Site icon Dizifilm BiZ

Erkenci Kuş 29. bölüm

                                                                         Yazar: Sinem ÖZCAN

Erkenci Kuş’ta bu hafta kafam karmakarışık kalktım bölümün başından. Taşlar yerinden öyle bir oynadı ki hangisini nereye yığacağımı hâlâ bilemez hâldeyim. Açıkçası ana çatışmanın bu kadar seri ve ani çözüleceğini hiç hesap etmemiştim. Sadece Sanem’in gizlediklerinin ortaya dökülmesi değil, Hüma Hanım’ın açıklaması, Aylin ve Fabri’nin tutuklanması da şu an için beklemediğim gelişmelerdi. Yazarak taşları yerine oturtmayı deneyeceğim, yapabileceğim hatalar için peşinen affola.

Fabri’nin Sanem’in kokusunu piyasaya sürmemesini ve yolladığı testerın farklı bir kokuya ait olmasını istediğimi söylemiştim geçen hafta. Can’ın ilk tepkisinden de içime bir su serpilmişti. Neyse ki Fabri yalnız kampanyayı çalmakla yetinmiş. İkinci şaşkınlığı da Hüma Hanım’da yaşadım. Ne zamandır beklediğim açıklama bu hafta geldi ondan da. Can’a bir türlü ulaşamadığını fark edince taktik değiştirip babasıyla ayrılma hikâyesini kendi cephesinden anlatmaya karar verdi, sonunda. Söyledikleri kafa karıştırıcı olsa da Can’da büyük etkisi olmadı ki normali de bu zaten. Açıkçası ben kendi adıma anlattığı hikâyeye hiç inanmadım. Bana sanki başı sıkışınca kurgulayıverdiği bir kendini aklama planı gibi geldi. Aziz Bey’in onu aldatmış olması mümkün, ona sözüm yok ama Can’ı bilmem de “Emre’nin bana ihtiyacı vardı. Çok küçüktü. Baban onu da elimden almakla tehdit etti.” açıklaması beni ikna etmedi. Tut ki söylediklerin doğru Hüma Hanımcım, ihanete uğramış bir kadın olarak mahkemede senin elin güçlüydü. Üstelik de öyle gariban, zavallı, tehdide pabuç bırakacak bir tavrın da yok. Sen o, Aziz’i lokma lokma yerdin bu doğru olsa. Hadi bıraktın, mecbur kaldın, ona da peki? İyi de bu oğlunla ilgilenmeni engellemez ki… Emre nasıl babasıyla görüşme hakkına sahipse aynı şey Can için de geçerliydi. İstesen pekâlâ oğluna bağını sürdürür ve onun kopup gitmesine izin vermezdin. Üstelik samimi olsan bu kadar da beklemezdin bu açıklamayı yapmak için. Ceyda’dan ümit kesip de Polen’i çağırmayı düşünecek kadar plan, program insanı Hüma Hanım bu açıklamayı sen, şimdi yapıyorsan ben sadece bunu Can’ı yanına çekmek için uydurduğun bir başka oyun olarak görürüm. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim Ceyda yerine Polen getirmek de nedir Allah aşkına? “Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı.” derler. Bu adam Polen’i bırakıp gitmiş, Sanem’e. Hayır, sen hangi akılla Polen’in şimdi onu Sanem’den ayıracağını düşündün acaba? Haaa, bu arada Polen’in babasının boşandığını duyunca antenlerinin açıldığını da fark etmedim, sanma. Özetle ben seni sevmedim be Hüma Hanımcım!

Can’ın annesinden telefon alınca koştur koştur yine soluğu İstanbul’da alan Polen’e de bi’ çift sözüm var: Sana o “fizik” diplomasını hangi üniversitede, kim verdi bilemedim ama sen konuyu kökten yanlış anlamışsın, güzel kızım. Adam, daha Sanem onun sevgilisi değilken bavullarını senin koltuğunun altına verip tıpış tıpış yolladı seni, hangi akla hizmet bir telefonla geliyorsun acaba? Üstelik Can Divit de olsa niye bir adama “bulunmaz Hint kumaşı” muamelesi yapıyorsunuz, acaba ey yurdum kızları? Nedir bu, ilk fırsatta soluğu adamın burnunun dibinde almalar? Konu Sanem filan da değil. İstemiyor işte, bu kadar basit! Neden bunca çaba, bunca oyun, bunca tezgâh? Benimki de soru, işte! İlle avlamak, ille kazanmak merakı tabi ki…

Polen’le birlikte alejisi de geri döndü Sanem’in ama takdir ettim. Bu defa kıskançlığını dizginlemeyi bildi. En azından son ana dek… Polen’e de kaygı dolu, kıskanç kadın görüntüsü vermedi. Can da mesafeyi çok doğru ayarladığı için Polen ilk hamlede geri çekilmeye mecbur oldu. Son anda Hüma Hanım’ın fırsatı değerlendirmesiyle Sanem’e karşı sayı almış görünse de Polen’inki baştan kaybettiği bir savaş aslında. Dağ evinde Sanem eğer gördüğü tabloyu doğru değerlendirecek noktada olsa Can’ın Polen’in varlığından ne denli rahatsız olduğunu da fark edecekti ama yaşadığı telaşın içinde bunu kavramasını da beklemiyorduk zaten.

Sanem, gerçekleri bir türlü anlatamadığından Can’ın bunu başka yerden öğreneceği aşikârdı ama Mine bana da büyük sürpriz oldu, doğrusu. Ben Aylin ve Hüma ikilisinin bunu keyifle Can’a aktaracaklarını düşünmüştüm. Yalanlardan artık iyice bunalmış olan Can’ın, Sanem’in gerekçesini anlasa da hatta kendisine söylemek için nasıl çaba harcadığını sezse de yine de büyük bir kırgınlık yaşaması kaçınılmaz ama iki büyük işaret var ki bu kırgınlığın geçici olduğunu hissettiriyor bana. İlki, Mine’den gerçeği öğrenen Can, Fabri’ye hâlâ “O koku, benim!” cümlesini sarf ettiyse, Sanem’den vazgeçmemiş demektir. Üstelik Emre’ye hesap sorduğunda da öfkesi Sanem’e değil, ondan gerçekleri bir saklayan kardeşineydi. Yalan söylediği için Sanem’e kırılmış da olsa bunu niye yaptığını içten içe anlıyor, Can. Öyle olmasa son sahnede bakışında öfke olurdu ama onun yerinde kırgınlık ve yanında Polen olduğu için rahatsızlık vardı. Elbette ki bütün bunlar Sanem’in işini kolaylaştırmayacak. Can, bunu “güven”ine aldığı bir darbe olarak görecek ve Sanem’i bir anda bağışlamayacak ki doğrusu da bu zaten. Sanem de yaptığının sonuçlarının farkında ve bence o bedeli ödemeye de hazır. Can, bu hafta Sanem’in güçlü tarafına hayran olduğunu net olarak dile getirdi. Şimdi, o güçlü kadının açığa çıkma vakti. Mücadeleyse mücadele, bedelse bedel, emekse emek… Can’ın kırgınlığını bir biçimde gidermesi gerekiyor. Onların ilişkisinde Sanem’in düşündüğü gibi üçüncü kişilerden gelecek bir tehlike yok, asıl tehlike aralarındaki bağın zedelenmesi. Ne yapıp edip o hasarı tamir etmek de Sanem’in boynunun borcu.

Söylemeden geçemeyeceğim. Bu hafta içimi en çok Deren acıttı ve en çok ona kıyamadım. Bir anlık gafletinin bedelini çok ağır ödedi ama en takdir ettiğim de hem Can’ın karşısında dimdik durarak yaptığının sorumluluğunu alması hem de Sanem’e hakkını teslim etmesi oldu. İşi ve Can onun dünyasıydı. Can’ı kaybettiğini anladığı an bunu da olgunlukla kabullenmişti, işini kaybetmeye de aynı tavırla razı oldu. Üstelik “Ben kendimi affedemiyorum” derken de sonuna kadar samimiydi. Can’ı kaptırdığı Sanem’e bir de şirketteki konumunu kaptırmamak için hırsına mağlup olmuştu ve “ama…” larla hiç uğraşmadan hatasını algılayıp bedelini de sızlanmadan ödedi. Hüma Hanım’ın Can’la ilgili bir tek doğru saptaması var o da Can’ın duygusal bir adam olduğu. O duygusallığına yenildiği için de Deren’i anlık bir öfkeyle kovması beklenen sonuçtu. Sakinleşince bundan üzüntü duyacağını da biliyorduk ama en güzel olan onun da Deren’den özür dilemeyi bilmesi oldu. İki taraf için de o özürler gerekliydi ve hiç dolandırmadan çok net ve direkt gelişini de çok sevdim. (Özür dilemeyi bilen erkek, Can’dır.)

Yazının başında kafam karmakarışık, dedim hâlâ öyle çünkü ana çatışma çözüldükten sonra en az çözülen kadar güçlü bir düğümün nereden geleceğini kestirmeye çalışıyorum. Can ve Sanem arasındaki gerginlik bu düğüm için yeterli değil. Geldiğinden beri Can’ın hayatını yönetmeye çalışan Hüma Hanım’ın taktiği artık belli. Can’ı, Sanem’den koparmak için onun karşısına kendi onayladığı birini çıkarmak. Ceyda hamlesi geri püskürtüldü, Polen’in de çok uzun ömürlü olacağını düşünmüyorum çünkü Can ona çok daha net bir mesafe koydu ve bunu son sahnede de koruduğunu gördük. Eğer Hüma Hanım akıllı bir kadınsa bu yöntemin çalışmadığını görecektir. Bir ihtimal, bu defa tam tersini deneyip Sanem’i ayartacak birini bulmayı deneyebilir ama özünde bütün bunlar Can’la Sanem’i ayırmaz aksine daha da birleştirir. Hanım Hüma Hanım’ın tezi, Sanem’in Can’a uygun olmadığı. Doğru odaklanırsa buradan yürümeyi deneyebilir ama gerçek Can’ı da gerçek Sanem’i de tanımadığından bu ihtimal de zayıf. “Kötü”ler şu an için cezasını bulmuş görünüyor. Elimizde kalan tek kötü Hüma Hanım. Bu yüzden ona odaklanıyorum ama yeni çatışmayı Hüma Hanım’ın çıkarabileceğinden oğlunu ve Sanem’i doğru ölçemediği için de çok şüpheliyim.

Sanıyorum bir iki bölüm Can ve Sanem’e ağırlık vereceğiz ve öykünün sapacağı ana yol ondan sonra karşımıza çıkacak. Kendi adıma üçüncü kişilerle pek zaman harcamadan ciddi bir engelle karşılaşmayı diliyorum.

Bu hafta bölümün genelinde Demet Özdemir’in de Can Yaman’ın da oyunculuklarını çok beğendim. Geçen haftadan başlayan bir değişim vardı ve sahneler derinleştikçe oyunculukların da farklılaşacağına inandığımı söylemiştim. Gerçekten de öyle oldu. Bölümün ilk sahnesinde Demet Özdemir’in Sanem’deki korkuyu, endişeyi ardından gelen rahatlamayı yansıtmasını çok sevdim ama en çok Galata’da otururlarken Can’ın “Herkes mi bir şey saklar?” yakınmasının ardından “İnsan en çok kaybetmekten korktuğu insana karşı hata yapar.” diyen Sanem’de bayıldım ona. Suçluluk duygusunu ısırdığı dudakları ve kaçırdığı gözleriyle verirken kendini Can’a anlatma isteğini de repliğe çok doğru yedirmişti. O an, Sanem’de “içi içini yemek” duygusunu, söyleyememenin azabını ve kaybetme korkusunu o kadar net aldım ki… Yanında olup kulağına eğilerek “Söyle gitsin! At sırtındaki yükü!” diyesim geldi. Final sahnesinde, Polen’i gördüğü anda şaşkınlıktan kırgınlığa geçişi de harika yansıttı, ekranın diğer yanına. Sevgili Demet Özdemir, yürekten inanarak diyorum ki Sanem, seninle çok güzel!

Geçen hafta Sevgili Can’ın, Can Divit’e farklı bir ruh vermeye başladığını ve bunun temellerini atmakta olduğunu düşünmüş ve dile getirmiştim. Bu hafta, bölüm boyunca bu yargımın doğruluğuna dair izleri aradım ve kanım biraz daha güçlendi. Sanem’e âşık olduktan ve annesi geldikten sonra Can Divit değişti. Can Yaman, o değişimi küçük nüanslarla vermeyi seçiyor ve fark ettiğim, Can Divit’in köşeli taraflarına baskıyı artırıyor. Can Divit, vasat ve sıradan bir adam değil üstelik son dönemlerdeki Can Divit, iç karmaşası çok fazla, duygu dünyası karışık bir adam; tam da bu yüzden Can Yaman onu canlandırırken genel tavrını küçültüp bu noktalarda vurguyu çoğalttı. Annesiyle konuşmak üzere eve geldiği sahnede bambaşka bir profil çizdi, mesela. Daha önce Can Divit’i benzer konumda Sanem ve Emre ile izledik, yani yapılacak açıklamayı dinlemeyi hiç istemediği ama dinlemek zorunda kaldığı anlarda gördük, onu. Oysa bu defa bambaşka bir adam vardı karşımda. Koltuğa yayılmış, gözlerini annesine dikmiş, beden dili “Ne söyleyeceksen söyle” havasını almış, bakışlarını kısmış… Tek kelime etmeden dinlerken bütün görüntüsüyle küçümsemeyi, rahatsızlığı, inanmamayı ve huzursuzluğu geçirdi ekranın diğer tarafına. Yüzünde beton gibi bir ifade vardı. Ulaşılmaz, ikna edilemez ve kandırılamaz olduğunun vurgusunu yapıyordu. Bakışları çok keskindi ve annesinin görmeyi beklediği ilgiden tamamen yoksundu. Sahneye dahil olmadan izliyor, adeta bir tiyatro seyrediyormuşçasına kendini olaydan soyutluyordu ve söylenenlerden etkilendiği hâlde annesinde kesin bir başarısızlık duygusu uyandırmayı tavrıyla başardı.

Emre ve Fabri ile olan sahnelerinde de daha öncekilerden farklı yepyeni bir portre çizdi. Emre’yle yüzleşirken hâkim duygusu, öfkeydi ama eski kontrolsüz öfkesinden eser kalmamıştı. Bu kez öfkenin alt metninde kızgınlık değil kırgınlık vardı çünkü. Beden dilinden, kelimelerine kadar her detaya o aldatılmışlık ve bunu yarattığı incinmişliği sindirdi.

Mine, Sanem’le ilgili dosyayı ona verdiğinde şaşkınlık, kırgınlık ve aydınlanmayı birlikte sundu. Yine sözsüz, yine diyalog yardımı olmadan ve yine bütün duyguyu yüzüne yükleyerek geçirdi. En ufak detayı atlamadan, kendini tekrar etmeden ve asla abartıya kaçmadan o kadar doğal ve o kadar özel bir Can Divit yaratıyor ki Sevgili Can, ben izlediğim her sahnede onun özenini, onun titizliğini ve sahneye attığı imzayı hayranlıkla izliyorum. Emeklerine, aklına ve o güzel yüreğine sağlık Sevgili Can Yaman.

Yazan, yöneten, canlandıran ve sahne gerisinde büyük yük omuzlayan herkesin eline, emeğine sağlık.

Exit mobile version