Site icon Dizifilm BiZ

Erkenci Kuş, 46. bölüm

                                                                             Yazar: Sinem ÖZCAN 

Geçen bölümün finalinde “Bende senden bir şey var!” itirafıyla ilk duygusal yakınlaşma gelmişti. Kendileriyle verdikleri savaş, birbirlerine karşı verdiklerinden çok daha güçlü onların. Nitekim Can “Bu pek ortaklığa girmiyor” deyip Sanem’i öpmekten vazgeçerken aslında kendini ikna etmeye çalışıyordu. Onun yeniden bir ilişki yaşama kaygısı çok büyük, çok korkuyor ve hâliyle buna kılıf uyduruyor. Aslında her ikisi de bir şekilde kendilerini farklı bir ilişkide konumlandırmaya çalışıyorlar ama duyguları onları doğru yerde olmaya zorluyor. Zorlama bir “ortak” ya da “komşu” ilişkisi yaratmaya çalışıyorlar ama duyguları, onları bu odaktan çekip sevgili olmaya zorluyor.

Bana sorarsanız duygularıyla savaşında Can daha dirençli olan taraf çünkü o zarar görmekten korkmuyor, zarar vermekten ödü patlıyor. Âşık olduktan sonra dönüştüğü adamdan öyle ürküyor ve öyle nefret ediyor ki farkında olmadan Sanem’i yine yakıp kül etme ihtimali bile onu her şeye rağmen, Sanem’den uzak durmaya zorluyor. Haklı da… Rahmetli Meral Okay çok doğru demiş: Aşk bir delilik hâli, çünkü. Can da delirdiğinde yakıp yıkan bir adam. Her ne kadar o Can’ı kontrol altına almayı başardıysa da hep o fobiyle yaşıyor artık: “Ya içimdeki canavar yeniden uyanırsa?..”

Sanem, pervane gibi ateşe düşüp yanan taraf. Zarar vermedi ama kendini tüketti. Kitabında “Nefs Vadisi”ni anlatırken “Ben nefsime yenilmeyi seçtim. Arzuların, isteklerin, dokunuşların anısına bıraktım kendimi.” diyor ve duygularına teslim olmayı nefsine yenilmek olarak adlandırıyor. “Söyleyin bana, benden başka kim durdurabilir beni?” derken de aslında bir kez daha yanmaya ve bir kez daha duygularına kendini bırakmaya kapıyı aralıyor. Gidişini Can’ın tercihi olarak gördüğünden de – ki öyle – o Can’ı yaralamadığını düşünüyor, duygularına daha kolay teslim olması da bundan. Sanem, “Nefsime yenildim” diyor ama bilmiyor ki aslında nefsine galip o. Çünkü ruhu özgürleşti Sanem’in. Onu ele geçiren nefsi değil gönlü. Nefsi yani benliği galip olsa onu Can’dan vazgeçirirdi oysa Sanem, kendinden vazgeçti. Mantığını susturan da yine nefsi değil yüreği. Evet, ikisi de o vadiden geçtiler ama yenilerek değil tam aksine yenilmeden.

Öyle ya da böyle akılları birbirlerine “ortak” da dese “komşu” da dese yürekleri her şeye rağmen “aşk” diyor. İkisinin de liseli gençler gibi anket kâğıtlarının peşine düşmesi dahası karşısındakinin istediği insan olabilmek için çabalamaları da yüreğin kesin galibiyetinin sonucu. Anket kâğıtlarının karıştığı bariz belliydi elbette ama asıl sorun gerçek kâğıtlarda ne yazıyordu? Bana sorarsanız Can, “kendi” olabilen bir kadın tarif etti. O, Sanem’i de tam bu nedenle seviyor. Her hâliyle seviyor çünkü Sanem ne giyerse giysin, nasıl davranırsa davransın, hangi tepkiyi verirse versin ona Sanemce bir eda katmayı başarıyor. Bara “kırmızı halı” kıyafetleriyle de gitse “- mış gibi yaşamıyor”. Bir bakışıyla, saçıyla oynayışıyla, yürüyüşüyle o görüntüye Sanem imzası atmayı başarıyor. Sanem’in ankete yazdığı ideal erkeğin Can olduğundan da zaten zerrece şüphemiz yok ama yine de içlerindeki çocuksu taraf “Acaba son bir yılda yaşadıkları, onu benden uzaklara savurmuş mudur?” kaygısı ellerine geçen kâğıtlardakini sorgulamadan uygulamaya geçmeye itti her ikisini de.

Ekip, Yelken Kulübü’nün işiyle uğraşırken Yiğit, kurduğu oyunu işlemeye başladı. Hüma’nın bile gerçeğe teslim olduğu bir noktada Yiğit’in ısrarını ben duyguyla filan açıklayamıyorum. Giderek çirkin, hırs dolu ve kötücül bir adama dönüştü. Bu arada söylemezsem dilim şişer: Hüma’nın araba yolculuğundaki o saçma tavrını zerre kadar anlamadım ben. Hayır, amacın neydi teyzem; bi’ anlat da bilelim. Onlarla kasabaya kadar gideceğim diye tutturmasını, yalnız bırakamamak olarak algıladım da yoldaki o atraksiyonun maksadı neydi, kasabadan taksiye binip gidişin manası neydi, bilemedim. Neyse Hüma’dır deyip çok da durmuyorum üzerinde.

Yiğit’le empati yapmaya onu anlamaya gayret etmeye hatta ona karşı bir merhamet kırıntısı bile duymaya ise hiç niyetim yok. Başına gelenleri ve gelecek olanları “Oh olsun!” diye izliyorum hepsi, o. Yiğit benim için, hırsları adına Sanem’i kurban ettiği gün bitti. Can’a iftira atmasını bile anladım. Bunu bir savaş görüyordu ve onu sonuca götürecek her yol mubahtı ama “âşık olduğunu” iddia ettiği kadına, gözünü bile kırpmadan zarar vermeye kalkışması onun insanlığını sorgulattı bana. İtiraf ediyorum, Polen bile bu kadar aşağılık değildi. Hayır ailece sizin nasıl genleriniz var, sizi neyle beslediler de bu hâle geldiniz, onu hiç bilemiyorum ama bildiğim özellikle Yiğit’in “zehirli” olduğu. Elbette bir gün kendini sokacağını ve o zehrin onu yok edeceğini biliyordum ama Sanem’in Yiğit’in gerçek yüzüyle bu kadar çabuk karşılaşacağını ummamıştım.

Cemal’in planlarının ardındaki ismin Yiğit olduğunu öğrenmesi Can’ı ilk anda şaşırtsa da ona büyük sürpriz olmadı. O, Yiğit’in Sanem’e gösterdiğinin arkasındaki yüzünü biliyor çünkü. Gerçek şoku yaşayan Sanem’di şüphesiz. Yiğit’in ayak üstü uydurduğu yalan bir an için Sanem’i inandırır gibi olduysa da Can’ın elindeki fotolar aksini söylüyordu ama Can, Sanem’in yine kendisine inanmadığını düşündüğü için eski alışkanlığı depreşti ve bırakıp gitmeye kalkıştı fakat bu kez ancak arabanın kapısına kadar kaçabildi. Kapıyı açtığı anda bir kez daha bırakıp gidemeyeceğinin farkındaydı artık çünkü kaçmanın çözüm olmadığını birinci elden denemiş ve görmüştü. Belki de eski Can’ın tamamen öldüğünü ve artık içinden bir canavar çıkmayacağını da o an idrak etti ancak kırgın. Can’ın en büyük korkusu Sanem’in ona güvenmemesi çünkü daha önce bir travma yaşadı, bu nedenle de ben onu haksız bulmuyorum. Öte yandan Sanem’in hayatının şokunu yaşadığını unutup anında sağduyulu davranmasını beklemek de anlamlı değil. Can’ın “Bana niye güvenmiyorsun?” serzenişi yerden göğe haklı ama atladığı bir gerçek var, o da kendisi baştan beri Yiğit’ten kuşkulanırken Sanem’in bunu hiç yaşamadığı. İkisinin tanıdıkları Yiğit farklı. Tanıdığını düşündüğü insanın aslında bambaşka biri olduğu gerçeğiyle yüzleşen her insan, ilk anda bir şaşkınlık yaşar. Arkasından “Konuşalım mı?” diye gelen kadının Yiğit’in yanında kalmamasından, tercihinin kim olduğunu algılaması lazım.

Sanem’in kendini çabuk toplayıp Yiğit’e doğru tepkiyi verdiğini düşünüyorum ama çok önemli bir noktada ayrılıyoruz, onunla. “Özel hayatıma karışma, iş ilişkimiz sürsün!” nedir ya, Sanem? İş ilişkisi mi kalır bu noktadan sonra? “Hayatımdan bi’ çık git!” diyemedin mi? Defteri yakma konusunda suçu Can’ın üstüne atarken yalan söyledi, yetmedi; şimdi, bu… Can’ı onun bir sözüyle mahkûm ettin mi ettin, ona da “Benim hata yapma hakkım yok mu?” diye savunma getirdin; aldık, kabul ettik. Bu ne şimdi? Önceliğinin Can olduğunu, Can hariç hepimiz biliyoruz o zaman niye Yiğit’i hâlâ bir şekilde hayatına değecek noktada tutma çabası? Bırak, nereye gidiyorsa gitsin. Zaten görünen o ki yazarlık, hayattaki tek kariyer hedefin değil, tut ki öyle olsun ödüllü bir yazarın kitabını basmaya yayınevi mi yok? Nedir hâlâ bu, Yiğit’i hayatının bir köşesinde tutma derdi? Can’ı geçtim, ona yaptıklarını; ilişkiyi mahvetmesini de geçtim ama “senin özeli”ne “sana” saygısı olmayan bir adamla iş mi yapılır?

Tamam, biliyorum Sanem, sevdiklerinden kolay vazgeçen biri değil; Can’ın yokluğunda yanında olduğunu düşündüğü Yiğit’e de manevi bir borç hissediyor da olabilir ama yeri geldiğinde Can’dan vazgeçmeyi bilen kadının “Ay, benden uzak olsun ama dursun bi’ köşede.” mantığını da haklı bulmadım, açıkçası. Gerçi aklım, Yiğit’in yeni bir çatışmaya odak olmak için bir biçimde kalması gerektiğini söylüyorsa da Sanem’in hâlâ onunla çalışabilir oluşuna kızıyorum.

Sanem’i, Yiğit’e karşı bir kez daha kaybettiğini zanneden Can’ın acısı ifadenin tam anlamıyla ciğerime oturdu. “Gitmiyorum zaten. Hiçbir yere gidemiyorum. Sen nerdeysen ben ordayım, bunun farkında değil misin?” diye feryat eden adamın bile isteye özgürlüğünü feda edişi, çok dokundu bana. Bence tam o anda Can, nefsini yenip gönlünün emrine girdiğini kabullendi işte! Kendini bütünüyle yüreğine bırakan ama hâlâ sevdiği kadının ona güvenmediğine inanan adamın artık atacak adımı da kalmadı. Sanem, uzanıp öpmeseydi Can, aralarındaki sınırı asla geçemeyecekti. Sanem’in hamlesiyle bir kez daha aşk, onlara kendi hükmünü dayattı. Bundan sonrasını da izleyip göreceğiz bakalım.

Demet Özdemir’i ben bu hafta en çok finalde, Yiğit’e haddini bildirdiği bölümde beğendim. Gözleri çakmak çakmak ve bakışlarında saf bir öfke vardı. Çok katı ve ikna edilemez bir tavır yakalamış. Kırgın, üzgün değil direkt sinirli ve karşısındaki adamı bağışlamayacağı çok net belli olan bir kadın, orada. Sanem’e salt öfke yüklemesini ayrıca çok beğendim, onın duygusal yapısı üzüntüyü de doğal olarak yanında getirecekti ama buna rağmen o duyguları elemesini “yeni” Sanem’in gerektiğinde ne denli katı olabileceğinin vurgulanması adına çok doğru buldum. Bölümün başında Can’ı hayal ettiği sahnedeki yoğun duygusallığa tezat, çok farklı bir kimlik çizdi. O duygusallık, Demet Özdemir’in yorumuyla Sanem’e ne kadar yakışıyorsa bu sert ve dirençli kadın da bir o kadar iyi duruyor ve mimikleri ve beden diliyle dozajını da çok iyi ayarlıyor. Eline, emeğine sağlık Demet Özdemir.

Sevgili Can’ı bardaki sahnede çok beğendim bu hafta. Muzip, âşık, tutkulu ve çok sempatik bir genç adam gördüm o hâllerinde. İçindeki o coşkuyu yeniden bulmuş, yeniden hayatla barışmış bir Can Divit çizdi bu kez. Can Yaman’ın dramatik sahnelerdeki üstünlüğünü hiç tartışmam ama çok az oyuncuda bulunan bir de komedi damarı var. Gülünçleşmeden komik olmayı başarıyor ve bunu da çok zarif aktarıyor. Bardaki sekansta da o yeni yetme muzipliğini çok hoş bir komediyle harmanladı. Gözlerindeki ışık, bıyık altı gülüşlerinin sempatikliği, Sanem’e tutkusunu yansıtan bakışları ve zaman zaman toy şaşkınlığı, eskisiyle yenisiyle “keskin” bir adam olan Can Divit’in köşelerini hafif yumuşattı ve karaktere eğlenceli bir yan ekledi.

Yine de bu yüreğimi bıraktığım Can Yaman sahnesi finalde, Sanem’e “Neden güvenmiyorsun bana?” dediği yer oldu. O sahnede tek kelimeyle enfesti. Sanem’in Yiğit’in yanındaki tavrına kırılmış ve travması depreşmişti. Gitmek üzere arabanın yanına geldiği andan itibaren sahneyi adım adım yükseltti. Sanem’le yüzleştiği anda hissettiği acı ve kendini ona inandıramamanın çaresizliği gözlerinde toplandı. Sesinin tonundaki o incinmişliğe ise ayrı vuruldum. Söyledikleri Can Divit’e has bir aşk ilanıydı aslında ve gördüğüm en güzel ilanı aşklardan biriydi. O kadar üzgün, o kadar eli kolu bağlı ve o kadar hüzünlüydü ki… Dik ve kendinden emin Can Divit’i sildi bedeninden ve omuzları düştü, başı eğildi ve beden diline nefis bir vurgu katarak “her şeye rağmen” Sanem’den uzaklaşamayan o adamı, tüm vücuduyla Sanem’e de ekranın diğer yanına da çok net geçirdi. Tutkunu olduğu kadının güvenini sağlayamayan bir adamın bütün çaresizliğini hissettim. O sahnedeki repliklerinin hepsi aklımda, tek kelimesini unutamadım ama ondan çok sesinin kırgınlık dolu tınısı yüreğimde. Ne diyeyim bir kez daha emeğine, aklına ve o güzel yüreğine sağlık Sevgili Can!

Yazan, yöneten, canlandıran ve perde gerisinde büyük yük sırtlayan bütün set ekibinin emeklerine sağlık!

 

Exit mobile version