Site icon Dizifilm BiZ

Erkenci Kuş, 48. bölüm

                                                                         Yazar: Sinem ÖZCAN 

Erkenci Kuş’ta geçen bölümü feci bir trafik kazasıyla noktalamıştık. Can’ın bu kazadan ama fiziksel ama zihinsel ama duyusal bir hasarla çıkacağı da kesindi. Nitekim başına aldığı darbe, hafızasının bir bölümünü etkileyip son iki yılını silivermiş. Son iki yıl… Can’ın kimliğinde, kişiliğinde tam iki kez büyük depremler yaşayıp değişmesine neden olan süreç… İki yıl önce yolu Sanem’le kesiştikten sonra önce âşık olmuş, göçebe hayatını sonlandırmış ardından kıskanç, öfke dolu ve anlayışsız bir adama dönüşmüştü. Son bir yıldaysa kendini denizin koynuna atmış, ruhunu yıkamış ve kendinden bambaşka bir adam yaratmıştı. Şimdi son iki yıl gitti. Yani Can, Sanem’i ilk tanıdığı andaki Can Divit ama bir farkla, hayatının kontrolünü tümden kaybetmiş, kendine yabancılaşmış bir adam artık.

Sanem’in bu noktada aslında yapabileceği tek şey, durup beklemek ve ona zaman tanımak. Gel gör ki o da Sanem Aydın… Üstüne üstlük kim olursa olsun hayatınınızın aşkı olan insan, istemeden de olsa yaşamından sizi silip attıysa bunu kabullenmek de kenara çekilip beklemek de nerdeyse imkânsız. Asla affetmediği annesini hatırlayan adam, Sanem için “sempatik bir kız” diyorsa, kendine gelince Polen’i soruyorsa Sanem değil ben de olsam yakasına yapışıp deli gibi silkelemek isterim, yalan yok! Tanrı duanızı kabul etmiş ve onu yaşama döndürmüş ne var ki yolladığı bu kez sadece bir kabuk… Özü yok, ruhu yok… Bu Can için olduğundan çok daha delirtici Sanem için. Tabii ki onu zorlayacak, tabii ki hatırlasın diye kendini parçalayacak ve tabii ki bu yolda zaman zaman saçmalayacak. Benim için dışardan bakıp “Bi’ bırak Sanem ya! Bi’ gitme üstüne! Zaman ver!” demek kolay ama onun yüreğindeki korku kuşunu hapsetmek çok zor. İtiraf ediyorum, ben bile “Senden negatif elektrik alıyorum” dediğinde, onun için “deli” sıfatını dilinin ucuna getirdiğinde, onun çırpınışlarını göremediğinde delirip “Hiç uğraşma, geçir şunun kafasına bir odun. Travma nasıl oluyormuş, bi’ görsün!” dedim. E, ama Can Divit sadece Sanem’in değil benim de kıymetlim…Kıyamadım, içim titredi, yüreğim sızladı. Hayatından en son silmek isteyeceği kadını ilk önce unutmak onun seçimi değil ki…

Bölüm boyunca Sanem’in yerinde olsam ben ne yapardım, diye sorup durdum kendime. Düşüncesi bile ödümü patlattı o ayrı ama o korkuyu içime kilitleyip Can’la empati yapmayı denerdim, galiba. Unutulan değil unutan olmak nasıl bir şey, onu algılamaya çalışırdım ve bir süreliğine sadece yanında durup en azından şaşkınlığını atmasını beklerdim. Çok zor da olsa denerdim ama benden değil Sanem Aydın’dan söz ediyoruz. Yapmadı, yapamadı. Mihriban çok haklı Sanem sakin olmak ve zamana bırakmak zorunda. Kabullenmesi çok güç fakat başka şansı yok ve yine Mihriban çok haklı onu özgür bırakıp o hayata monte olmaya çalışmalıydı. “Eskileri yaşatmak yerine sen biraz uyum göster. Özgür ruhlu Can Divit’in hayatına ortak ol.“ dediğinde “Tam da bu!” dedim içimden ama Sanem bunu da yanlış anladı, işte! “Olmayan” rafting veya kamp maceralarına ortak olmak değildi kastettiği Mihriban’ın. Geçen iki yılla ilgili hayali öyküler de anlatmak değildi, o sadece hayatını yaşamasına izin vermekten ve başına geleni kavramasına yardımcı olmaktan bahsetmişti. Sanem: “Kalbinde ben yokum artık; kalbinde, ruhunda, gözlerinde…” dedi; doğru yok ve bunu kabullenmek dünyanın en zor şeyi ama o görünen de Can Divit değil onun silueti. Ruhu, kalbi, özü, gözleri yok ki onun… Kendi söyledi “Albatrosum kendi gözlerine bile yabancı” dedi evet tam da bu. “Ben bıkmam, sen hatırlayana kadar tekrar tekrar oynar, omzuna yaslanır binlerce kere seyrederim.” dediğinde biraz sakinleşeceğini ummuştum ama korku ona acele ettiriyor. Bıkmıyor doğru ama korkuyor oysa Can, Sanem’e bir kez âşık oldu. İkinci defa da olacaktır. O ikinci şansı ona sunmak gerek.

Kabul etsek de etmesek de asıl büyük depremi yaşayan Sanem değil, Can. Yaşadığı şey, onun için çok ürkütücü. Aslında hepimiz için öyle. Hayatınızın sizden koparılıp alınması bu. Yaşadınız ama bir film anlatılır gibi size anlatılıyor, o hayatın artık öznesi değilsiniz. Kontrolünüz yok onun üzerinde. Sadece söylenenleri biliyorsunuz. Hissetmiyor, algılamıyor ve anlamıyorsunuz. Oğuz Atay, Tutunamayanlar’da “Ne kadar ürkünç bir iş. Kafamın içinde belirsiz yaratıklar olarak yüzen ve sadece var olmalarıyla yetindiğim cisimciklerin resmini çizmek.” diyor. Yaşadığı tam da bu…En şiddetlisinden bir travma. Bu travmayı aşması için bir sebep ve zaman gerekiyor.

Her olanda bir hayır vardır derler ya, kızmayın ama bir anlamda bu Can için hayırlı oldu bana kalırsa. Hafıza kaybı Can’ın son iki senesine dışardan bir gözle bakmasını sağladı, çünkü. Sürekli sorguluyor ve olup biteni mantığına oturtmayı deniyor. Sanem’in “Biz birbirimize âşık olduk.” cümlesine de “Ajansa patron oldun.” deyişine de “Niçin?” diye sorması bundan. Yaşadıkları ve belki unuttukları için gerekçeler arıyor. Can şimdi, Sanem’e mantıkla bakıyor ve mantıkla baktığında o kadına niye âşık olduğunu da anlamıyor. Deli dolu, aklı bir karış havada, çılgın, çocuksu bir kadın Sanem çünkü. İşin ilginci akılla yaklaştığı sürece anlaması da olası değil. Tam da bu nedenle Sanem’e “Orda anlatılanlar gibi büyük bir aşk yaşadıysak ben bütün bunları hatırlamayarak büyük bir haksızlık yapmışım gibi hissediyorum.” dedi. Sanem için gerçekten üzülüyor ama onunla ya da onun duygularıyla empati yapamıyor ve her şeye dışardan bakıyor. Aslında Sanem çok haklı “yalnızlık vadisi” gerçekten Can’ın mekânı. O hep albatrostu ve ne olursa olsun öyle kalacak. Sanem, onun yalnızlığını bölmeden onunla olmayı bildiği yani onun doğal ortamına monte olabildiği için Can ona âşık olmuştu. Can’ın mantık yoluyla bu çıkarıma varması da mümkün değil ancak mantığın ötesine geçerse ona niye âşık olduğunu bulur ve bir kez daha âşık olur.

Bölüm boyunca beklediğim iki detay vardı. İlki, son iki yılı hafızasından silen Can’ın Hüma’nın varlığını sorgulamasıydı. Kendine geldikten sonra annesini etrafında görünce şaşırmamış olması bana tuhaf gelmişti ama anladık ki durumun garipliğinin farkında sadece bunun üstünde düşünmemeyi seçiyor. Annesine “Altını kazısam neler çıkar.” deyişi, buna öncelik vermediğinin de kanıtı. Onun önceliği kendi hayatına ne olup bittiği çünkü. Nasıl bambaşka bir insana dönüştüğünü bulmaya çabalıyor. Sanem dahil çevresindekilerle ilişkisi sonraki aşama.

İkincisi de kayıp zamanı onu hatırlatmaya ant içmiş Sanem’in bu aşkın tetikleyicisi “koku”yu kullanmayı niye düşünmediğiydi? Koku, anıları biriktiren duyumuz ve hatırladığımız, hatırlayamadığımız her şey önce kokularıyla uyarıyor bizi. Üstelik Sanem ve Can denince akla gelen ilk sözcük “koku”… Heyecan ve paniği ona bunu unutturmuş görünse de son anda Sanem Aydın zekâsı devreye girdi ve son çare olarak onu denemeye karar verdi. Biraz kötümser olabilirim ama Can’ın kokudan çok etkilenmesine, zihninde bir şeylerin karışmasına hatta belki onun ne kadar özel olduğunu fark etmesine karşın her şeyi hatırlamasını sağlayacağını düşünmüyorum. Deniz kenarında anlık olarak beyninde aydınlanan görüntü, hafıza kaybının çok uzun süreli olmayacağının işareti de olsa Can’ın her şeyi hatırlamadan önce Sanem’e niye âşık olduğunu idrak etmesini bekliyorum ben. Tamam, iflah olmaz bir romantik olabilirim ama Can’ın bilinçli ve bilinçsiz kısacası her hâliyle Sanem’i seçmesi ve her koşulda Sanem’in Can’ı olmasını istiyor gönlüm. Bekleyip göreceğiz elbette.

Bölümün başında Can’ı görmek için kendini paralayan Sanem’de çok beğendim Demet Özdemir’i bu hafta. Küçücük bir kadının bir sürü insanla, insanüstü bir güçle mücadelesini, kararlılığını ve dayanılmaz acısını harika verdi. Feryadından kolundan serumu söküp atışına, yataktan fırlayışından babasının kollarındaki çaresizliğine kadar her ânı gerçek bir sahneydi. Hele babasının boynuna sarıldığında gözlerindeki duyguyu çok sevdim. Evde Can’la konuştuğunda da bir o kadar etkileyiciydi. Bilinçsiz de olsa kendisinden vazgeçmiş bir adamın karşısında “Sen benim tek aşkımsın ve hep öyle olacaksın!” deyişindeki içtenlik, gözlerindeki derin çaresizlik ve acı beni bütünüyle sarıp sarmaladı. Demet Özdemir’in duygusal vurguları Sanem’e gerçekten çok yakışıyor. Emeklerine sağlık Demet Özdemir.

Ben bu hafta tam anlamıyla Can Yaman’ı izlemelere doyamadım. Biliyordum, bekliyordum da ama yine de doyamadım işte! Yaratıcılık öğretilerinde ilk kuraldır. Denir ki “Çevrenizdeki her şeyi ilk kez görüyormuşçasına beş yaşında bir çocuğun saflığıyla gözlemlemeyi öğrenin!” Hastanede gözlerini açtığı ilk andan itibaren bölüm boyunca Sevgili Can’ın gözlerinde gördüğüm tam da buydu: O, beş yaşındaki çocuğun saflığı ve merakı… Hele bahçede günlüğüne yaşadıklarını yazan Sanem’i evinin terasından izleyen Can’ın bakışlarındaki o ilgi ve merak enfesti. Sanem’e bakışlarında alıştığımız tutku ve sevgi yoktu bu kez, yerine “Benim için çok önemli olduğu söylenen bu kadın kim?” ifadesi vardı. Başını hafif yana eğip incelemesi, kavramaya çabalaması o kadar sahi ve o kadar doğaldı ki bayıldım. Ama en sevdiğim yer, evin bahçesinde babasıyla konuştuktan sonra ona sarıldığı andı. O sarılışta öyle bir “kaybolmuşluk” vardı ki içim titredi. Kendine yabancılaşmış bir adamın yaşadıklarından ürkmesi, kafasının karışıklığı, beyninde yüzüp duran ama anlamlandıramadığı bin bir görüntü, nereye ve kime ait olduğunu bilememenin korkusu hepsi birden gözlerinde o kayıp duygusunda buluştu ve ben o an Sanem’in onun gözleri için “karanlık iki loca” deyişini gerçek anlamda algıladım.

Finalde kokuyu algılamaya çalışırken de harikaydı. Kaşlarını çatıp anlamlandırmaya çalışıyor, etkileniyor ama buna bir mana veremiyor ve nihai noktada sanki büyüleniyor. Yüzündeki an be an değişimle Sanem’in kokusunu içine çektiği ilk andan beri zihninden geçenleri alt yazıyla aktardı, ekranın öte yanına. Bölüm boyunca bir tek an kontrolü kaybetmeden, kamerayı asla atlamadan ve o “yabancılaşma” duygusunu sadece gözlerine yükleyerek enfes bir oyunculuk çıkardı Sevgili Can ve bir kez daha söylüyorum ki izlemelere doyamadım. Emeğine, aklına ve o güzel yüreğine sağlık Can Yaman. İyi ki sen…

Ben, önümüzdeki hafta bölümü izleyemeyeceğim. Artık tatil vaktim geldi, kısa bir süreliğine kaçıyorum buralardan. Ellinci bölüme yetişmeye çalışacağım. Bir haftalık moladan sonra sağlıkla görüşmek üzere…

Yazan, yöneten, canlandıran ve set gerisinde büyük yük omuzlayan herkesin eline, emeğine sağlık.

 

Exit mobile version