Yazar: Sinem ÖZCAN
Bu hafta gelen tanıtımlar ve önizleme keyifli bir bölüm vaat ediyordu, ben de o coşkuyla oturdum ekran başına; gel gör ki daha ilk reklam arası gelmeden elektrikler kesiliverdi ve ben hayatımda ilk defa (umarım da son olur) diziyi tabletten izlemek zorunda kaldım. (Ah Can Yaman, sen nelere kadirsin!) Detaylar kaçmış, bazı yerler eksik kalmış olabilir peşinen affola!
Hakan’ın Demet’i şantajla eve döndürme planı şimdilik başarılı olmuş görünüyor. Aslında onlar tam anlamıyla tencere kapak. Hakan’ın Demet’e uyguladığı fiziksel ve duygusal şiddetten nefret etsem de bu sadece ne yaparsa yapsın, suçu ne olursa olsun kadına şiddeti hoş göremeyişimden. Bunun dışında onların ruh ikizi olduklarını çoktan kabul ettim ben ve Demet’e karşı en ufak bir acıma hissim de yok. Anlaşılan Demet, Nazlı’yı görünce Ferit aşkı birden kabarmamış yedi yıl önce de Demet, aynı Demet’miş. Onun olamayan kimsenin olamasın mantığıyla o zaman da şeytani planları girmiş devreye ve Ferit’i tuzağa düşürmüş. yedi yıl aradan sonra ortaya çıkan Pelin için söyleyecek çok sözüm var da şimdilik sadece olayın Demet boyutuyla ilgileniyorum. Hayata “sadece ben!” penceresinden bakmayı sürdürdükçe de başına gelen, haklı ya da haksız hiçbir şey bende “Oh olsun!” dışında en küçük bir duygu uyandırmayacak.
Ferit ve Nazlı’ya gelince… Bulut’un velayetini alıp aynı evde yaşamaya başladıklarından beri kendilerince bir düzen oturtmaya çalışıyorlardı. Ferit, Nazlı’ya olan duygularını kabullenmiş, bunları sakınmadan ortaya döker olmuştu. Affedilmediğine inanan Nazlı, mesafeli duran taraftı. Gerçi biz, Ferit’in onu çoktan bağışladığını biliyorduk, bilmesine ama her kadın gibi Nazlı da anladığını bir de kulağıyla duymak ister.
Nazlı, Tarık’ın boşboğazlığıyla Ferit’e sürpriz bir doğum günü hazırlamak zorunda kaldı. (Nikâh defterinde 18 Ocak yazan doğum gününü niye şimdiden kutladık, hâlâ anlayabilmiş değilim ya dizi zamanı ocaktadır diye avutuyorum kendimi) Her şey planlandığı gibi gitseydi Nazlı ve Ferit ilişkisinde bir dönüm noktası olacaktı o gün ama artık nurtopu gibi bir Pelin problemimiz var.
İnsan, yedi yıl önceye ait bir fotoğraf görüp de “Aaaa, bunlar yakın arkadaşları galiba!” mantığıyla niye herkese mesaj atıp davet eder Nazlıcım bi’ de hele? Hele burnunun dibinde Engin gibi Ferit’in kırk yıllık dostu dururken ona bu isimleri teyit ettirmeden niye böyle bir işe kalkışır ki bir insan evladı? Hadi o çağırdı, Pelin kızımızın ilk uçağa atlayıp İstanbul’a koştura koştura gelmesine ne demek lazım, bilemedim. Yedi yıl geçmiş aradan, kardeşim; adam evlenmiş, seni davet eden karısı. Belli ki bir şeyden haberi yok. “Yaşasın kaldığımız yerden devam etcez!” mantığıyla koşa koşa İstanbul’a mı gelinir? Vaktiyle haksızlığa uğramış, Demet’in kurbanı olmuş, ona da peki? Madem çok kararlı Ferit’e gerçeği anlatacak, aklı nerdeymiş peki, yedi yıldır; gelip derdini anlatsaymış ya.
Olay üzüm yemek değil tabi, olay bağcıyı dövmek. Ana çatışma çözüldüyse yeni düğüm atmak lazım. En klasik yöntem “Getir oradan bir eski sevgili, şöyle en bi’ uyanığından, en bi’ havalısından olsun; tamamdır, kurduk çatışmayı, şimdi Nazlı’yla Ferit artık finale kadar bir araya gelemez. Sen sağ, ben selamet” mantığı… Açık söyleyeyim ben sevmiyorum, bu kolaycılığı. İzlerken biraz beynim yorulsun istiyorum, “Vay be! Ben bunu niye hiç düşünemedim” demek istiyorum, atılan düğümlere “Helal olsun!” demek istiyorum. Bilmiyorum, belki de ben çok şey istiyorum.
Geçtim onu da biri bana Nazlı’nın ne yapmaya çalıştığını anlatabilir mi, acaba? Kadını partiye çağıran sensin, adam partide Pelin’e zerre ilgi göstermemiş, onun gözünün önünde sana ilan – ı aşk etmiş nerdeyse, o yetmemiş gözünün önünde öpmüş; eve gelince ondan zerre etkilendiğini gösterecek bir şey yapmamış aksine senin gözünün içine bakmış. Hâlâ “Sen bana onun eski sevgilin olduğunu söylemedin ama…” tribi… Pardon da ne deseydi Nazlıcım? Pelini görür görmez şoke olmayı bir kenara bırakıp “Nazlı, bak sen bunu çağırdın ama yedi yıl önce ben bu kadına dev âşıktım. Haberin olsun” mu? Adam 30 yaşında kardeşim, hiç mi ciddi bir ilişkisi olmadı, hiç mi birine gönül düşürmedi, hiç mi eline kadın eli değmedi? Üstelik de soruyorsun ve sana doğruyu söylüyor. 25 yılda senin hayatına ilkokuldaki Selçuk dışında kimse girmedi mi, annem? Eğer girmediyse orada da bir tuhaflık var zaten.( Bu arada bana sorarsanız ille bir eski sevgili girecekse bu Nazlı’nın eski sevgilisi olsaydı keşke) Eeeee? Nedir, bu kadın milletinin “ilk aşk” merakı, ben mi anlamıyorum; bu işte bir gariplik mi var?
Neyse, anlaşılan o ki bu Pelin mevzusu, çok su götürür. Hakan da devreye girdiğine göre (gerçi kurduğu plana bakılınca Pelin’in Hakan’a ihtiyacı yok ama) Nazlı ve Ferit’e daha çok uzun bir süre mutluluk yok anlaşılan.
Oysa ben Nazlı’nın hediyesi olan plakta “Thanks For Everything” in “Her şeye hazırlıksızken paylaştığımız o çalıntı zamanlar için, tüm o özel şeyler için… Her şey için teşekkürler” nağmelerini duyunca neler ummuştum. Bütün sahtelikler geride kalacak ve özgürleşecekler tam anlamıyla diye beklemiştim, kısmet değilmiş.
“Mutlu son finalde olur, sevenler kavuşursa kimse izlemez.” mantığı romantik komedi anlayışının temeli ve sanırım biz de bu düşünceyle ilerleyeceğiz.
Her şeye rağmen bölümün en sevdiğim yeri, parti sonrası evdeki duygusal sahneydi. Müziğiyle, duygusuyla ve çekimiyle bayıldım ama en anlamlı yeri soracak olursanız Ferit’in “Ben sana Bulut’u emanet edecek kadar güveniyorum” dediği sahneydi. Affettiğini bir kez de sözcüklerle ifade edip Nazlı’nın sırtındaki yükü kaldırması, “Sana deli gibi âşığım” demesinden çok daha derin anlamlı benim için.
Babamın çok sık kullandığı bir söz vardır. Çok dokunaklı, etkileyici bakışı ifade etmek için “Islak ıslak bakıyor”. der. Çocukluğumdan beri duyardım da Cem Karaca’nın “Islak Islak” şarkısını ilk kez can kulağıyla dinlediğim güne kadar tam da anlamını kavrayamamıştım. Bu akşam özellikle duygusal sahnelerde Can’ın bakışlarını izledikçe zihnimde Cem Karaca eşlik etti bana. İnsanın içine işleyen, bütün duyguyu gözlerinde toplayan ve alabildiğine vurucu yansıtan bakışlarına bir kez daha hayran oldum.
Ama en bayıldığım yer Demet’le sahnesiydi. Demet’i sakin sakin sorgularken bir anda delirip masaya vurduğu yerde, ben de Demet’le birlikte olduğum yerden sıçradım. Demet’in itirafından sonra gelen o bakışlarda Ferit’in ağzından henüz “iğrençsin” sözü dökülmeden ben onun bakışlarına alt yazıyı eklemiş ve “İğrenç, tiksindirici” sıfatlarını söylemiştim bile. Karşısındaki bir insan değil de böcek bile olsa daha sıcak bakardı, diye düşündüm. Yüzünde tek mimik oynamadan sadece gözlerle bu kadar keskin bir duygu nasıl eksiksiz verilir, görmek isteyen varsa sahneye bir kez daha göz atsın, bence.
Oyuncu, canlandırdığı karaktere kendinde olanı bambaşka bir kıyafetle giydirendir ve bu düşülenden çok daha zor bir iş bence. Sizi, siz yapan duyguyu kendinizden koparıp bir başkasına mal ediyorsunuz ve bunu yaparken o karakterin ruhuna uygun hâle getiriyorsunuz. Siz bakıyorsunuz ama karakter konuşuyor. Kendi tepkisini sizin bedeninizi kullanarak yansıtıyor. Her hafta izlerken aynı şeyi düşünüyorum. Can Yaman, kendini böylesine silip Ferit’i üstüne nasıl bu kadar sımsıkı giyiyor? Hiçbir yeri pot yapmadan, hiçbir nokta eksik kalmadan ve her detayı Ferit Aslan imzası taşıyarak hiç aksamadan nasıl sunuyor? Nasıl yaptığını bilemem ama her seferinde sonuç benim için hep çok takdir edilesi oluyor. Yüreğine, aklına emeklerine sağlık Sevgili Can.