını affedemiyor bir türlü. Hafızasında son iki yıla bir çizgi çekmenin de ona faydası olmadı. Bu kez, o “büyük aşk”ı unuttuğu için suçluyor kendini. Her şeye rağmen yanında duran kadını sevemediği için, onu hâlâ üzüyor olduğu için kızgın kendine ve bir defa daha hafızasından olup biteni silme şansı da yok. Tam da bu nedenle en iyi bildiği şeyi yapıyor ve kaçıyor. Bu kez fiziksel bir kaçış değil Can’ınki. Sevdiği, özlediği onu var eden ne varsa onlara sığınmak istiyor. Ayça’nın birlikte zirve yapma teklifini kabul etmesine de onun arkadaşlarıyla gülüp eğlenmesine de bu noktadan baktım ben. Baktım bakmasına da eeee bu Sinem de sonuçta bir kadın üstelik de Türk kadını… Yani izninizle, çok da mantıklı olamayacağım.
Hayırdır, Paşa’m sen? O Ayça’nın göz süzmelerini, ufak ufak yanaşmalarını filan görüp de takmamanı anladım da zıpır arkadaşlarını evine doldurup geyiğin dibine vurmak nedir? Onu da geçtim, kadın sana “Sanem, oturur bekler; biz bir zirve yapar geliriz!” demeye cüret ediyor ve sen “çak!” diyorsun öyle mi? Ha, yani sen Sanem’i sırt çantan gibi dilediğin yere taşıyacaksın, bir kayanın dibine bırakacaksın o da sessiz sedasız gel de sırtına al diye bekleyecek öyle mi? Aloooooo, hafızanı kaybettin kuzum sen, aklını mantığını değil. Bi’ sayıyla kendine gel! Öyle jetskiyle iki numara yaptın, bir sürpriz gece hazırladın diye boynuna atlayıp “aşşşkkkıııımmmm” diyecek saman beyinli yok oğlum senin karşında! Yap, et sonra bir öpücükle gönül almaya kalkış… Sen Sanem’i “gerçek” olduğu için sevdin de Sanem de sana erkek sığlıklarından uzak olduğun için âşık oldu, bil istedim!
Önümüzdeki hafta final… Önizlemeden anladığım mutlu bir son bekliyor, bizi. Umarım Sanem’in son ve haklı silkelemesi Can’ın beyninin yerine oturmasını sağlamıştır. Bekleyip göreceğiz bakalım.
Bu hafta bölüm boyunca çok beğendim ben Demet Özdemir’i ama sarhoş Sanem’de cidden bayıldım. Oldum olası sarhoş kadın görmeyi de ekranda izlemeyi de sevmem ben. Sarhoş kadın genelde çok itici ve rahatsızlık verici gelir bana ama Sanem, acayip şirin olmuş. Keyifle seyrettim. Kızgınlığın da hüznün de sarhoşluğa yedirilişi tam kıvamındaydı ve bütün duyguları harmanlayıp sempatik bir sarhoş çizmiş, Demet Özdemir. Final sahnesinde de ayrıca bir durmak istiyorum. Can’la baş başa kaldığı andan itibaren, duruşuyla, vurgusu ve tavrıyla özellikle de bakışlarındaki acıyla çok doğru yükseltti sahneyi Demet Özdemir. Duygu tam tepedeyken sırtını dönüp giderek son vuruşu Can Yaman’a ustalıkla bıraktı. Bana sorarsanız bölümün en dolu ve en başarılı sahnesiydi. Sanem’in duygu farklılıklarına göre onu çok ustaca manevralarla bir hâlden bir hâle geçirmişti bu hafta. Emeklerine sağlık Demet Özdemir.
Sevgili Can, bütünün içine yerleştirdiği minik detaylarla, Can Divit’e küçük ama çok etkili dokunuşlarıyla karakter hangi evresinde olursa olsun hep özel bir ruh kattı. Bu hafta da ben yine o minik detayların peşine düştüm izlerken. Bölümün başında Emre ile konuşup zihnindeki kayıp zamanları aydınlatmaya çalıştığı yerde bayıldım. Kuşkularıyla, hatırlayamamanın çaresizliğiyle, anlamlandırma çabasıyla ve çok içten üzüntüsüyle öylee ince bir Can Divit çıkardı ki o sahnede hayran kaldım ve bütün bunları ses tonuna eklediği ufak bir duyguyla, derin bir bakışla verdi. Abartmadan, oyunu büyültmeden ve yalınlığı asla kaybetmeden… Hüma’nın Mevkıbe’yi reklam filmi konusunda manipüle edişini izleyen muzır tavrına da ayrı bir bayıldım. Alaycı gülüşüyle, gözündeki ışıltıyla, anlık mimikleriyle Can Divit’in şirin ve eğlenceli tarafına çok doğru dokundu. Ama bana bayıldığım Can Yaman sahnesini sorarsanız kuşkusuz, finalde Sanem’in ardından bakışıydı derim.
Bir tek bakışa bu kadar anlamı nasıl ve ne ara sığdırdın be, Sevgili Can? Şaşkınlıktan hüzne geçiş; utanmadan kaybetme korkusuna varış ve gidenin ardından o cevapsız bakış kelimenin tam anlamıyla enfesti. Ressamın insan yüzüne gölge atan fırça darbeleri gibi kendi yüzüne gölgeler veriyor Sevgili Can… Dikkatle incelemezseniz kaçıracağınız, minik minnacık detaylar ve bunu o kadar zarif ve hafif yapıyor ki siz ne olup bittiğini anlamadan sadece etkisini hissediyorsunuz. En sonda söylemem gerekeni şimdi diyeceğim izninizle. Can, ben en çok senin Can Divit’e yüklediğin bu küçücük ama derin anlamları özleyeceğim. Emeğine, aklına ve o güzel yüreğine sağlık Sevgili Can Yaman.
Önümüzdeki hafta son kez buluşmak üzere yazan, yöneten, canlandıran ve sette büyük yük sırtlayan herkesin eline emeğine sağlık.