Yazar: Sinem ÖZCAN
Geçen haftaki dramı ve romantizmi çok yüksek bölümden sonra bu hafta için daha soft bir bölüm bekliyordum. Nitekim de pek yanılmamışım. Bir önceki bölümün artçısı ama pek yeni açılımı olmayan bir devam ve geçiş bölümü izledik. Gerçi bundan da şikâyetçi değilim. Duyguyu ve heyecanı hızla tüketmemek gerek diye düşünüyorum.
Bulut’un velayetini kaybeden Ferit’in yenilgiyi kabullenmeyip yeni bir hamle yapacağına dair bir umudum vardı ama anlaşılan Ferit Aslan’ın yeni hamleleri ve planları Bulut’u almak üzerine değil Demet ve Hakan’ı şirketten uzaklaştırmak üzere olacakmış. Tuhaf… Ben onun yapısındaki bir adamın bu kadar çabuk, olana razı olmasını ve kabullenmesini beklemiyordum açıkçası.
Demet ve Hakan amaçlarına ulaşınca ilk işleri, şirkette varlıklarını hissettirip rahatsızlık vermek olacaktı, elbette. Yalnız orada anlamadığım ve bana bir türlü mantıklı gelmeyen bir nokta var. Bulut’un velayeti Demet’e verildi, değil mi? Yani vasi Demet… Bu durumda hisseler de Demet’in kontrolünde demektir. İyi de yönetim kurulu toplantısına Hakan neden girdi?
Demet ve Hakan demişken bir itirafta bulunacağım. Kendimden fena hâlde utanıyorum ama ilk kez bir erkeğin karısını aldatmasını istedim. Demet’in içten pazarlıklı, kendinden başka kimseyi sevmeyen; Asuman’ın bir beden büyüğü hâli ne kadar sinirimi bozuyorsa Hakan’ı da giderek o kadar sever
Bu bölümün en beğendiğim sahnelerinden biri Bulut’la Hakan’ın “zombi” konuşması oldu. Hakan’ı giderek daha çok seviyorum ve ben, onu galiba en çok Bulut’la seviyorum. Onunlayken “gerçek” yüzü ortaya çıkıyor, içindeki küçük çocuğu görmemize izin veriyor. Hele Necip Memili’nin Yeşilçam dublajına ve o sahnedeki duygusuna apayrı bayıldım. Bazı oyuncular benim için hangi rolü oynarlarsa oynasınlar hep kafamda bir karakterle özdeşleşirler. Galiba Necip Memili’yi de bundan böyle hangi rolde izlersem izleyeyim o benim için hep “Hakan Önder” olacak.
Gelelim Nazlı ve Ferit arasındaki gelişmelere… Yaşananlardan Nazlı’nın panikleyip kaçacağı ve kendini alabildiğine geri çekmek isteyeceği belliydi. Nazlı cephesinden bakınca çok da haklı… Ferit’ten sakladığı hayati bir sır varken, onu da geçtim olup bitenin Ferit için anlamını çözememişken, sarhoşken yaşananları oturup sakin sakin konuşmasını bekleyemezdik.
Ferit, her ne kadar Engin’e kafasının karışık olduğunu söylese de hâlinden anladığımız kadarıyla yüreğinin sesini dinlemeye ve onun götürdüğü yere gitmeye karar vermiş gibi görünüyor. Ancak açıkçası benim kafamda soru işaretleri yok değil. Ne diyecek ki şu an için Nazlı’ya Ferit? Yaşananları oturup konuştular, tamam. Eeee? Henüz kendi zihninde durumu netleştirmiş değil, Nazlı’nın da karmakarışık olduğu belli. Bu noktada “Eh, madem öpüştük; bi de birlikte olmayı deneyelim.” tarzı bir yaklaşımın gelme ihtimali de yok, aşk itirafı dersen bence ona henüz vakit var. O hâlde?.. Valla cevabı bulamıyorum. Eh, vardır bir bildiği Ferit Aslan’ın, inşallah!
Deniz’in Nazlı’ya ilgisini Nazlı fark etmemekte dirense de Ferit, bütünüyle farkında. Ben başlarda Deniz’e duyduğu sorumluluk hissi, Nazlı konusunda kendini geri çekmeye yol açar mı, diye düşünmüştüm ama öyle olmayacağı belli oldu. Deniz için bile geri adım atmayacak. Deniz’se, Nazlı ve Ferit arasında olup bitenleri hissetmekle birlikte görmezden gelmeyi yeğliyor. Bir türlü kendi duygularını dile getirmeye cesaret edemediğinden de işi uzattıkça uzattı. İzlerken içimden “Aman Deniz, söyle ne söyleyeceksen; Nazlı ‘da ‘biz arkadaşız’ desin, biz de işimize bakalım!” demedim değil. Geçen hafta da yazmıştım gerçi ama bu bölüm iyice abarttığı için mi bilemiyorum Deniz’in melankolik âşık tavırlarından iyice daralmaya başladım.
Hakan’ın Deniz’e attığı zehirli ok, ilerleyen bölümlerde Deniz, Nazlı tarafından reddedildiğinde karşımıza gelecek gibi duruyor.
Kötülükten söz açınca Asumansız kapamak, olmaz. Nazlı bu defa da kardeşini karşısına alıp bütün iyi niyetiyle konuşmayı denedi. Asuman bana zerre samimi gelmediği için ne verdiği sözlere ne de pişmanlığına inandım. Gerçi böyle bir hamlenin Nazlı’yı izleyenlerin gözünde bir nebze akladığı için mantıklı olduğ
İlk bölümden beri Alya’nın öyküde kilit bir konum üstleneceğini düşünmüştüm. Açıkçası ondan “kötü” bir kimlik çıkacağını da düşünmüyorum. Alya “kötü” olmak için fazla duygusal ve nahif çünkü. Bu bölüm aldığı biçimi çok sevdim. Deniz’i elde edemediği için kırgın, onun zaafının farkında ve onun Nazlı’dan umudunu kesmesini isteyen Alya benim için “oldu”. Nazlı’nın Ferit’e âşık olduğunu en iyi görenlerden biri de o. Bunu kullanıp Nazlı ile Ferit’i birbirine itecek ve Deniz’in gerçekleri görmesini sağlayacak muhtemelen. Final sahnesinde bunun en önemli adımını da attı. Aslında Deniz’i hâlâ sevdiğim için Nazlı tarafından reddedilmesindense Alya’nın çabasıyla durumu algılamasından yanayım ben ama anlaşılan Deniz elini ateşe sokmadan rahat edemeyecek.
Can Yaman oyunculuğunu konuşmaya bu hafta, bakışlardan değil başka bir detaydan başlayacağım: ses tonu… Nazlı ve Ferit, Bulut’u bulup uyanmasını salonda bekliyorlar, Ferit bir önceki geceyi konuşmakta kararlı ama Nazlı kaçıyor. Nazlı koltuğun köşesine sinmiş ve hiçbir şey hatırlamadığı iddiasında. O noktaya kadar her şeyi sakin sakin anlatan bir Ferit var, karşımızda. Nazlı “hatırlamıyorum” diye direttiğinde “Gel, birlikte hatırlayalım” önerisi geliyor Ferit’ten ve ses tonu öğrencisine sabırla yaklaşan bir öğretmen ifadesinde. Küçük bir duraklamanın ardından o kısa ve kesik cümleleri bambaşka bir tonlamayla seslendirmeye başlıyor. Az önceki hafif alaycı ton da gidiyor, didaktik tavır da… Buğulu ve çok etkileyici bir tonlama alıyor onların yerini. Her söylediği cümleyi Nazlı’nın
Sevgili Can’ın oyunculuğunda en sevdiğim yanlardan biri duygu değişikliklerini çok iyi vermesi… Bulut’a sevgi dolu gözlerle bakarken bir anda Hakan’ı görünce yüzüne oturuveren öfkeye bayılıyorum mesela… Bu hafta bence o öfkenin en güzel yansımalarından biri vardı. Hakan’a bakarken kenetlenen dudakları, dudağının kenarındaki kontrol dışıymış gibi görünen seyirme ve bakışları, kendini tutmak için nasıl zorlandığını harika aktardı. Aynı öze
Bütün oyunculuk metotlarında temel unsur “gözlem” dir. Oyunculara hep “gözlem” yapmanın önemi vurgulanır. Çok kişisel fikrim “gözlem” yapmanın yani “görme”nin, akılla birleştiğinde özgünleştiği. Diğer türlüsü ancak “taklit” olabiliyor. Eğer gördüğünün, izlediğinin kendi bedeninde, karakterin kimliğinde nasıl duracağını hesaba katmamışsa oyuncu, o zaman ya yapıştırma mimikler görüyoruz ya da oturmamış bir karakter izliyoruz. Can Yaman’ın ufak detaylarla bu kadar ince uğraşmasını, gördüğünü karaktere işlemek olarak yorumluyorum. Can’a değil Ferit’e yakıştırıyor bakışları, mimikleri, konuşmayı. Ve ben her hafta onun bu defa Ferit’e neler kattığını görmeyi çok seviyorum, Dolunay’da.