Yazar: Sinem ÖZCAN
Dolunay’da finale bir kala, gelişmelerin hızlı yaşandığı bir bölümü geride bıraktık. Nazlı ve Ferit’in mahkemesinden boşanma kararı çıkmaması çözülmenin ilk adımıydı. Bu karar, Nazlı’yı oldukça zor durumda bıraktı çünkü bu, Ferit’in aradığı cevaplar için, haklı olarak, Nazlı’yı sıkıştırması demekti. Ferit’in sorgulaması, Nazlı’nın kaçması kördüğüm hâlini almak üzereydi ki ipin ucunu Bulut tuttu, Asuman çekti.
Hakan’ın Nazlı’yı tehdidi, onun elini kolunu bağlar ama Asuman ve Fatoş’u bağlayan bir şey yok yazmıştım, geçen hafta. Asuman’ın itirafı, bu bölüme bırakılmış meğer. Aslında çözülme bir bölüm erken başlamış olabilseydi bir sürü şey üst üste yığılmayacak ve karakterlerdeki ve olaydaki geçişler daha doğru dürüst kavranabilecekti. Asuman’ı bu kararı almaya iten sebebe ikna olamadım mesela. Aynı arıza Deniz’in Nazlı’ya olan sevgisinin üstünü kapamasında, Ferit’i yine “abi” konumuna çıkarmasında da oluştu. Bir dakika evvel, evde Ferit’le yine tartışan Deniz, merdivenlerden aşağı inene kadar ne yaşadı da Nazlı’yla konuşurken “Ferit Abi”siyle mutlu olmasını isteyecek değişimi geçirdi, bilemedim. Keşke o değişime ses kayıt cihazını dinledikten sonra uğrasaydı o, bana daha mantıklı gelecekti.
Nazlı, Asuman’ı korumaya çalışırken Bulut’un velayeti konusuna doğal olarak kafa yoramadı. Hakan’ın çevireceği oyunların sınırını kestirmesi de mümkün değildi, elbette. Anneannesi iyileştiği için Bulut’un onunla yaşayacağını varsaymıştı ancak Hakan’ın bunu da engelleyebilecek kozu olduğundan habersizdi. Bulut’un yeniden Demet ve Hakan’a verilebilme ihtimali, onu Ferit’e gerçekleri anlatmaya ikna etmişti. Asuman’ın bunu onun yerine halletmiş olması Nazlı ve Ferit cephesinde suların durulmasını sağladı.
Ses kaydının açığa çıkacağını da bekliyorduk, Deniz’in gerçekleri ilk ağızdan öğrenmesi çok önemliydi neyse ki öyle de oldu. Fevri davranmamış ve Demet’le Hakan’ı uyandırmamış olsa olay çok başka biçime dökülebilir ve Hakan gafil avlanabilirdi ancak bu da finaldeki aksiyonu yaratmazdı. Hakan’ın kolay pes etmesini ve “yıkıldım, mahvoldum!” havasına bürünmesini beklemiyordum. O yapıdaki bir adam sonuna kadar gider. Sonu da hayatı boyunca kıskandığı, yerinde olmak istediği adamı yani Ferit Aslan’ı darmadağın etmektir. Üstelik Leman Hanım’ın sırrı da henüz tam açıklığa kavuşmamıştı, Ferit’in bütün gerçeği öğrenmesi gerekiyordu. Bu sebeple ben Ferit’in canını yakmaya gelen Hakan’ı anladım ve hiç itirazım yok.
İtirazım sadece Hakan’ın eve girişine. Daha önce Ferit Aslan’ın evindeki güvenlik ne işe yarıyor, herkes o eve elini kolunu sallayarak giriyor diye eleştirmiştim. Bu defa çok şükür güvenlikle karşılaştık, karşılaşmasına da Hakan o eve defalarca girip çıkmış bir adam; en basiti Leman Hanım’ı görmeye iki kez gelmişliği var, ondan öncesini söylemiyorum bile. Bu adamı, güvenliğin tanımaması mümkün mü? Hakan’ın “Ferit Bey’in arabasını getirdik.” yalanıyla güvenliği saf dışı etmesine ne gerek var? Haa, biz Hakan’ın silahını görelim diyeyse e, biz biliyoruz ki onu! Hakan’ın üzerinde silah olmadan dolaşmadığına daha önce de şahit olduk. Demem o ki, detaylar önemlidir, hem de çok önemlidir. Gayet tadında akan bir sekansı bu kadar basit hatalarla ya da lüzumsuz eylemlerle duraklatmak, izleyicinin buralara takılmasına neden olmak bana anlamsız geliyor, kusura bakmayın!
Hakan’ın eve gelip Nazlı’yı rehin almasıyla gerilim iyice yükseldi ve iyi bir aksiyona tanık olduk. Bu sırada Hakan, son sırrı da ifşa edip babasının katil odluğunu Ferit’e bildirdi. Aslında bu noktada Hakan’ın işlevi bitmiş oluyor gel gör ki benim gönlüm onun ölmesinden yana değil. Ölüm, Hakan için kurtuluş ve yaptıklarının hesabını vermekten kaçış çünkü. Oysa hem onun hem Demet’in hem de Leman Hanım’ın bedel ödemesini istiyorum ben.
Yaşananların ana sorumlusu, Leman Hanım gibi görünüyor. Hakan’ın babasının öldürülmesiyle başlamış Hakan’ın aileye düşmanlığı ancak asıl hedefi Leman Hanım değil Ferit olmuş. Bana kalırsa onunki bir intikam değil, ağır bir kıskançlık. Psikopat olduğunu da bildiğimize göre yaşadıkları için onu temize çıkarmam imkânsız. Üstelik anlayabildiğim kadarıyla Ferit, kişisel olarak onun düşmanlığını hak edecek bir şey de yapmamış. Bu durumda Leman Hanım’a verdiği ya da vereceği zarar umrumda değil ama yaptığı bütün kötülükler için çok ağır bir bedel ödemeli ve bu da benim nazarımda ölüm değil.
Leman Hanım’a gelince belki de öykünün hiç bedel ödemeyen tek ismi o. Sürekli “Gençtim, herkes hata yapar.” bahanesini kullansa da Ferit’le yüzleştiklerinde Ferit’in söylediği “Sen hata değil, yanlış yaptın!” sözü benim hâlâ hatırımda. Hatanın bilmeden oluşuna karşın yanlışın bile bile yapılmak gibi bir durumu var. Olayın “Evli bir kadın, kocasını nasıl aldatır?” boyutunda değilim ben. Orası beni hiç ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren bu yanlışın Ferit’in hayatında neye mal olduğu ve bu yüzden onun ödediği bedeller, hem de hiç suçu yokken. Kimse kusuruma bakmasın ama “Annedir, affetsin işte!” mantığında değilim aksine tam da anne olduğu için ve anneliğin gereğini yapamadığı için bedel ödemesi gerektiğini düşünüyorum.
Finalde silah patladı. O silahtan çıkan kurşun, bir gövdeye girdi. Hakan ya da Ferit… Bana sorarsanız Ferit… Ölür mü? Sanmam ama yaralanan o olmalı bana göre. Hakan’ın cezasız kurtulmaması, Leman Hanım’ın vicdan azabı için Ferit’in yaralanması şart. Boğuşmanın şekli de bana vurulanın Ferit olduğunu düşündürüyor. Nazlı, bir kez daha tam bulmuşken Ferit’i kaybetme tehlikesiyle yüz yüze gelecek gerçi ama mutlu sondan önce büyük bir acı, çatışmanın tuzu biberidir.
Bölümün başında Sevgili Can’ın boğuklaşmış sesini duyduğumda, mevsim gereği gribin onu ele geçirdiğini de fark ettim. Geçmişte çok daha ağır hastayken yine böyle çatallanmış sesi ve güçlükle açabildiği gözeriyle oynadığı bir bölüm izlemiştim. O bölüm, o güne kadar çıkardığı en iyi oyunculuk performanslarından birini izletmişti bana. Bunun verdiği rahatlıkla arkama yaslanıp sahnelerinin tadını çıkarmaya odaklandım.
Beni en çok etkileyen sahnelerinden biri, gerçeği Asuman’dan öğrendikten sonra Nazlı’yla yüzleşmesi oldu. Başta sert ve kısa cümlelerle Nazlı’nın ona neden güvenmediğini sorgulayan bir Ferit vardı. Hızlı konuşuyor, kısa ama vurgulu cümlelerle tartışıyor ve art arda sorular soruyordu. Nazlı’nın, kardeşini korumaya çalıştığını anlattığı yerde gözleri hızla Asuman’a kayıyor ve o gözlerde Asuman’la ilgili duygusunu görüyorduk. Onu sevmediğini ve onu yol açtıkları yüzünden suçlayan ifadesini izliyorduk. Ardından Nazlı’nın çaresizliğini fark ettiği noktada ses tonu yumuşadı, fısıltıya döndü ve ses tonunun düşüşü konuşma hızını da yavaşlattı.
Bayıldığım bir başka Can Yaman performansı da elbette ki final sahnesindeydi. Aksiyondaki başarısını ayrıca konuşmak gerek elbette ama beni vuran Hakan’dan gerçeği öğrendiğinde annesine bakışıydı. Oyuncu, elbette duyguyu doğru bakışla geçirmeyi bilecektir. Kamera önü oyunculuğun temelinde bu var. Yönetmen, izleyiciye anlatmak istediğini oyuncunun gözünden geçirir.
Oyunculuk tekniği zor kazanılacak bir şey değil; bir süre ders alırsınız, bir iki kitap okursunuz hele iyi bir yönetmene de denk geldiyseniz işin matematiğini kavrarsınız ama ruhunu yakalamak için akla, empati yeteneğine ve duyguya ihtiyaç var. Ben Can Yaman için hep “aklıyla oynar” derim ve aklının ona daima doğruyu buldurduğuna inanırım. Bulduğunda da yüreğini ekleyip öyle servis eder, bize. O yüzden bir kez daha aklına, yüreğine ve emeğine sağlık Sevgili Can, diyorum.
Haftaya final bölümünü gününde izleme şansım yok ama bulduğum ilk fırsatta izleyip Dolunay’a veda edeceğim.