Yazar: Sinem ÖZCAN
Geçen hafta, aradığı rakibin Sanem olduğunu sonunda anlayan Polen’de bırakmıştık bölümü. Uzun zamandır öyle ya da böyle giden bir ilişkinin “pat diye bitirilmesinin ardında “başka bir kadın” aradığı için suçlamadım Polen’i. Haklı da çünkü. Gerçekten de bir başka kadına olan duyguları nedeniyle Can, ayrılık kararı aldı ama anlayamadığı Can’la aralarındaki bağ, sandığı kadar güçlü olsa onun yüreğinin bir başkasına kaymayacağı. Yine de hoşgörümü sürdürdüm Polen’e. Sen, yıllar boyu adamla yılda üç defa görüşmeye razı ol, herhangi bir beklentiyle karşısına dikilme; onu sıkma, bunaltma ve karşılığında “yürümüyor, işte Polen!” cümlesini duy. Ağır geldi kadına ve hâliyle “Neden?” diye sorguladı. Buraya kadar hiçbir sorunum yok.
Benim asıl sorunum, bir türlü bitiremeyen, bir türlü ayrılığı kabullenemeyen ve “Onu en iyi ben tanırım! Eninde sonunda kürkçü dükkânına dönecek!” ezikliğindeki kadın tiplemesiyle… Bu bir dizi ve Can “Bitti!” dediğinde “İyi madem, sana pişmişse bana soğumuş!” deyip dönüp arkasını giden eski sevgili figürü burda karşımıza çıkmaz üstelik hayatta böyle kadınlar/erkekler yok mu? Sürüyle var… Var da ben sevmiyorum böyle tipleri kardeşim ya! Nedir bu “ayrılamama sendromu”? Gitti, kardeşim. Yürüdü gitti. Sen de bir yürü git Allah’ını seversen. Bu kadar ucuz numaralar, bu kadar lüzumsuz kadınsı tavırlara ne gerek var? Adam seni yıllarca yılda üç defa görmeye zor gelmiş, karşında başka bir kadının ağzının içine düşüyor. Belli ki senle yaşamadığı bambaşka bir şey var aralarında. Sen de bi’ dön arkanı, yürü git! “Eninde sonunda bana dönecek. Çünkü ben onu çok iyi tanıyorum!” avuntusuna ne demeli? Varsayalım gerçekten döndü geldi; peki, senin kendine saygın ne oldu Polen kuşum? Döndü diye kollarını açıp kucağına mı atlayacaksın, adamın? “Giderken düşünecektin!” der, kapıları kapatırsın! Haaa ama olmaz değil mi? Bizim fedakâr, çilekeş kadınımız adamın hatasını(!) görmezden gelir, affeder çünkü niye? Aman, yuva(!) yıkılmasın, aman ilişki(!) bozulmasın!
Polen’in “Ben buradayım ve sahaları terk etmeye hiç niyetim yok!” tavrı doğal olarak Sanem’de kıskançlık duygusu uyandırdı. Can’ın da Levent takıntısı sürdüğünden o cephede durum 1 – 1… Özürlerimle burada da bir minik itirazım olacak: Sanem ve Can çatışmasına ana dinamik, Sanem’in Emre’nin oyununa alet olup Can’a yalan söylemesi ve bunun pişmanlığını yaşamasıydı, yanılmıyorsam. Can’dan kaçıyor çünkü ona ihanet ettiğini düşünüyor. Can da bunu bilmediğinden o kaçışa anlam yüklemeye uğraşıyor. Ancak bu hafta olayın bu boyutu rafa kalktı gibi geliyor bana. Sanem, kendi hatasının pişmanlığını bir yana itip Polen’i kıskanma duygusuyla boğuşuyor. Karakterin odağı biraz kaydı, bence. Son iki haftanın yeni bir düğüme hazırlık yapan geçiş bölümleri olduğunu hissediyorum. Umarım, Sanem’i çok savurmadan yeniden olayı “yalan” noktasına oturtur senaristler, buradan uzaklaştıkça kurgunun zedelenmesi kaygım var çünkü.
Bölümün başında Can’ın Sanem’e, Polen’i ormandaki eve getirmesiyle ilgili sitemini çok yerinde ve hoş buldum, ben. “Orası benim herkesten gizlediğim, sığındığım çok özel bir yer. Ben, bir tek seni götürdüm oraya!” cümlesi aslında Can’ın Sanem’i hayatında nerede konumlandırdığını vurguluyor. Başta sunulan “Benim sığınağımda bir tek sen olabilirsin!” detayı son sahnede bununla enfes bağlandı. Sanem’in yalnız kalmak istemesine Can’ın “Tek başına yalnız kalmasan benimle yalnız kalsan… Benimle yalnız kalmak ister misin?” demesi, Can’daki Sanem’i çok doğru yere oturttu. Uzun zamandır Can’ın Sanem’e aşkının altında bu olgunun yattığını söyleyip duruyordum. Can’ın diliyle, bunun onayını almak benim için çok keyifli oldu. Bu replik için sayfalar dolusu yazabilirim. Burda iki yarımın bütünlenmesi değil, iki bütününün “biz” olması var çünkü. Sanem’in “Her şey benim elimde. Güçlü ve mutlu bir Sanem yaratacağım kendimden.” kararını alıp bunu uygulamaya koymasının ardından Can’dan gelen bu itiraf, Polen’den bile gizlediği sığınağını Sanem’le paylaşan Can’a çok yakıştı, kanımca.
Sanem’in tutarsız davranışları Can’ı allak bullak ediyor, kabul. Levent ya da Sanem’in hayatında bulunma olasılığı olan her erkek onu çıldırtıyor ona da kabul ama Can, kendi içinde Sanem’le ilgili çok net. Sanem’i hayatında istiyor ve bunun savaşını da can siperane veriyor. Sanem’in durumu elbette Can’a göre çok daha zor. Bir yandan söylediği yalanlar var, öte yandan Yunan Tanrısı gibi yakışıklı bir adamın Polen’i değil de onu tercih etmesinin şaşkınlığı var, üstüne bir de patron – alt düzey çalışan konumları eklenince ben Sanem’in bu ilişkide Can kadar cesur ve doğrudan davranmasını beklemiyorum. Her şeye rağmen güçlü bir kadın yaratmak için kendine güvenmesini ve bu yolda gerçekten çabalamasını yürekten takdir ediyorum.
Biraz önce de dile getirdim, ben son iki bölümün yeni bir düğüme hazırlık amaçlı geçiş bölümleri olduğunu tahmin ediyorum. Be nedenle komediye fazlaca yüklenildiğini ve yan hikâyelerle beslenip ana çatışmanın yavaşlatıldığını düşünüyorum. Aylin ve Deren’in çekişmeleri, reklam filmi çekimi ve mahalle bölümlerinin de buna hizmet ettiğini anladım ancak çok dürüstçe söyleyeyim. Reklam filmiyle ilgili sekans bana fazla geldi. Reklam, film, dizi setlerinin düşünüldüğünün aksine ne kadar çileli olduğuna yapılan vurguya katılmakla birlikte her tekrar çekimi izlemesek de olurdu, diyorum.
Dua demişken bir ilave daha yapayım. Sayın senaristlerim, sevgili yönetmenim ve çok saygıdeğer ilgililer! Bakın ben takıntılı bir insan evladıyım. Gözünüzü seveyim, Sanem’in dilek ağacına astığı notu bir öğrenelim ve Can’ın bunu okuyup okumadığını da bir gösteriverin çok rica edeceğim. Yoksa her bölüm benim beynim o dilek ağacına pembe ataşla takılı kalır demedi, demeyin! Bana kurdeşen döktürmeden oraya bir dönüş ve bağlantı yaparsınız di mi?
Komedi unsuru baskın bir bölüm izledik, demiştim. Cey Cey’in çırpınışlarına ne kadar güldüysem Can’la Sanem çekişmelerinde de bir o kadar güldüm. Özellikle sahildeki kavga sahnesini çok sevdim. Demet Özdemir’in o sahnenin sonundaki performansına da ayrı bayıldım. Her ne kadar ben onun güçlü Sanem’i çizdiği yerleri daha çok seviyor olsam da o sahnenin atmosferine çok uygun bir duygu ve tavır yakalaması hele hele “Konuş konuş bitmedi!” repliğindeki delirmiş Sanem’i verişini ayrı sevdim. Demet Özdemir & Can Yaman uyumu, özellikle bu tarz sahnelerde çok iyi bir senkronizasyona imkân veriyor ve sıcacık, hoş anlar izliyoruz.
Sevgili Can da özellikle tartışma, çekişme sahnelerinde ritmi hiç düşürmeden çok tempolu ama bir o kadar da doğal bir akış yaratıyor. Konuşma sürati artıyor, replikler ezilip büzülmeden uç uca ekleniyor (Bu arada Cey Cey’e “Sen hiç kafana dert etme ya!” değil “kafana takma sen” deyiversen iyiydi ama o kadarcık kusur kadı kızında da olur) gözlerdeki aleve beden dili eşlik ediyor, sesi öfkeden titriyor ve bütün benliğiyle savaşan, kavga eden bir adam canlandırıyor.
Can Divit, psikolojik sınıflandırmaya göre bir alfa erkeği. Alfa erkekleri her toplumda benzer özellikler gösteren, azınlık bir grup. İddialı, her tür ilişkinin kontrolünü elinde tutan, onaylamaya ihtiyaç duymayan ve sevdiğini her zaman hissettirmeyi bilen tipler. Alfa tipinin belirgin işaretleri var. Mesela konuşurken göz kontağı kurmak onlar için çok önemli, konuşma sırasında ellerini belirgin kullanır, jestlerle kendilerini gösterirler. Can Yaman’ın, Can Divit’e yerleştirdiği jest ve mimiklere bu noktadan bakınca onun Can Divit’in ruhunu bütünüyle yakaladığını açıkça görüyorum, ben. İlk bölümden beri birini, bir nesneyi ya da yeri işaret etmek için aynı hareketi kullanıyor: İşaret ve serçe parmaklarını birlikte ileriye doğru uzatarak onu gösteriyor. Sevgili Can; bir tek an, bir tek sahne dahi o, özel hareketini yapmaktan hiç vazgeçmedi ve bu jesti, Can Divit imzası kıldı.
Senaristlerin hakkını teslim etmek lazım. Can Divit, kuşkusuz iyi yazılmış bir karakter. Çizgileri iyi belirlenmiş karakter, yönetmen için de oyuncu için de büyük avantaj… Can Yaman, bu avantajı çok iyi değerlendiriyor ve benim gördüğüm, karakterin üzerinde dans ediyor. Her zamanki gibi aklına, emeğine, yüreğine sağlık Sevgili Can.
Senaristinden, yönetmenine; oyuncusundan sette bütün yükü omuzlayan görevlilerine kadar emeği geçen herkese yürekten teşekkürler.