Yazar: Sinem ÖZCAN
Bölüm bitti ama kafamda deli sorular… Velayet meselesini evirip çeviriyorum zihnimde, taşlar oturmuyor yerine. Deniz içeri girdiğinde Nazlı ve Ferit velayeti almak üzereydi, üstelik hâkim sahte evlilik fikrini geçerli bulmadığını söylemişti. Deniz’in kalkıp “Bunlar sahte evlilik yaptı!” demesini inandırıcı bulmuyorum hoş dese de kanıt göstermedikçe bir iddiadır sadece.
Deniz’e hak vermek hiç işime gelmese de Nazlı’ya söylediği bir noktaya takıldım ve mantıklı buldum açıkçası… Evet, bu sahte evlilik Bulut için yapıldı. Velayet alındıktan uygun bir zaman sonra ayrılacaklar. (Gerçi biz izleyici olarak bir adım öndeyiz ve o boşanmanın olmayacağını biliyoruz ama Nazlı, Ferit ve diğerlerine göre durum bu) Deniz haklı, bu boşanma çocuğu yine bir travmaya sokacak. Onun en sağlam argümanı da bu bence.
Mahkemede Deniz’in söyleyecekleri ne değiştirecek bilemedim ama Ferit’e çok açık bir meydan okuması da var. “Bundan böyle karşındayım!” deyişini pas geçmemek gerek. Ben, bir şekilde Bulut’a kalan hisselerin kontrolünü mü ister acaba diye düşünüyorum. (Böyle bir şey mümkün mü onu da bilmiyorum ya, daha önce de gördük istenirse olduruluyor nasılsa)
Nazlı ve Ferit’in velayeti almaları elbette izleyenlerin büyük çoğunluğunun duası ama bu gerçekleşince kafamdaki asıl büyük soru işareti girecek devreye. Öykünün ana çatışması bu. Peki çözülürse yeni düğüm nereden gelecek? O yüzden Deniz’e temkinli yaklaşıyorum ve “karşındayım” sözünü ciddi uyarı olarak alıyorum ben. Demet ve Hakan’la mı iş birliği yapar, Ferit’le kendi başına mı savaşmaya kalkar bilemem ama eskiye oranla daha düşmanca bir tavır izleyeceği kesin.
İşin kötüsü Ferit, son derece akıllı, planlı ve temkinli bir adam da olsa etrafındakilerin durumu da malum. Deniz’in gerçeği öğrenmesine neden olan Engin’in boşboğazlığını, Tahir’in beceriksizliğini de unutmamak gerek. Öte yandan Deniz, Hakan gibi ellerini kirletecek bir adam olmadığından Ferit’in onunla baş etmesi daha kolay gibi dursa da yine de Deniz’in her adımında onu engellemeye çalışacağını da biliyoruz.
Bu kadar kaosun ortasında bir de Asuman problemimiz var malum. Aslında ben ilk mahkemede Bulut’un kaybedilmesine o sebep olduğu için bu defa da bir tanıklıkla hatasını telafi etmesini beklemiştim. Gerçi büyük ihtimalle niyeti de oydu ama kendisi yalancı çoban olduğu için masumiyetine kimseyi inandıramadı. Son noktada doğru davranışı seçmesini takdir etsem de gerçekçi olalım, zaten elinde ablası ve Ferit aleyhine kullanabileceği herhangi bir kanıt da yoktu.
Asuman’ın ne yapmaya çalıştığını anlamaktan vazgeçeli epey oluyor da şu an tek dileğim bir şekilde Deniz’in aklına girmeyi başarması. Ben Ferit ve Nazlı’ya düşman “kötü” Deniz’e razıyım ama ortalıkta ağlak bakışlarıyla dolanıp Nazlı’dan aşk dilenen Deniz’e zerre tahammülüm yok.
Öykünün Nazlı ve Ferit cephesine gelince… Küçücük, belli belirsiz ama aslında çok çok önemli bir detayla başlamak istiyorum onları konuşmaya…
Gece yarısı uykusu kaçan Nazlı, mutfağa su içmeye inmiş, ardından da Ferit geliyor. Bulut’un velayeti için konuşuyorlar. Nazlı kaygılı, Ferit’se iyimser… Konuşma boyunca Nazlı birkaç yudum içtiği bardağı tutuyor elinde ve sahnenin finalinde Ferit bardağı onun elinden alıp kalan suyu içiveriyor. Ne var bunda, demeyin! Biz Ferit’i kontrol delisi, düzen hastası, hijyen takıntılı bir adam olarak biliyor muyuz, biliyoruz. Hatta “İçinde kim bilir ne yağı var.” diye popcorn yemeyen bir adamdan söz ediyoruz ve o adam bir başkasının bardağından ondan kalan suyu içiyor. Gördüğüm anda gözlerim fal taşı gibi açılıverdi.
En romantik ortamda, saatlerce aşk itirafından çok daha özel ve çok daha etkili bir “itiraf” o bence. Ancak karşınızdaki insanı kendiniz gibi görüyorsanız, onu kendinizden ayırmıyorsanız yani çok özel bir yakınlığın düşünmeksizin dışavurumudur, o. Hele hele söz konusu Ferit Aslan’sa bence bir mucizedir, Nazlı’nın yarım bıraktığı suyu alıp içivermek. Nazlı farkına varmadı ama Ferit’in duyguları için çok doğal ve çok başarılı verilmiş bir mesajdı, o. Gerçi Ferit uzun zamandır Nazlı konusunda kendisiyle savaşmayı bıraktı. Ona olan duygularını kabullendi ancak şartlar gereği onların tadını pek çıkaramıyor.
Evlenme teklifinin geldiği bölümde Ferit’in “Bi’ de çiçek getireyim istersen…” tavrına fena hâlde kızmıştım ve Ferit Aslan çiçek getirmeli, demiştim; yine bir kapak geldi bana ve özür çiçeği getiren Ferit’i gördüm çok şükür amaaaaa Nazlı gibi saf ve doğal bir kıza koca bir buket lilyum olmaz be Feritçim. Neyse bunu Engin’in dayatmasıyla zoraki yaptığını düşünüp susuyorum. Sırf içinden geldiği için ve “sıradan bir çiçek işte” diye aşağılamadan Nazlı’ya uygun olanı da seçip getireceğinden çok eminim ben.
Ferit, Nazlı’nın suyunu içerek, üşümesin diye omzuna şal getirerek, onun dudağının kenarında kalmış bir parça mısıra hayran hayran bakarak ve hepsinden önemlisi Nazlı’nın yanında duvarlarını indirip rahatlayarak aşkını gösterecek. Ferit Aslan’ca âşık olmak da bunu gerektirir bence. Söze değil eyleme dönük sevgisini ortaya koymasına bayılıyorum ben onun.
Nazlı’ysa henüz iç savaşını tam bitirebilmiş değil. Ferit’in kendisine olan duygularını doğru çözemediğinden mi yoksa duygularını irdelemekten korktuğundan mı bilemem ama o şimdilik kaçan taraf. Sanırım onun biraz daha zamana ihtiyacı var, hissettiklerini kabullenip aşkın tadını çıkarmayı öğrenene kadar.
Bu hafta en sevdiğim Can Yaman sahnelerinden biri, Nazlı’nın filmin etkisinden çıkamayıp Ferit’i odasına çağırdığı bölümdü. O sahneyi sadece gözleriyle gülerek oynadı ve çok içten, sıcacık geçirdi duyguyu. Ciddi ses tonuna kattığı hafif alaycı tını, ciddiyetini bozmayan ama durumu çok komik bulan Ferit duygusunu olduğu gibi yansıttı.
Bir başka bayıldığım sahneyse restoranda Asuman’la yüzleştikleri yerdi. Taburede kaskatı oturmuş, elindeki fotoğrafı sinirle masaya vurup duran bir Ferit vardı öncesinde, Asuman’ı görmesiyle gergin beden dilindeki öfke bakışlarında yoğunlaştı. Sesinin tonu, bedeninin duruşu ve özellikle ama özellikle gözleri, kızgınlığını bütünüyle geçirdi.
Ben Sevgili Can’ın repliksiz sahnelerini bir ayrı severim bir sürü duyguyu tertemiz, çok etkili gür bir sesle aktarır. Deniz’le olan sahnesinde de enfes bir ifadesi vardı. Deniz’in gerçeği öğrenmesinden duyduğu rahatsızlık, hatta korku; yaşanabileceklerden endişesi ve yalanının açığa çıkmasının utancı, bir sürü cümleyle ifade edilse bu denli çarpıcı olmazdı. Yüzünün bir anda buz kesmesi, gözlerindeki mesafe ve onun ardındaki rahatsızlık karakterin bütün iç dünyasını ortaya serdi.
Onun oyunculuğunu büyüten de bence o küçük detaylardaki ustalığı… Her duygunun hakkını vererek, hiçbirini es geçmeden ama gerekmiyorsa altını da çizmeden, “oynamadan” sahnenin ağırlığını üstüne alması…
Benzer duyguları anlatırken de her seferinde bir öncekinden değişik bir detay ekleyivermesi onu izlerken keyif almam için ayrı bir neden. “Bu kez ne farklılığı var, acaba?” duygusuyla yeni bölümleri beklemeyi çok seviyorum.