Site icon Dizifilm BiZ

Erkenci Kuş 3. bölüm

                                                        Yazar: Sinem ÖZCAN

Geçen haftanın finalinde Can’a yine yakalanan Sanem’in bir defa daha yalan söyleyip söylemeyeceği ikileminde bırakmıştım ben, Erkenci Kuş’u. Bu kez yalana gerek olmadığını düşünerek de “Umarım doğruyu söyler!” temennisinde bulunmuştum. Biraz sarsakça, biraz sağından solundan dolaşarak da olsa doğruyu söylediğini görmek hoşuma gitti.

Emre’nin Sanem’e yüklediği rol, özünde dobra ve net bir kadın olan Sanem’i çok zorluyor ve saçmalamasına neden oluyor. Sakarlığının da lafları eveleyip gevelemesinin de altında kendisine hiç uygun olmayan bir pozisyonda bulunması yatıyor. Kendi olabildiği yerlerde ve anlarda o şaşkın kızın yerini çok sevimli bir doğallık alıyor. Can’ı asıl şaşırtan da tam olarak bu, bence. Sanem’i çözmek için uğraştıkça da kendini hızla ona doğru çekilmiş buluyor. Öte yandan çevresi Deren ve Arzu gibi yapmacık kadınlarla çevrili bu adamın Sanem’in yanında o yaban çiçeklerinin kokusundaki büyüye kapılmaması imkânsız, elbette.

Sanemsi, ilk bölümde karşısına çıkan “Albatros”a vurulmuş da olsa Can’la Emre yüzünden bu kadar çok vakit geçirmek zorunda da kalsa bu yakınlık, onu da hızla etkilemeye ve görevle duygularını birbirine karıştırmaya başladı. Arzu’yu, aldığı emir nedeniyle Can’dan uzak tutmaya çabalarken birden kadın tarafı devreye girip işi tamamen kişiselleştirdi üstelik bunu Ayhan’a anlatırken de farkına varmadan itiraf etti. Gerçi şimdi hiç hakkını yemeyeyim Arzu, bünyesinde bir parçacık X kromozomu barındıran, yaşı kaç olursa olsun her kadını da çıldırtır. Sanem’i Arzu’ya sebze suyu hazırlarken gördüğümde kendimi tutamayıp “Bas kızım şunun içine çileği!” dedim vallahi! Beni duymuşçacına dolaptan çilek kasesini çıkardığında da Sanem’i ekrandan çekip bir öpesim geldi. Hiiiiçççç kusura bakma Can Beyciğim, söz konusu Arzu olunca Sanem, ortada sen olmasan dahi yerden göğe haklı. Haaa, karşısındaki sen değil de Emre olsaydı o sebze suyuna çilek katılmazdı doğru ama inan bana, o elbisenin eteğine yine basılırdı. İçip durdukları o sebzelerin klorofili, beyin hücrelerini büzüştüren bütün yürüyen askılara biz normal hatunların alerjisi var, bilesin. Kendine büyük pay çıkarma diye söylüyorum, bak!

Emre, Sanem’i Can’ı durdurmaya zorlasa da bu bölüm hissettim ki onun için işin rengi biraz değişiyor. Babası varken ona göre daha güçlü gördüğü Aylin’in cephesinde yer alan ve kendinden çok emin olan Emre, Can geldikten sonra dengenin değiştiğini bilmese de seziyor ve Aylin’le Can arasındaki rekabette Aylin’e çok şans tanımıyor gibi. Can’ın istediğini alacağının farkında, Aylin’in aşırı hırsından da rahatsız olmaya başladı. Üstelik ona “Bu iş ortaya çıkarsa ben hem işimi hem ailemi kaybederim.” cümlesini kurduğunda benim gözümde şu ana kadar çok belirsiz olan karakter biraz şekillenmeye başladı. Anladığım o ki Emre, “bir numara” olamamanın kıskançlığıyla yanlış tarafta yer almış ama her şeye rağmen ailesini ve abisini silme noktasında değil. Aylin’in Can’a karşı kaybetmeleri arttıkça hırsı ve hırçınlığı da artacak ve Emre, bulunduğu yeri sorgulamaya başlayacak diye umuyorum. (Bu arada Aylin’le de ciddi sorunum var söylemeden geçemeyeceğim. Bende gerçeklik duygusu uyandıramıyor ve yapaylığı onu ciddiye almamı engelliyor.)

Emre ve Can arasındaki kardeş rekabeti bir başka biçimde Sanem ve Leyla arasında da var ama Emre’nin aksine kendisiyle barışık olan Sanem, bunu düelloya çevirmediği için onlarınki sıradan kardeş atışmasından öteye geçmiyor. Leyla’nın işe dönmesi üstelik de Can’a “Ajanı ben bulacağım!” sözü vermesi çok hoşuma gitti, böylelikle Emre ve Sanem’e karşı Can ve Leyla ortaklığı başlayacak. Bu da çok hoş bir açılım sağlayabilir öyküye.

Can, mahalleye geldiğinde Zebercet’in saçmalamalarını fırsat bilen Sanem, “İşte nişanlım!” deyip onu Can’ın karşısına dikecek diye ödüm patlamadı değil. Neyse ki Can’ın ikide bir yüzüğe yaptığı vurgulara karşın Sanem, bu geri dönülmez hatayı yapmadı. Zebercet’in mahallede kalıp tek başına zırvalamasını ve öykünün diğer tarafına hiç bulaşmamasını istiyorum, ne yalan söyleyeyim. Bu arada yüzük meselesinin üstü kapatılmasın istemiştim. Allah’tan bu bölüm hem Emre’ye iadesi hem de Can’ın bu yalana inanmadığının altının çizilmesi çok iyi oldu. Yüzük detayı daha fazla uzatılmaz ve konu Zebercet’e uzanmadan böylece kapatılır, dilerim. Öykünün mahalle boyutunun Nihat’ın borcu üzerinden yürümesi bana çok daha mantıklı geliyor çünkü.

İlk iki bölüme kıyasla bu hafta, mahalle bölümünün gerek uzunluğu gerekse öyküye yerleştirilişi bana daha iyi geldi. Can’ın, Mevkıbe ve mahalleliyle tanışmasıyla da iki aks arasında bağlantı sinyalleri geldi ki bunu da çok sevdim çünkü “evrensel” Can’ın “yerel” mahallede ne yapacağını izlemek çok keyifli olacak. Biraz daha seri geçişli biraz daha hızlı akan sahneler gelirse öykünün ritmi de kendini bulacak diye düşünüyorum. Çağrı Bayrak, renkli, rahat ve sıcak bir dil kullanıyor eğer o çeşitliliği yakalamasa ritim iyice düşük kalacaktı.

İlk bölüm yorumumda Demet Özdemir’i daha önce uzun boylu seyretmediğimi söylemiştim bu anlamda benim için yeni bir oyuncu. İlk üç bölüm sonunda vardığım kanı Sanem’e çok yakıştığı. Sanem’in doğallığı ile şaşkın ve gergin oluşu arasındaki tezatı iyi kuruyor; havuza düştüğünde ya da Can’a yakalandığı anlardaki abartıyı (ki sakarlık zaten başlı başına abartılı bir durumdur) parfüm yaparken, kahve yakarken ya da penceredeki Gülten teyzeye çıkışırken tamamen nötrlüyor. Böylelikle de hem aradaki kontrast vurgulanıyor hem de Sanem’in netleşmesi sağlanıyor. Demet Özdemir – Can Yaman enerjilerinin de iyi tuttuğunu gözlemliyorum. Hafta içi araba sahnelerinin doğaçlama olduğunu yazmıştı Can Yaman. O açıklamaya dayanarak izledim sahneyi ve doğaçlamada bence çok önemli olan “birbirinin dilinden anlama” durumunu çok iyi kotardıklarını gördüm. Sahne çok rahat ve doğal aktı.  Ben şimdi onun duygusal sahnelerdeki performansını da merakla bekliyorum.

Sevgili Can Yaman’a gelince… İlk iki bölümü sadece dıştan bir gözlemci bakışıyla izledim. Çünkü itiraf ediyorum, karakteri çok yadırgadım. Can Yaman söyleşilerinde kendisine en yakın karakter olduğunu dile getiriyor ama canlandırdığı kimlik benim onda izlemeye hiç alışık olmadığım bir tipleme… Görünüş olarak elbette çok farklı ama onun oyunculuğunun en küçük detaylarına bile hâkim olduğumu iddia eden benim için, önemli olan görünüşü değil. Ben oyunculuğundaki değişimi gözlemliyorum.

Can Yaman, duygusal sahnelerde alıp yürüyen her seferinde bir öncekini aşan performanslar çıkaran bir oyuncu benim gözümde. Bu yüzden karakter derinleştikçe asıl gücü ortaya çıkar onun. Romantik – komediler ise genelde “tipleme” esasına dayanıyor. Sadece ana hatları verilmiş bir “tip”i karaktere evriltmeske ciddi çaba istiyor. Ben onun, bu çizgiyi nasıl aşacağını görmeyi bekliyordum ki yavaş yavaş oluşmaya başladı. Önceki karakterlerinde daha minimal bir oyunculuğu tercih ederdi. Bu defa Can Divit’in ruhuna uygun olarak jestleri artırmış. Özellikle bir şeyi işaret etmek için kullandığı, bir el hareketi var ki bunu ısrarla tekrarlıyor. Açıkçası Can Divit imzası olacak böyle bir hareketi çok yerinde ve çok akıllıca buldum ben. Benzerlerinden onu ilk anda ayırt edecek çok belirgin bir simge ve sık tekrarlayarak izleyicinin zihnine işliyor. Bir de ilk bölümden beri elinde gördüğüm taşlar var. Özellikle düşünürken kullandığı ve hep yanında taşıdığı o taşların da çok anlamlı bir yere bağlanacağını düşünüyorum.

Bakışlar, jestler ve mimikler daha önce izlediğimden çok farklı olunca sanki Sevgili Can’ı değil de bir başka oyuncuyu izliyorum duygusuna kapıldım ancak yavaş yavaş alışmaya ve anlamlandırmaya başladım. Derinleştikçe jestlerine ve mimiklerine daha rahat anlam yükleyebileceğim sanırım. Açıkçası ilk işinden beri her adımını sıkı sıkıya takip eden benim gözlerimi dahi yabancılaştırmış olmak, oyunculuğu adına çok büyük bir artı bence. Hep bayılarak ve hayranlıkla izlediğim duygu yoğunluğu fazla sahnelerin gelmesini ve o sahnelerde Demet Özdemir’le performanslarını sabırsızlıkla bekliyorum.

Emeği geçen herkesin yüreklerine sağlık.

 

Exit mobile version