Yazan: Feyza ZENGİN
Mucize Doktor izlemek bana o kadar iyi geliyor ki. Aynı bölümün içinde bazen kahkahalarla gülüyorum bazen de gözyaşlarım sel oluyor. Bunu başaran nadir işlerden biri olarak şimdiden dizi arşivimde yerini aldı. Yine baştan sona soluksuz izlediğim bir bölüm oldu.
Ali’nin hikâyesi giderek açılmaya başlıyor. Hikâye ilerledikçe izlerken yerimde duramıyorum. Kâh sevinçle kâh hüzünle Ali’ye sarılmak, ona bu acıları yaşatanlara haddini bildirmek, Ali’nin annesi olup hep elini tutmak istiyorum. Ali’nin en büyük talihsizliği nedir biliyor musunuz? Cevap kesinlikle otizmli oluşu değil, bahtına öyle bir anne – babanın düşmüş olması. Özellikle babası, Ali’yi o kadar yok saymış ki, onu öylece bırakışlarını içim parçalanarak izledim. Anne – baba olmak bir bebeğin doğumuna biyolojik olarak vesile olmaktan ibaret değildir. Yeri geldiğinde evladının en stresli anında, onu rahatlatacak dünyadaki tek cümleyi kulağına fısıldamaktır, onun mutlu olacağı eşyaları bilmektir. Onu olduğu gibi sevmek, olduğu hâliyle hayatını daha mutlu geçirmesi için tüm koşullarını düzenlemektir. Öz evladını olduğu gibi sevip bağrına basamayıp yetiştirme yurduna gönderen bir baba, benim nazarımda biyolojik baba olmaktan öte bir anlam ifade etmiyor.
Evlat acısı, yeryüzündeki en büyük acı olarak tarif edilir hep. Aynı zamanda beş parmağın beşi bir değil de denir, hangisi kesilse acır elbette. Ali’nin ailesinin bir evlatlarını kaybettikleri için yıkılmalarını anlıyorum, ama ya diğer evlatları? Onun sağlığına, hayatta kalışına şükredemeyişleri, sahiplenmeyişleri… Babanın sağlam olan oğlum öldü diye ağlarken Ali’yi suçlayıp onu görmezden gelmesi benim için kabul edilemez bir durumdu. İzlerken gerçekten kahroldum. Bir yanda böylesi bir baba, bir yanda da temastan hoşlanmadığını bildiği Ali’ye hiç temas etmeden, hayatımda izlediğim en nahif, en içten yaklaşımla sarılan Adil Hoca’nın babacan tavrı… O sarılma sahnesinde nasıl eridim anlatamam. Kollarını bedenlerinde kavuşturmaları, gözlerindeki parıltı ve sevgi, olağanüstüydü. Şu hayatta hiç kimsesi yoktu belki ama Adil Hoca vardı.
İzlerken fark ettim ki Ali gerçekten çok mutlu olduğunda temasa izin verebiliyor. Küçük kızın hayatını kurtardıktan sonra annenin kendisine sarılmasına izin verdi. Çünkü o an, Ali bir çocuğu cennete gitmekten koruduğu için çok mutluydu, onun sevincini yaşıyordu. Bu Ali için o kadar büyük bir sevinç ki bir yabancının sarılmasını tedirgin olmadan kabullenebildi. O esnada gözlerindeki sevinci görünce Ali’nin geçmişine gidip o anlayışsız babasını andım tekrar. Ali’nin durumunu kabullenip hayatını kolaylaştırsalar, anne-baba şefkatlerini esirgemeselerdi bugün her şey Ali için daha kolay olabilirdi.
Geçen bölüm Ali Vefa’ya odaklanmıştım ve Ferman hakkında pek yorumda bulunmamıştım çünkü Ferman’ı biraz daha tanımak istemiştim. Şimdi Ferman’dan bahsedebilirim. Hastanedeki lakabı “muhteşem” olan, çok başarılı bir cerrah o, aynı zamanda da doktor da yetiştiriyor, yani eğitmen özelliği de var. İlk bölümde çok kibirli ve egosu yüksek bir profil çizdi ama ben aslında öyle olmadığını düşünüyorum. Yansıtıldığı kadar yüksek egolu biri olsaydı asistanlarına daha farklı davranırdı bence. Onları hayati hatalardan korumaya çalışmaz, teşhislerini dikkate almazdı hatta bilgisini bile saklayabilirdi. Sonuçta dışarda Ferman gibi bir doktorla çalışmak için can atan onlarca asistan doktor vardır, başaramayan giderdi. Ferman asistanlarına değer veriyor, ameliyat sırasında onların görüşlerini alıyor, önerilerini uygulamaktan asla çekinmiyor. Hem Nazlı’nın, hem Ali’nin değişik hastalardaki teşhislerini sorgulamadı, sadece uygulamalarına izin vermeyip yüksek risk içeren kısımları kendisi üstlendi. Nazlı, defalarca uyardığı konuda hata yaptığında onu ekipten çıkarmak yerine sadece izlemeye alıyor. Asistanlarını en iyi şekilde yetiştirmek için uğraşıyor. Egoist bir adam böyle çabaya girmezdi diye düşünüyorum.
Düşünülenin aksine Ferman, Ali’ye asla nefretle bakmıyor. Tam tersi bakışlarında şefkat var. Tavrı sert gibi görünse de aslında önemli bir amaca hizmet ediyor, Ali’yi korumaya. Ali’ye sınırlarını kesin bir tavırla belirtmesi gerekiyor. Bu hem Ali otizmli olduğundan hem de yeni başlayan bir asistan olduğu için gerekli. Meslekleri, hata ve ihmal kabul etmeyen, en küçük bir hatanın hastanın hayatına mal olacağı bir iş. Ne kadar üstün yetenekli olursa olsun hiçbir asistana ilk iş gününde bir ameliyatın tüm sorumluluğunun emanet edilemeyeceği çok açık bir gerçek.
Son olarak Ferman sınırları çizmede ve uygulamada çok başarılı bir adam. Böyle yaşayan insanlar doğal olarak aynı tavrı hayatlarındaki diğer insanlardan da beklerler. Haksız yere, özel hayatı ile iş hayatını karıştırmakla onu suçlayan kız arkadaşının tavrına içerlemesi bu nedenle çok normal. Bunun sonucunda da net bir şekilde tavrını koydu, sınırları çizdi. Artık iş yerinde sadece iş ilişkisi içinde olacaklar. Bunu başarıp başaramayacaklarını izleyip göreceğiz.
Mucize Doktor farkındalık yaratmaya, gündemimizi değiştirmeye devam ediyor. Bu hafta bize Ali’nin iletişim becerilerinin gelişebileceğini, ona doğru şekilde yaklaşılınca zorların nasıl kolay olduğunu gördük. Bir motivasyon cümlesi, ona rutinini hatırlatacak küçük bir düzenleme bir anda duygu durumunu değiştirmeye yetti. Yazımı sonlandırırken otizmin bir hastalık olmadığının, farkındalık olduğunun altını kalınca çizelim.
Projenin her aşamasında emeği bulunan, yazan, yöneten, oynayan ve çeken herkesin emeğine sağlık. Haftaya görüşmek üzere.