Yazar: Sinem ÖZCAN
Erkenci Kuş, bu hafta geçmişin iki önemli olayını Sanem & Can aşkıyla süsleyerek sundu bize. Haftalar önce Aylin’in çekmeceye bıraktığı ve orada unutulup kalan yüzük ve Sanem’in Emre’den aldığı parayla babasının borcunu kapaması yeniden önümüze çıktı. Her ikisinin de bir anda yeniden gündeme gelmesi elbette tesadüf değil, öykünün yeni çıktığı yolda, bunların önemli duraklar olacakları en baştan belliydi. Şimdi, o duraklara yaklaşıyoruz, işte.
Mevkıbe ve Nihat, kızlarına yük olmamak için borcu ödemeye çalıştıkça bu sırrın daha fazla saklanamayacağı belli olmuştu ki Mevkıbe’nin öldürücü bakışlarıyla karşılaşan Halil çözülüverdi. Özellikle de Mevkıbe, işe yeni girmiş bir getir – götürcüye kimsenin kırk bin lira vermeyeceğini söylerken elbette çok haklıydı. İpin ucunu, Sanem’in parayı, patronlarından aldığını anlayacak kadar da sürdüler ama yanlış patrona odaklandılar. Borcu verenin Can olduğunda hemfikirler. Aklına koyduğunu son noktaya kadar hiç pes etmeden götüren Mevkıbe, eninde sonunda bu borç meselesini Can’a söyler, diyorum ben. Bu hafta yüzük nedeniyle bir ufak tehlike atlatan Sanem, Can’ın parayı öğrenmesiyle ikinci bir krizle karşı karşıya gelecek gibi görünüyor.
Aylin’in yüzüğü niye Emre’nin odasına bıraktığını baştan beri hiç anlamadım. Onun Emre’ye yaptığı açıklama da beni zerre kadar tatmin etmedi. Nişan yüzüğünü satamayacak kadar “onurlu” (!) Aylin’in, borçlarını temizlemek için sevgilisinden para alırken eli zerre kadar titremedi çünkü.
Emre’ye âşık olduğunu zanneden Leyla’nın onun kötücül tarafıyla bu bölüm tanışmış olması da bence tesadüf değil. Sanem ve yalanıyla ilgili çember giderek daralıyor. Anne – babasının parayı öğrenip bunu Can’a bağlamaları, yüzüğün yeniden ortaya çıkışı; Sanem’in tatlı rüyasını kâbusa çevirme yolunda hızla büyüyen tehlikeler. Bu noktada Sanem’in bir müttefike ihtiyacı olacak. “Analitik zekâlı” ablasının Emre’yle ilgili gerçekleri öğrenip kardeşinin safında yer alması bu nedenle benim büyük umudum. Hoş, Leyla’ya da zerre güvenmiyorum, o ayrı. O da Emre gibi her şeyden önce kendini düşünenlerden ama yaşadığı hayal kırıklığını temize çekmek için kardeşine destek olur mu ümidi de taşımıyor değilim.
Leyla deyince Osman’dan söz etmemek olmaz. İki haftadır Osman’ın Leyla konusunda ne kadar dirençli olabileceğini görmeyi beklediğim için onu biraz rafa kaldırmıştım. Giderek çoğalan “Osman fan clup” üyelerinin de yardımıyla Leyla’ya çektiği çizginin gerisinde durmayı cidden iyi başarıyor, Osman. Bunda yenilgiyi büyük bir olgunlukla kabullenmesinin de payı var, kuşkusuz. Leyla’nın ona âşık olmadığını anladığı anda kendini “iyi bir arkadaş” çizgisinin gerisine çekti. Bu gibi durumlarda kıran, döken, kötüye evrilen ya da türlü oyunlar yapan Türk erkeği moduna çok alıştığımızdan “Beni sevmiyorsa yolundan çekilirim” düşüncesindeki Osman’a ben, bir kere daha hayran oldum. Leyla’nın kaygısının aksine Güliz’in ucuz numaraları Osman’da sökmez ama Leyla da Osman trenini kaçırmak üzere. Osman’ın bu hafta hayranlarına Deren’i eklemesi ise beni ayrıca mutlu etti. Osman – Deren ilişkisinin oluru yok çünkü Osman, sessiz sedasız aşkını içinde yaşamayı seçen adamlardan ama “Plaza snobu” Deren’in, Kasap Osman’a vurulmasını izlemek eğlenceli olacak. Deren’in kendinden büyük egosu, bunu nasıl kaldıracak gerçekten görmeyi istiyorum. Osman’ın öykünün sonunda senaristlerce ödüllendirileceğini ve Leyla’sına kavuşacağını düşünsem de Leyla’nın da bir hayli büyük burnunun sağlam bir törpülenmeye ihtiyacı olduğuna inanıyorum.
Sanem ve Can cephesinde fırtına dinmiş ve “cicim günleri” yaşanıyor. Sanem, sonunda “yüreğinin götürdüğü yer”e gitmeye karar verdi ve o yürek de en iyi korunacağı yerde, Can’da. Can’ın dediği doğru liseli âşıklar gibiler… Kaçamak buluşmalar, anlık flörtleşmeler… Çok da sevimliler ancak Sanem hâlâ kaçak oynuyor. Hem deneyimsizliği hem hayalinin gerçek oluşuna inanamayışı hem de iş yerindeki konumları onu içinden geldiği gibi davranmaktan alıkoyuyor. Israrla aralarındaki ilişkiyi herkesten gizleme kararını ben anlıyorum ama bunu Can’ın ne kadar süreyle anlayacağından da kuşkuluyum. Mevkıbe ve Nihat’ın gözünde “züppe ve çapkın patron”a dönüşmeye daha ilk andan itiraz etti, haklı olarak. Mutluluk sarhoşluğuyla şu anda Sanem’in suyuna gitme noktasında da olsa Sanem’in ilişkiyi saklamaktaki ısrarı, aralarında ilk ciddi krizi doğuracak gibi duruyor.
Sanem’in “Ne olursa olsun!” kararıyla Can’a gidişi, bu hamleyi hiç beklemediği için olsa gerek Can’ı da karmakarışık etti. Mutluluk sarhoşluğunun içinde ara ara “Biz ne yaşıyoruz, böyle? Neler oluyor?” soruları önce aklına oradan da diline düşse de an’ı yaşamakla çok meşgul olduğundan Sanem’le ilgili işaretleri şu anda yorumlamıyor.
Bu mutluluğun ardından gelecek sıkıntılı dönemi tahmin etsek de onları böyle çocuksu, mutlu ve deli gibi âşık görmek bana çok iyi geldi. Bir de kırk yılın kurdu Mevkıbe, gözünün önündeki bütün ipuçlarını kaçırıp kızını üzülmesin diye Can’dan uzak tutma kararı vermeyeydi, iyiydi.
Bölümün bence en hoş anlarından biriydi, kayalıktaki sahne. Anne – babasını karşısında görünce ayarı bozulup zırvalayan Sanem beni benden aldı. Demet Özdemir, sahneyi avcuna alıp yükselttikçe yükseltti. Sevgilisiyle kaçamak mutluluk yaşayan masum, şirin ve romantik kadını bir anda çığrından çıkmış bir cadıya çeviriverdi. Korku ve panikle saçmalaması, saçmaladıkça hızını alamayıp iyice dozu artırması bir türlü frene basamaması harikaydı. Demet Özdemir, artık Sanem’in bütün renklerini iyice oturttu ve şimdi o renkleri tonlamakla uğraşıyor. İlk sahnedeki mutluluğuyla, son sahnedeki korkusuyla her duyguyu daha da ince ve daha da detaylı vurguluyor. Gerçekten emeklerine sağlık.
İlk sahneyi duygu olarak da çekim olarak da çok beğendim. Sevgili Can’ı hastanelik ettiği için içim kıyılsa da verilen bütün emeklere değmiş ama ben bu hafta da Can’ı en çok içinden çıkan o buz gibi adamda sevdim. Aylin’e “Sanem, canı nerde istiyorsa orada çalışır” derken bakışıyla, sesiyle, tonlaması ve vurgusuyla tek cümlelik repliğe “Sana ne?”, “Ne çevirdiğinin farkındayım.”, “Hayatımdan uzak dur!” ve “Sanem’i ağzına alma!” uyarılarının hepsini sığdırmayı başardı. Aylin arsızlığındaki bir kadını etkilemez, biliyorum ama ben o Can Divit’in karşısında olsam refleks olarak kendimi iki adım geriye çekerim.
Final sahnesinde (yakın plan çekimine şükürler olsun) an be an yaşadığı ne varsa okudum, Can’ın yüzünden ve yine en bayıldığım yer o sıcacık, mesafesiz adamın bir anda duvarlarının gerisine çekilmesi oldu. Daha önce Metin’i yargıladığı sahneye benzer bir duyguyu ondan çok ciddi bir farkla verdi. Bu kez kızgınlık değil, korku eklemişti sahneye. Öğreneceklerinden sonra yaşayacağı korku… Gerçekleri aslında hiç duymak istememe… Güzel giden her şeyin yerle bir olmasının endişesi. Bakışlarındaki keskinliği ses tonunda hafif bir kaygı tonlamasıyla hafifletti Sevgili Can ve beden dili birden savunma poziyonunu aldı. Sanem ve Emre bakışmaları, Aylin’in yarattığı kaostan aldığı zevk, Can Divit’in kendisiyle savaşının körükleyicisi oldu ve sahnenin odağına oturdu Can Divit.
Can Divit biraz da fiziksel kusursuzluğu nedeniyle aslında izleyici için sevmesi çok da kolay olmayan bir karakter. Biz; sokakta görebileceğimiz, hayatımızda benzerleri bulunan kimlikleri günahıyla sevabıyla alıp bağrımıza basarız oysa Can Divit pek çok noktada idealize edilmiş olarak sunuluyor. İzleyicinin kendinden uzak bir karakterle empati kurabilmesi ve onu sempatik bulması oyuncu faktörüdür.