Yazar: Sinem ÖZCAN
Can’ın “gidiş”ini engellemek için tekneye atlayan Sanem’de kapamıştık, Erkenci Kuş’u on beş gün önce. Biz biliyorduk Can’ın hiçbir yere gitmeye niyetinin olmadığını ama Sanem’in buna tepkisini bekliyorduk, merakla. Aradan geçen bir yıldan sonra benim çok merak ettiğim başka bir şey vardı:
Öyle ya da böyle Can geri dönmüştü, öyle ya da böyle Sanem onu affetmeye hazırdı ve bütün kırgınlıklara, acılara ve yaralara rağmen bir araya gelmelerini engelleyecek bir güç yoktu. Yiğit’in ve dolayısıyla Hüma’nın oyun ve planları, ikisini birbirinden koparacak güçte de değildi. Ben, ana çatışmayı kuracak engelin nerden geleceğini bekleyip duruyordum, açıkçası. Teknede, Sanem’le Can’ın konuşmaları kafamdaki koca soru işaretini silip yüzüme bir tebessüm yerleşmesini sağladı. Engel; çevrelerinden, yaşanacaklardan ya da “kötü”lerin kurduğu oyunlardan gelmeyecek; asıl engel kendileri çünkü. “Bir kez daha olmaz, biz sevgili olamıyoruz!” dedikleri anda engeli kendileri koyuyorlar ve aslında yıkılması en güç olan da bu.
Bir anlamda teknede kısılıp kalmak, uzun süredir yapılması gereken hesaplaşmaya imkân verdi. Baştan beri, en büyük hataları birbirlerini değiştirmeye çalışmaktı. Bunu fark etmiş olmaları bile artık aşkı gerçekten tanıdıklarının işareti. Eski Sanem korkuyor ve Can’dan güvence istiyordu; onu bırakıp gitmeyeceğinin yanında olacağının güvencesini. Eski Can da itiraf ettiği gibi sorun çözümünde kaçmaktan başka yol bilmiyordu çünkü o da korkuyordu. İkisi de kendi korkuları yüzünden birbirlerini değiştirmeye çabalıyorlar, birbirleriyle mücadele ediyorlardı. Oysa gerçek sevgi böyle bir şey değil… Can, teknesine duyduğu sevgiyi anlatırken aslında onu Sanem’le özdeşleştiriyor ve bir yılda geçirdiği evrimi anlatıyordu: “Önce anlamaya çalıştım, sonra hükmetmeye; sonra mücadele ettim, sonra kavga ettim onunla. Hiçbiri işe yaramadı, ben de kendimi tamamen ona bıraktım.” Özetle Can, teslim oldu artık. Hükmetmeden, mücadele ve kavga etmeden Sanem’e teslim olmaya hazır. Sanem de aynı noktada. Sevdiği adamın âşık olduğu özelliklerini yok etmeye, onu başka biri hâline gelmeye zorlayan Sanem, yok artık. Hatta, “Beni karaya bırak, sen git!” diyebilecek kadar kabullenmiş bir kadın var karşımızda. İşte “bağlılık” tam da böyle bir şey… Sanem’in kitabında yazdığı gibi “Bir bedende iki ruh ya da iki bedende tek ruh olmak…” Bunun için birlikte olmak gerekmiyor. Karşındakinin ruhunu kendi bedeninde hissettiğinde ve onu en az kendin kadar anlayıp “kendi olmasına izin verdiğinde” yürekten bağlısındır, zaten. Aslında ayrı geçirdikleri bir yıl da bunun somut kanıtı. Açık denizin ortasında, küçücük bir teknenin içinde, her ânını Sanem’in varlığıyla dolduran Can ve Can olmadan dünyayı dolaşmayı reddeden Sanem, bir nikâh yüzüğü ya da atılan bir imzanın asla sağlayamayacağı kadar bağlı birbirine. Birbirlerinden sonra en büyük tutkuları çaya tövbe etmeleri de bunun en somut kanıtı.
Duygunun ve bağlılığın bu denli güçlü olduğu yerde, engel de çok güçlü elbette. Sanem, Can’ın yokluğunda yaşadıklarını bir kez daha göze alabilecek hâlde değil ve Can, “Aşk, bana iyi gelmiyor.” diyor. Sütten ağzı fena yandı. Sanem’den değil ama aşkın onu dönüştürdüğü adamdan korkuyor. Aslında ona iyi gelmeyen aşk değil, kaybetme korkusu. Can’ın kaçıp kaçıp gitmelerinin altında da bu var. Sanem’e zorbalığının, kıskançlığının, hükmetme arzusunun gerisinde yatan da onu kaybetmekten deli gibi korkması aslında. Annesi tarafından terk edilmiş bir çocuk, o travmayı alt edecek gücü, koşulsuz sevileceğine inandığında bulur. Sanem’in duygularından hiç şüphe etmiyor ama yeniden ona zarar verme korkusu “Aşk, bana iyi gelmiyor!” inancını körüklüyor. Bu duyguyu yok edecek ve onu yeniden aşkla barıştıracak, bir kez daha aşka dalma cesareti göstermesi için bir sebebe ihtiyacı var Can’ın.
Can’ın en büyük korkularından biri, Sanem’in ona inanmayışıydı. Defteri yakmadığına, yakmayacağına inanmasını bekliyordu. Bunu Sanem’in ağzından duymak onun endişesini de silip götürdü ve Sanem için savaşan o adamın geri geleceğinin sinyalini de verdi. Kremlerle ilgili sorun çıktığında Can’ın “Bana güveniyor musun?” sorusuna Sanem doğrudan evet demesi, Can’ın o ana kadar hiç karışmadığı Sanem’in işleriyle ilgili kontrolü de ele almasını sağladı. Her ikisi de yeniden bir aşk ilişkisine mesafeli durdukları için de çözüm “ortaklık”la geldi. Aralarındaki bağa somut bir ad vermeleri ve bunu göze almaları güven sorununun bir nebze aşıldığının da kanıtı.
“Sana da senin değer verdiklerine de asla zarar vermem.” diyen Can’ın karşısında, sırf elde etme hırsıyla yakıp yıkan, Sanem’in değer verdiklerini yok etmek için en ufak tereddüt göstermeyen Yiğit var. Aşk insanı güzelleştiren bir duygu olmalı. Can, güzelleştikçe Yiğit’in çirkinleşmesine bakıp durdum. Deli gibi sevdiği adama “Beni bırak, sen git!” diyebilen bir kadını hangisinin hak ettiğini sorgulamaya bile gerek yok elbette ama Yiğit, hak ettiğini bulmazsa da benim içim soğumayacak galiba.
Yiğit ve Hüma ortaklığı bir şekilde ortaya çıktı. Her ne kadar Hüma, durumu idare edip konunun üstünü şimdilik kapadıysa da Can, Yiğit’in bir plan çevirdiğini anladığı an, ortağının da annesi olduğunu fark edecektir. Öte yandan, Yiğit’in kendi ağzıyla Sanem’e yakalanması da Sanem ve Can’ın aynı anda dönen dolaplara uyanmaları demek. Evet, Can eski Can değil onun defterinde artık kin, öç alma ya da zarar verme yok ama bedel ödetmenin en ağır yöntemi de bazen karşındakini kendinden mahrum bırakmaktır. Sanemsiz kalan Yiğit ve oğlunu tümden kaybeden Hüma kol kola girip güney kutbunda penguenlerden sadakat dersi almaya gidebilirler, bence.
Sanem, Can’ın yokluğunda bir sevgi halesiyle çevrelenmiş. Yaşadıklarına rağmen küllerinden doğabilmesinin en büyük nedeni de hayatının her anında üstüne titreyen eski ve yeni dostları olmuş. Eskiler, ona en iyi gelenin Can olduğunu bildiklerinden yavaş yavaş geri çekilip yerlerini Can’a bırakma hamleleri yapıyor, yeniler de baştaki kuşkucu tavırlarına karşın durumu sezip ona aralarında yer açmaya başladılar. Ancak hepsinin kafasında yer alan ve dile getiremedikleri soruları sormak Leyla’ya düştü. Üstelik vaktiyle Sanem’in duymak istediği garantiyi almak da ona kısmet oldu. Can, bir daha gitmeme ve Sanem’i asla incitmeme sözlerini Leyla’ya hiç tereddütsüz verdi. Bu, artık Can’ı boğan korkutan bir pranga değil çünkü. Bu kez gerçek duygusu ve kendiliğinden Sanem’e teslim olmasının sonucu. Dünyanın her köşesini, aklında ve yüreğinde Sanem’le dolaştığı için ondan uzak olmanın ondan kaçmak anlamına gelmediğini yaşayarak öğrendi. Artık öğrenmesi gereken bir tek şey kaldı: Sanem’i incitmemek için ondan uzak kalmaya çalışmanın anlamsızlığı… Bu da ancak Sanem’in yanında verilebilecek bir savaş.
Finalde enfes bir sahneyle, Sanemin boynundan hiç çıkarmadığı zincirin ucunda ona verdiği yüzüğü gördü Can. Sanem’e bir yıl boyunca teknede hep onunla olduğunu söyleyerek kendi bağlılığını vurgulamıştı, Sanem’in boynundan hiç çıkarmadığı yüzük de Sanem’in bağlılığının kanıtı aslında. O yüzük, sadece evlilik bağının sembolü değil çünkü. O yüzük, Sanem’in Can’ın aydınlık yanını ortaya çıkarabilecek tek kadın olduğunu da sembolize ediyor ve Sanem’in ne olursa olsun ondan asla vazgeçmediğinin de kanıtı. Yiğit’e “Ben Can’ın bende açtığı yaraları unutmak istiyorum, Can’ı değil” diyen kadın, onu aslında çoktan bağışlamış ve ayrı da olsalar onsuz olmamaya yemin etmiş demektir. Can’ın bunu işitmesi değil, görmesi çok daha etkili. Böylelikle aşkın, iyileştirici gücünü de fark etmeye başlayacaktır. Hayatı dondurmaktan vazgeçip sevdasını ve sevdiğini yanına alarak “sonsuz”a yürümeye başlamanın vakti de geliyor.
Ben bu hafta, Demet Özdemir’i en çok teknedeki konuşmada beğendim galiba. Can’dan özür dileyen Sanem’de gerçekten çok iyiydi. Çok içten ve çok duyarak oynanmış. Sanem’in bütün yaşadıklarına rağmen yaptığı tek hatayı en doğru noktadan yakalamış ve çok iyi çıkarmış ortaya. Dolan gözleriyle, konuşmadaki vurgularıyla, mimikleriyle sahneyi harika verdi. Açıkçası ben “yeni” Sanem’i eskisinden çok daha fazla seviyorum. Daha derin, daha kimliği belirgin bir karakter. Bu da Demet Özdemir’e onun üzerinde rahatça oynama fırsatı veriyor. İçindeki çocuğu kaybetmeden olgun ve güçlü bir kadın yaratmasına imkân veriyor. Teknedeki sahnede de oturuşundan, bakışına; tonlamasından beden diline kadar o çalışılmışlığı ve özeni çok iyi koydu ortaya. Emeklerine sağlık Sevgili Demet Özdemir.
Sevgili Can’a gelince… Final sahnesini elbette yazacağım uzun uzun ama ondan önce çok sevdiğim bir başka detaydan söz etmek istiyorum. “Sanem’in Can”ı ile “Can Divit” arasına öyle hoş bir nüans koyuyor ki her seferinde bayılarak izliyorum. Leyla’yla konuşurkenki keskinliği ve netliği, Hüma’ya ültimatom verirkenki mesafesi ve ciddiyeti Sanem’in yanında sadece bir kez ortaya çıktı. O da kremleri elinden alınacak diye çok üzülen Sanem’e “İzin vermem!” dediği anda… Yine Can Divit olması ve kontrolü ele alması gereken bir andı çünkü o ama onun dışında Sanem’e ortaklık teklif ederken bile “Sanem’in Can’ı”ydı. Ona teslim olmuş, kendini ve hayatını onun avuçlarına bırakmış o nahif adam… Aynı kimliği ikiye bölerek ve çok keskin ayırarak sunuyor Can Yaman ve bunu o kadar ustaca yapıyor ki her iki kıyafet de Can Divit’in üstüne hiç pot yapmadan tam oturuyor.
Final sahnesini yazacağım demiştim çünkü bu hafta o sahnedeki oyunculuğuna ayrı bir vuruldum ben Sevgili Can’ın. O kadar narin bir sevgi ve o kadar narin bir ifadesi vardı ki şaşkınlığında, bakışında, yüzüğü Sanem’in boynunda görmekteki sevincinde… Sanem’e bakışındaki sevgiye çok yoğun bir şefkat gizlemiş ve Can Divit’in içinden bambaşka bir Can Divit çıkarmış. O deli dolu adamı; dingin, huzurlu, sevgi ve şefkat dolu hepsinden öte kıymet bilir bir adama çevirmiş. Erkeğin gücünün sertlikten, kaba kuvvetten ve inattan değil aksine şefkatten geçtiğini vurguluyor ve yepyeni bir “güçlü erkek” profili yaratıyor.
Sanem’e o kadar güzel bakıyor ki sadece buna bakarak “Bu adam bu kadına zarar vermez.” diyorsunuz. Hani, nerdeyse bakışlarıyla onu çekip alıp yüreğinin tam ortasına oturtuyor.
Sevgili Can, beden dilini de alabildiğine esnek kullanıyor. Yürüyüşünden, dokunmasına dek bütün jestlerini yumuşattı ve Can Divit’in iç huzurunu o bedene çok zarif aktardı. Hareketler daha minimalize, yürüyüş çok daha sakin ve özellikle Sanem’e dokunuşları tüy gibi hafif. Yanağına düşen bir tutam saçı alması, elini belli belirsiz okşaması, küçük hareketlerle onunla temas etmesi eski Can Divit’in sert sahipleniciliğinin yanında çok daha zarif ve bir o kadar duygu yüklü. Beden dilinin her detayıyla, bütün mimikleri ve bakışlarındaki her ayrıntıyla hem Sanem’e hem ekranın diğer yanına “Ben o adam değilim, artık!” mesajını geçiriyor. Doğurganlığın simgesi Matruşka gibi Can Divit’ten her seferinde bir başka Can Divit doğuruyor. Emeğine, aklına ve o güzel yüreğine sağlık Sevgili Can.
Yazan, yöneten canlandıran ve setin bütün yükünü omuzlayan herkesin eline, emeğine sağlık.