Yazar: Sinem ÖZCAN
On iki gün aradan sonra yeni gününde ilk kez izledik Dolunay’ı. Bana sorarsanız yeni gün için iyi bir bölüm oldu. Uzun zamandır izlediğim en eli yüzü düzgün Dolunay bölümüydü, derim rahatça.
Hakan’ın Ferit’e kurduğu tuzak ilk anda işe yaramış gibi göründü. Ferit’in gözaltına alınmasını sağladı, uzun süreli olmayacağı besbelli olan gözaltı sürecinin etkileri önemliydi benim için. Nazlı’nın üzüntüsü samimi ve kaygısı çok içtendi ama ben asıl Deniz’deki etkiyi merak ediyordum. Belki bir nebze olsun sağduyusu kalmıştır ve olup biteni bir sorgular diye ümit ediyordum ancak yine iyimser davranmışım.
Deniz, her ne kadar olayın bir iftira olduğunu kabul etse de ne Hakan’la ne Demet’le ilişkisini sorguladı ve tepkisiz kalmayı seçti. Üstüne üstlük Ferit’in emniyette olduğu süreyi yine Nazlı’nın etrafında olmak adına kâr saydı.
Bölüm boyunca defalarca dillendirdiği “Çok alelacele evlendiniz ama…” serzenişine bin tane mantıklı açıklama aldığı hâlde dönüp dönüp aynı yemeği ısıtmaktan bıkmadı. Hoş, hata bende! Ben haftalar önce ona “onursuz” demiştim zaten, ne bekliyorsam artık? Sanırım, kimsenin bu kadar kendini küçültmesine dayanamıyorum ve bunu kabullenemiyorum.
Deniz’inki bir saplantı mı? Açıkçası ondan emin değilim. Saplantı bir kişilik bozukluğu… Deniz’deki durum bana bundan ziyade şımarıklık gibi geliyor. Hayatı boyunca her istediğini zahmetsizce ve emek harcamadan elini uzatıp alan bir adamın ilk kez istediğini alamadığında yaşadığı bir şımarıklık…
Onun kendine verdiği zarar, zerre kadar umurumda değil. Herkes seçimlerini yaşar, ilkesine inanırım. Motoru bile isteye tırın altına süren Deniz’e ah vah edecek de değilim. Üstelik bu son hamlesinde bile zayıflık ve şımarıklık buluyorum. Ölüp gideceğini ummuyorum da sonuç ne olursa olsun Nazlı ve Ferit’e zarar verecek çünkü ikisi için de vicdan, ağır yük… Ferit, kendini Deniz’e karşı hep sorumlu hisseden bir adam, hem sorumluluk duygusu hem de yaşanana sebep olma hissi Ferit’te telafisi zor hasar bırakacak. Nazlı; şefkatli, merhametli ve kimseyi kırmak istemeyen bir kadın… “Ben Ferit’i seviyorum” sözünün olayın ateşleyicisi olduğunu düşünüp çok büyük bir vicdan azabı yaşayacaktır.
Deniz’i düşündüğümden değil sadece Nazlı ve Ferit’e kıyamadığımdan umarım, son saniyede direksiyonu kırıp giriştiği çocukça işten vazgeçer, diyorum ya da kafasına aldığı darbe aklını başına getirir diye dua ediyorum.
Deniz’in intihar girişiminin tek hayırlı yanı, Asuman’ın ona “sahte evlilik” olayını anlatamaması oldu bana kalırsa. Asuman, “Arık akıllandım ben” diye ortalıkta gezdikçe ben içimden “Bakalım ne kadar sürecek bunun tövbesi?” diyordum. Buraya kadarmış… Aslında onun için kelime israf etmeyi düşünmüyorum. Tez vakitte kurtulmak en büyük dileğim.
Gelelim öykünün Nazlı ve Ferit boyutuna… Açıkçası bu “sözde evlilik” olayında daha duygusal olan tarafın Ferit ama daha olgun davrananın Nazlı olduğunu düşünüyorum. Katılacağı davet için kıza elbise seçip göndermek de nedir Feritçim, bi’ anlat hele? Tamam, her şey kontrolünde olsun istiyorsun; tamam, o davet resmî ve Nazlı seni temsil ediyor; tamam “Kıyafet alacak vaktin yoktur.” gibi uygun bir kılıf da buldun ama çizgiyi aştığını nasıl görmedin işte ben onu anlamıyorum. Nazlı’nın tepkisi benimkinden çok daha yumuşak oldu, Allah için.
Nazlı, verdiği sözün arkasında kararlılıkla duruyor ancak duygularını Ferit’e sezdirmeme çabası onu fena zorluyor. Ne zaman kendini bırakacak işte onu bilemiyorum. Deniz’in yaratacağı kriz olmasa uzun sürmez derim ama eğer Deniz’e bir şey olursa Nazlı’nın çelişkileri artacaktır diye korkuyorum. Kendini suçlayacağı için Ferit’e olan hislerini ötelemeye başlayacaktır.
Ferit, kendi duygularıyla çok çabuk yüzleşmişti, tek sorun Bulut’u kaybetmesinde Nazlı’nın rolünü bağışlayamaması oldu ancak o sorunu da aşmış görünüyor. Hatta bu oyundan zevk alıyor görünüyor, Nazlı’ya ilgisini, rolüyle perdeleyerek duygularının tadını çıkarıyor.
Ben baştan beri Ferit’in aşk itirafının sıradan sözcüklerle olmayacağını düşündüm. Bölüm sonunda gelen “Ben dilediğin kadar yanındayım” cümlesi işte benim için o sıradan olmayan itirafın bir parçası. O kadar güzel bir cümle ki o… “Sen dilediğin kadar…” yani zorlaması yok, yani “Ben bitti demeden bitmez.” kıroluğu yok, yani “benim duygularım zaten bitmez ama seninki biterse giderim” nahifliği var.
Bölümün duygusal sahnelerinin hepsini çok sevdim. Romantizm denince akla gelen klasik ve sıradan detaylar kullanılmadan da çok basit, çok sade ve çok şık ayrıntılarla duygusallığı yakalamak mümkün oluyormuş, demek. Nazlı ve Ferit uyumunu baştan beri çok beğenenlerden biri olarak bu tür sahneleri çok uzun zamandır bekliyordum, gerçekten çok iyi geldi.
Epeydir Fatoş’tan söz edemiyordum. Onun Tarık’la mutlu olacağını düşünenlerden biri olarak sonunda Engin’i istemediğine karar vermesi beni mutlu etti ancak Fatoş’un deli dolu hâllerini sevsem de bir süredir karikatürleştirilmeye başlanmasından hoşlanmıyorum. Tarık ve Fatoş’la dizinin komedi ayağı oluşturuluyor bunu anlıyorum ama ikisinin de ilk hâllerini daha çok sevenlerdenim ben. Hele bu hafta restoranda Demet’in adamına tepkileri bana abartılı ve lüzumsuz geldi. Fatoş’un kendine has bir sevimliliği var ve onu kullanmak bana daha doğru geliyor. Karikatürize bir tip o sevimliği yok ediyor ve itici yapıyor Fatoş’u.
İki bölüm arası on iki gün olunca benim de en çok özlediğim şey Can Yaman oyunculuğu olmuş. İzlerken bir kez daha fark ettim, onu ekranda görmeyi ne kadar sevdiğimi. Duygusal sahnelerde enerjisini çok beğendim doğru ama bu bölüm de en bayıldığım yer Deniz’le sahneleri oldu.
Deniz’le sahnelerine geçmeden dikkatimi çeken başka bir şeyden söz etmek istiyorum. Bu hafta Can; duygusal sahnelerin hepsinde, hatta emniyettekinde bile duruşu, ses tonu ve tavrıyla çok dingin çok rahat ve çok huzurlu bir hava vermişti Ferit’e. Deniz’le bütün sahnelerinde ise aurası değişiyordu. Bu akşam bizim televizyon yayınında bir sorun vardı. Zaman zaman ses kesildi. Sesin gidişi ister istemez beden diline odaklanmama neden oldu ve konuşma olmayınca o havayı çok daha net hissediyorsunuz. Nazlı’yla birlikteyken gevşeyen yüz hatları, Deniz’in yanında geriliyordu, Deniz’in karşısında dimdik dururken Nazlı’nın yanında beden gevşiyor ve omuzlar düşüyordu. Replikleri anlamasanız da hatta diziyi ilk kez izliyor olsanız da Deniz’e nasıl bir duvar ördüğünü sezdiriyordu, ekranın diğer yanına.
Duvar örmek demişken Deniz’le iki sahnesinde de aynı duygu vardı ama biçimleri farlıydı. Şirketteki konuşmada Deniz, konuyu Nazlı’ya getirene kadar onun yanında rahat değil ama tepkisel de değil. Konu Nazlı’ya döndüğü anda geriliyor Ferit. Can, bunu yüz kasları ve sertleşen bakışlarıyla vermeyi tercih etti. Deniz konuşurken arkasını dönüp yürümesi, o konuşmadan sıkıldığının ve bitmesini istediğinin açık göstergesi. Deniz’in sevimsiz sorgulamasına sıkıntıyla tahammül ediyor ve onu kendi alanına sokmamakta kararlı. Konuşma bittiğinde yaptığı burnunu çekme mimiğineyse bayıldım. Hoşlanmadığımız durum sona erdiğinde, rahat bir nefes almaya geçmeden önce yaptığımız bilinçsiz ama çok keskin bir “Bitti, şükür!” eylemidir o. O kadar yerinde ve o kadar belli belirsiz kullandı ki o hareketi duygunun bir anda değişimi çok keskin geçirdi, izleyenlere…
Sergideki konuşmada da gergindi Ferit, hatta Deniz’in de hissedeceği kadar gergin ancak ilkinden ciddi bir farkı vardı, durumun. Bu defa Nazlı gelmediği ve kendisini orada savunmasız bıraktığı için de rahat değildi. Bu durum, Can’ın sahneyi yorumlayışında bariz bir fark getirdi. İlkinde dimdik ve hareketsiz durup Deniz’in gözünün içine bakarak konuşan bir Ferit izledik. Sergide, her an gidecekmiş gibi tedirgin ve en önemlisi Deniz’in gözlerine bakmayan bir adam vardı. Gözleri sürekli hareket hâlinde ve kaçamak bakışlar atıyordu çünkü Nazlı’nın orada bulunmayışıyla ilgili rahatsızlığı vardı Ferit’in. Deniz’in onu iyice sıkıştırdığı anda ona sırtını dönüp gözlerini devirmesi artık sabrının tamamen bittiğinin ve biraz daha üstüne gelirse kontrolünü kaybedeceğinin işaretini verdi. Nazlı’yı görür görmez birden gevşeyen yüz hatları ve aniden yumuşayan bakışları da rahatladığını, her şeyin yola girdiğini hissettirdi.
Benzer duyguyu yansıtan iki sahne arasındaki bariz fark ve bu farkın ufacık ama çok dikkatle seçilmiş detaylarla vurgulanmasını çok seviyorum, ben Can Yaman oyunculuğunda. En sevdiğimse her bir duygunun üzerinde çalışılmış, düşünülmüş ve en rafine hâliyle çıkarılmış olması. Gözlemin ve sezginin rolü elbette çok büyük ama küçücük ayrıntıların hesaplanması, zamanlaması ve farklılığı bence matematik işi. Can’ın Ferit’i çok iyi analiz ettiği kesin ve bunu düşünüp araştırıp bulduklarıyla çok doğru bir oranla sentezliyor. Onun için Can Yaman sahnelerini defalarca izlemekten sıkılmıyor ve her seferinde yeni bir nüans yakalıyorum.
Her hafta öykünün nasıl gelişeceğinden çok, “Bu hafta Can Yaman, Ferit’e ne katacak?” duygusuyla yeni bölüm beklemeyi de çok seviyorum. Aklına ve emeğine sağlık Sevgili Can.