Site icon Dizifilm BiZ

Dolunay 23. bölüm

                                                                                                            Yazar: Sinem ÖZCAN

Nazlı ve Ferit’in birbirlerine duygularını açmalarının ardından sorunsuz, gül bahçesi günlerin gelmeyeceği belliydi. İlk diken Leman Hanım kılığına bürünüp gelmişti, baştan beri Asuman’a maruz kalan biz izleyiciler zaten ardından yeni bir Asuman faciasıyla karşılaşacağımızı da biliyorduk.

Öykü matematiğinin temel kurallarından biri, kahramanın her seferinde bir öncekinden daha zorlu bir sınava tabi tutulmasıdır. Tam da bunu örnekleyen bir ifade işittim geçenlerde: Kahramanı mayın dolu bir tarlanın ortasına bırakıp onun o tarladan kurtulmasını izlemektir, öykü dedi, biri. Bizim hikâyemizde mayınları döşeyen Hakan. Bu mayın çoğu zaman Asuman oluyor; bazen Pelin, bazen Leman Hanım ya da ancak Hakan’ın aklına gelebilecek başkaları. Tarladan kurtulması gereken de Ferit. Buraya kadar her şey normal. Açıkçası “Evlendiler, birbirlerine de âşıklar tamam işte, Bulut’u da alsınlar aralarına; mutlu mesut yaşasınlar.” mantığında hiç olmadım. Zira bundan hikâye filan çıkmaz. Ancak benim iki temel itirazım var:

İlki Hakan, mayınları döşüyor da Leman Hanım’dan sağlam bir mayın çıkar mı? Bana sorarsanız, hayır. Ancak anne – oğul ilişkisinde yeni bir dinamik yaşanmış olsaydı çıkardı. Bu bölüm acaba oraya sapar mı iş, dedim ama şimdilik bir hareket yok. İkincisi, Asuman’ın yarattığı bir kriz ve bunun bedelini ödeyen bir Nazlı izledik biz, daha önce. Peki, aynı mayından bir tane daha koymaya ihtiyaç var mı?

“İyi de ne yapsınlar da çatışma çıksın peki” diye düşünebilirsiniz. Açıkçası bir haftadır bunu ben de düşünüyorum. Bizim elimizde birbirine âşık bir çift var. Öykünün devamı için de sorun yaşamaları gerekiyor. Ferit’i şu ana dek kusursuz bir kimlik olarak gördük. Hatta fazla ideal, neredeyse gerçek olamayacak kadar mükemmel. Nazlı ona göre çok daha gerçek. Durumu eşitlemek gerek diye düşündüm, ben. Yani Ferit’in kusursuzluğunu bozardım ben olsam. Ona sağlam bir hata yaptırırdım. Ancak bu Pelin’e kanma, aldanma gibi bir şey değil elbette. İlişki dinamiğini zedeleyecek ve Nazlı’yı etkileyecek bir hata olurdu. Mümkünse de Hakan’la bağlantılı olup bizi asıl konuda tutardı. Böylelikle hem eski sevgili, kötü kaynana gibi alışıldık detaylardan da uzak kalmayı başarırdık hem de Ferit, hatasıyla sevabıyla sevgisiyle nefretiyle çok daha yaşayan bir adam olurdu.

Bölüme dönersek Hakan, bombayı Nazlı’nın kucağına bırakıp gitti ve Nazlı yine çaresiz. Kardeşi Asuman bile olsa hiçbir abla o noktada “Bana ne, girsin hapse!” diyemez. Kurtuluş çaresi aradı mı aradı. Ne var ki şu an eli kolu bağlanmış hissediyor, kendini. Ancak henüz Nazlı’nın fark etmediği ama bizim tanık olduğumuz açık noktalar var olayda. Bunlardan ilki, Asuman’ın Deniz’in evinde tesadüfen bulduğu ses kayıt cihazı. Kuraldır: Odada bir silah varsa o silah patlar. Bizim silahımız da o aygıt. Asuman ve Deniz onu çalıştırmayı başaramadılar ve nereden geldiğinin de üstünde durmadılar ama biz onu aldık, bir yana yazdık. Deniz eninde sonunda o itirafı işitecek, bu bir.

İkincisi Asuman’ın intihar eylemi sırasında olaya Deniz dâhil oldu. Nazlı, dönüp ona açıklama yapmadı ama o açıklamayı Asuman yapacak. Bir süredir Deniz’e yeni bir elbise giydiriliyor. Bu yeni kıyafete göre Deniz, Nazlı’ya hâlâ âşık ama onun Ferit’le mutlu olduğunun da farkında. Yeni Deniz, olup biteni öğrenip sessiz kalmaz gibi geliyor bana.

Final sahnesinde Nazlı, Ferit’in evlenme teklifine “yapamam” diye cevap verdi. Ferit, bunun nedenini niçinini sorgular, sorgulamak zorunda ancak onun yapısında bir adam “Ben bir defa daha kandırıldım.” (Hakan’ın planı da bu zaten) duygusu da yaşar. Bu duygu Nazlı’yla arasına mesafe koyar mı, evet hem de ciddi bir uzaklaşma yaratabilir.

Bölümde dikkatimi çeken bir sahne oldu. Bulut’un sorun yaşadığı ailenin restorana bir bebekle gelişleri bu. Baktığımızda bölümün genel akışında pek de yeri olmayan bir sahneydi ama ben onun da bize bırakılmış bir ekmek kırıntısı olduğunu düşünüyorum. Nazlı’yı kucağına çok yakışan bir bebekle gördük ve Ferit’in “Bulut’a kardeş düşünüyor musunuz?” sorusuna muhatap oluşunu izledik. Benim beynimdeki kayıt memuru, bu detayı da alıp bir kenara not etti. Nazlı ve Ferit arasındaki soruna bir çentik de buradan atılacak mı, göreceğiz.

Şimdi, dönelim ana probleme: Hakan, nasıl durdurulur? Bu hafta beynimde dönen sorulardan biri de buydu. Hakan, kırmızı çizgisi olmayan bir adam… Cinayet, şantaj, yalan, güç kullanma akla gelebilecek her türlü illegal hareket onun için son derece sıradan ve kazanması için bir araç. Demet, onun elini zayıflatabilirdi ama onun da tek derdi kendini güvende tutmak ve bir de Ferit tabi. Yani ondan bir olumlu hareket gelmeyeceği de belli oldu. Ferit’se Hakan’ın yollarına sapacak adam değil. O, ilkeli bir adam. Üstelik Hakan, Ferit’i ve çevresindekileri çok iyi tanıyor ve zaaflarını biliyor. Yani şartlar eşit değil.

Ferit’in Hakan’la savaşabilmesi için onun zaafını bilmeye ihtiyacı var. Karşınızdakini durdurabilmenin tek yolu onun zaafını kullanmaktır. Biz Hakan’ın zaafını biliyoruz. Onun tek derdi Ferit. Daha doğrusu Ferit kadar mükemmel olamamak. Demet’le evli olması da şirket için savaşması da ondan. Ancak bizim bildiğimizi, Ferit bilmiyor. Hakan’da kendisinin bir takıntı olduğunun farkında değil. Bu bilgiye ulaşmadıkça da mayın dolu tarladan çıkması imkânsız. Hakan’ın her planını bozduğunda, o daha güçlüsüyle karşısına gelecektir.

Bana kalırsa Ferit’in bu farkındalığa yavaş yavaş ulaşması lazım. Aslında Ferit zekâsında bir adamın Hakan’ı çözdükten sonra onunla uğraşması ve onu mat etmesi çok zor değil. Buradan çok da güzel yan çatışmalar çıkması mümkün. Üstelik Necip Memili ve Can Yaman’ın birlikte çok iyi bir enerjileri de var. Buradan yürünse dizi, güzel bir ivme kazanacak.

Hakan, elindeki görüntülerle Nazlı’ya şantaj yaparken bir detayı atladı bence. O da Asuman. Nazlı’nın sessiz sedasız gidip Ferit’ten boşanacağını düşünüyordu ama onun olup biteni Asuman’a anlatacağını düşünmedi. Asuman, ne olursa olsun hiçbir krizin baş rolünü başkasına kaptırmaz. Nitekim yine Nazlı’dan rol çalarak olayın göbeğine oturmayı başardı. Asuman, dışadönük yapıda bir kız. Bu kimlik “Ben öleyim de herkes rahat etsin.” kolaycılığına kapılmaz, yani normal koşullarda intihar eğilimleri yoktur. Aslında Deniz’e fazlasıyla katılıyorum. Gerçekten intihar etmek isteyen insan, Deniz’in telefonunu da açmaz. Belki bilinçli planlamadı ama yine de yaptığı bir intihar “şov”uydu. Bana göre olaya Deniz’in dâhil olmasını sağladığı için de yararlı bir gösteriydi. Umarım yanılmam, umarım Deniz duruma müdahale eder. (Aman Allah’ım, Deniz’den destek istediğime kendim de inanamadım, şu an!)

Çok uzun zamandır söylüyorum, benim için Dolunay macerası her şeyden önce Can Yaman’ın oyunculuk macerasıdır. Kaleme alınan Ferit’in ne yaptığından çok, Can Yaman’ın Ferit’e ne kattığıyla ilgiliyim. Bu bölümde de benim için en vurucu sahne, Nazlı’ya annesiyle geçmişini itiraf ettiği bölümdü. İlk dikkatimi çeken, konuşmaya başlarken göğüste kavuşturulan eller oldu. Çok tipik bir savunma hareketidir. İstemediğimiz, bizi rahatsız eden bir durum olduğunda kendimizi korumaya almak için ellerimizi göğsümüzde kavuştururuz. İçini açıyordu, Nazlı’ya. Yani Ferit Aslan için en zor anlardan biriydi. Üstelik anlatacağı şey, kendisini çok rahatsız eden ve aşamadığı bir olaydı. Ferit’in bedenini korumaya aldı Can. Ardından gözleri girdi devreye duygusal anlarda Nazlı’nın gözlerinin içine direk bakan Ferit gitti, yerini kaçamak bakışlar aldı. Nazlı’nın dikkatle ona baktığı anlarda gözleri sürekli hareket hâlinde ve küçük bakışlar atıyordu çünkü çok tedirgindi çünkü hoşlanmadığı bir konuşma yapıyordu. Bakışlarını sabitlemiyor böylelikle de gerginliğini olduğu gibi geçiriyordu. Cümleler kesik kesik geldi hele “annemin “cümlesi ağzından o kadar zor çıktı ki biz Ferit’in anne sözcüğünü kullanmaktan nasıl nefret ettiğini hissettik. Konuşma boyunca sadece cümlenin sonunda gözlerini Nazlı’ya dikiyordu, onun tepkisini ölçmek istercesine. Konuşmanın finalinde “İçimdeki öfke hiç dinmedi.“ dedikten sonra belli belirsiz bir dudak mimiğiyle Nazlı’ya değil ama kendine “N’apalım, bu da böyle işte.” mesajı verdi ve “Sanırım dinmeyecek de” diyerek sonlandırdı konuşmayı.

Duygunun yoğunluğunu öyle naturel ama bir o kadar da güçlü ele almış ve o kadar minimal sunmuş ki Can, sahneyi üç kez izledim ve her seferinde aynı noktada “Babam, babam…” dediği anda içim sızladı ve gözlerim doldu.

Hani hepimizin ağzına sakız olan “duyguyu geçirmek” ifadesi var ya ben onu Can’ın sahnelerinde her seferinde sonuna dek hissediyorum. Öfkesinden irkiliyorum, acısıyla yüreğim sızlıyor, aşkını yansıtışına hayran oluyorum. Ekranın öte yanından gelip benim yüreğime dokunuyor.  İşte, tam da bu nedenle Can Yaman, izlemekten asla bıkmayacağım, hep “helal olsun!” duygusuyla yüreğimden alkışlayacağım adam olacak.

 

Exit mobile version