Yazar: Sinem ÖZCAN
Yoğun ve hızlı bir tatilden sonra maalesef benim için, berbat geçen bir günün akşamına denk geldi Dolunay. Hatta daha sakin bir kafayla bakayım diye bu gece izlememeyi de düşündüm ama son anda içime Ferit Aslan kaçtı: Kural kuraldır, Dolunay gününde izlenir, deyip geçtim ekran başına. Bir sürü detayı, bir sürü güzelliği kaçırmış olabilirim baştan affola!
Bölümde ilk dikkatimi çeken, geçenlerde yazdığım “Hakan, o şirketin hissedarı değil ki Ferit niye onun işlere karışmasına izin veriyor?” sorumun cevabının bu hafta Ferit’in ağzından gelmesi oldu. Benim ağzımın payını vermek Ferit’e kısmet oldu ve açıklama beni ikna etti. Evet, doğru; Demet isterse Hakan’a yardımcısı sıfatını verebilir ve İkbal Hanım’ın Ferit’in asistanı olarak katıldığı bir toplantıya Hakan da girer. Benim için sonuçlar mantıklı sebeplere bağlandığında sorun kalmıyor, sorunum bağlanmayıp ortada bırakılanlarla sanırım. Umarım başta Asuman’ın çaldığı kravat iğnesi olmak üzere (Evet, taktım; kabul ediyorum) diğer belirsizlikler de birer birer çözüme ulaşır.
Gelelim bölümün ana konusuna: İstifa eden Nazlı, onun gitmesine izin vermeyen Ferit ve giderek kendi dönüşümünü yaşayan Deniz… İki bölümdür kaçan Nazlı, kovalayan Ferit izlemiştik ve ben artık bitmesini dilemiştim. Tam anlamıyla bitti, diyemesem de kaçma- kovalama boyutunda değişiklik yaşandı, diye düşünüyorum.
Açıkçası bu bölüm Nazlı’ya kızmadım ben, pek çok noktada da ona hak verdim. Nazlı’yla empati yapıyor ve onun gözünden değerlendiriyorum Ferit’i. Öyle ya da böyle işinizden istifa etmişsiniz ve bunun gerekçesini açıklamak istemiyorsunuz. Karşınızdaki adam bütün gücünü kullanıp sizi köşeye sıkıştırıyor. Üstüne üstlük sözleşmedeki bir maddeye dayanarak sizi iyice çaresiz bırakıyor. Kimse kusura bakmasın ama o noktada ben de “Aaa, haklı adam!” diyemem. Kanunen hakkı ve gücü olduğunu bilsem de daha önceki anlayışa dayalı iş ilişkisini düşünüp en azından insani bir tavır beklerim. Bunu göremeyince ben de kapana kısılmış hissederim, ben de tırnaklarımı çıkarırım. Onu da geçtim; ısrarcılıktan umursamaz bir profesyonelliğe oradan çok içten bir ilgiye hızlı geçişler zaten kendi içinde git geller yaşayan Nazlı’yı karmakarışık eder. Hele son sahnedeki “Artık özgürsün!” cümlesi Nazlı’nın bütün dengesini yok eder. Yine de bana kalırsa çok iyi kontrol etti olayı, tebrik etmek lazım.
Ferit’e gelince… O, bir avcı… Avını köşeye sıkıştırdı ve şimdi büyük bir zevkle oynuyor onunla. Nazlı’nın duygularının da farkında, niye kaçmak istediğinin de… Onu nereye kadar zorlayacağını da hesapladı, nerede nefes aldıracağını da ve son sahnede vurucu hamleyi de yaptı. Tam da o anda Nazlı’yı serbest bırakmak ve gitmesine izin vermek, onun elindeki bütün kozları almak demek. Nazlı uzaklaşır, kurtulmuş hisseder, hatta rahatlar ama onu bağlayanın Ferit olmadığını anlayıncaya kadar…
Bu üçgenin son köşesi de Deniz… Bu bölüm kendi içinde çok tutarlı, onun bakış açısıyla çok mantıklı bir çizgisi varmış gibi gelse de izlerken ben onu ışıltılı bir kaplamaya benzettim. Parlak, çarpıcı ve etkileyici… Ama tırnağınızla o kaplamayı hafifçe kazıdığınızda o ışıltı dökülüyor ve alttaki karalık ortaya çıkıyor. Eğer gerçekten ablasına değer verdiği ve o görevi çok istediğine inandığı için Demet’i desteklese Ferit’e rağmen onu alkışlardım fakat onun derdi Demet ve onun hak ettikleri değil. Onun derdi bir türlü Ferit’i Nazlı’dan uzaklaştıramamak… İçten içe öyle iyi görüyor ki Nazlı ve Ferit arasında yaşananları ve onların arasındaki kıvılcımları… Ferit’in insanları yönetmesinden duyduğu rahatsızlığın asıl kaynağı da bu aslında. Ferit, Nazlı’yı Deniz’e doğru yönlendiriyor olsaydı o zaman “gücünü kötüye kullanmak”la suçlanmayacaktı. O zaman “Ferit Aslan” diye değil yine Ferit “Abi” diye hitap ediyor olacaktı. Deniz’in bütün samimiyetsizliği de burada bana göre…
Geçen bölüm, bir türlü Alya’dan vazgeçmek istememesine çok sinirlenmiştim bu bölüm öfkem iki katına çıktı. Alya kendisi için en zor ama en doğru olanı yapmış ve onun yanından uzaklaşmışken onun zaafını kullanıp yeniden onu yanı başına çekmek de bir başka samimiyetsizlik. Ferit, gücünü kullanıp Nazlı’ya zulmediyor ama sen sevgisini kullanıp Alya’ya acı verirken “duyarlı adam” oluyorsun öyle mi Deniz? Kimse kusura bakmasın ama karşılık vermediğin ve istemediğin bir aşkı kullanmak, bence sözleşme maddesini alet ederek yapılandan çok daha büyük bir zorbalık.
Deniz’in yavaş yavaş Demet ve Hakan safına geçeceği belliydi ki zaten olması gereken de o. Bence o noktada da işlevini tamamladığına göre artık Nazlı’ya duygularını açabilir sonra o çok kıymetli duygularını yerden toplayıp paşa paşa ablacığının kucağına koşabilir. Sanıyorum bu kimliksiz adamdansa kötü ama net Deniz’i daha fazla sevebileceğim ben.
Geçen hafta dikkatimi çekmişti ama fırsat bulup değinememiştim. İki bölümdür Pusula Holding’in yeri değişti ve dolayısıyla da Ferit Aslan’ın da ofisi… Bu bölüm kafa karışıklığından ilk önce Engin’in ofisini Ferit’e ait zannettim ve “Aman Allah’ım bu ne?” oldum. Ne odanın ruhu ne objeler ne de tablolar Ferit’çeydi. Neyse ki yanılmışım. Gerçek odasını gördüğümde kendime geldim. Bu arada Ferit Aslan demek biraz da tabloları demek… Evindeki ve ofisindeki tablolar fena hâlde ilgimi çekiyor. O detayı kim kullanmayı akıl ettiyse yürekten kutluyorum. Çok abartıyor olabilirim ama gerek renkler gerek desenler ve gerekse kullanıldıkları yerler bence tesadüf değil. Hele çalışma masasının ardındaki o siyah tabloyu ve oradaki siyah at figürünü çok beğendim. Gerçi benim seçimim, orada siyah at değil siyah zemin üstünde siluet hâlinde beyaz bir unicorn olurdu. (Tamam, Sayın Yönetmen’im, yavaşça o sopayı yere bırakıyoruz, sustum!)
Gözüm beni yanıltmadıysa masanın karşısındaki duvarda da çok hoş bir semazen tablosu görür gibi oldum. Keşke eski ofisten taşınırken oradaki mavili, kırmızılı tabloyu da bırakmayaydık, Ferit’in ruhunu çok iyi yansıtan bir detaydı o. Neyse, bir fırsatını bulduğumda evdeki ve ofisteki o tabloları adam gibi inceleyip oradan bir kişilik tahliline de gitmek niyetindeyim.
Algıda seçicilikten sanıyorum, bu bölüm beden dillerindeki detaylar da takıldı gözüme. Teknede İtalyan misafirler aşçıyla tanışmak istediklerinde masaya gelen Nazlı’nın elini Ferit’in koltuğunun arkasına koyuvermesine bayıldım. Normalde o konumdaki bir görevlinin hele de Ferit Aslan’ın bir çalışanıysa masanın yanında dimdik durmasını beklerdim ancak Nazlı, her ne kadar kabullenmese de Ferit’e hissettiği yakınlık o minicik detayla göz önüne seriliverdi. Nazlı’nın duruşu patronun yanındaki çalışan duruşu değil, kendini yakın hissettiği birinin yanındaki kadın duruşuydu. Bu arada onun işi ve yeteneği konusunda mütevazı olmamasını da çok doğru ve çok güzel buluyorum.
Beden dili deyince Deniz’le konuşan Ferit geldi hemen gözümün önüne. Sahnenin başında; futbol konuşurlarken kollarını kavuşturmuş, rahatça geriye yaslanmış, alanını geniş tutmuş bir Can Yaman izliyorum. Çünkü Ferit’in keyfi yerinde, kendini güvenli hissediyor ve herhangi bir tehlike sezmiyor. Deniz’in konuyu pat diye Nazlı’ya getirmesiyle birlikte Ferit gerilmeye başlıyor ve o gerginlik Can’ın beden diliyle çok keskin somutlanıyor. Önce yüzü geriliyor, kaşlar çatılıyor, bakışlar sertleşiyor. Ardından Deniz’in onu doğrudan suçlaması üzerine o gerginlik bambaşka bir hâl alıyor. Bu kez yüzünde sahte bir sakinlik beliriyor. Deniz, Nazlı’nın tazminatını ödeyeceğini söylediğinde artık o sahte sakinlik de aşılıyor. Doğrudan gülümseme yerleşiyor ama o gülümseme de öyle bir şey var ki… Bir yanıyla “Biliyordum böyle bir şey yapacağını” diyor, bir yanıyla iyice sinirleniyor, bir yanıyla da Deniz’in tepkisini zırva bulduğunu vurguluyor. Tam o sırada yönetmenin çok yerinde bir zomuyla bir başka detayı fark ediyoruz. Yüzünde o gülümseme sürerken ayağını sallayıp duruyor. Beden dilinde çok temel bir kural vardır. Yüz ifadelerimizi çok daha kolay ve çabuk kontrole alırız, buna karşın kontrolde en zorlandığımız yer ayaklarımızdır. Özellikle iş dünyasında verilen eğitimlerde mümkünse karşı tarafın ayak hareketlerine dikkat edilmesi vurgulanır. Yalanı, gerginliği ve güven sorunlarını ayaklar ortaya serer çünkü.
Can’ın beden dilini karakterin duygusuna çok iyi oturttuğunu daha önce de görmüş ve söylemiştim. Bu defa da bir kez daha hayranlıkla izledim. Oyuncunun enstrümanı bedenidir. Doğru ve güzel melodiyi yakalamak için onun bütün imkânlarından çok dikkatle yararlanmak hele duygu geçişlerinde bunu çok akıllıca yapmak gerek. Can, gördüğüm kadarıyla enstrümanını en doğru ve verimli kullanan oyunculardan biri ve bunu her seferinde farklı bir yolla yapmayı başarıyor.
Deniz’in evindeki rövanş konuşmasında da o son bakışına vuruldum. Deniz’in gerçek yüzünü sanki o an görmüş gibi şaşırmış ve bir o kadar da kırgın bakışı bence bölümün en iyi Can sahnelerinden biriydi.
Bölüm, Nazlı’nın ardından bakan Ferit’de kestik. Hem de çok güzel bir yakın planla… Yine dopdolu yine birden çok duyguyu barındıran bir bakış o da, ne var ki onu gelecek bölüme saklıyorum akışını bütünüyle görmek için.
Giden Nazlı ne zaman ve nasıl dönecek geriye bilemiyorum ama ben onun gidişini izleyen Ferit’i merakla bekliyorum.
Emeklere sağlık…