Site icon Dizifilm BiZ

Dengeler Değişti, Düşmanlar Boy Gösterdi ve Silahlar Çekildi

Yazar: Ayşe KUTLUHAN

Biz, Bora’yla Kuzgun savaşına kendimizi hazırlayıp yükselirken Dila ve Kuzgun savaşı kapıya dayanmış, meğer. Aslında Kuzgun cephesinden bakınca matematik belliydi: Rıfat hapse, Dila yalnızlığa ve Bilgin ailesi de dağılmaya mahkûm edilecekti. İtiraf etmeliyim ki Dila’nın, babasının koltuğuna oturacağına hiç ihtimal vermemiştim. O, avukatlık diplomasıyla evciliğini oynayıp vicdanını rahatlatır; meydan Bora, Ali ve Kuzgun’a kalır diye düşünmüştüm. Meğerse bu savaşın liderleri en başından beri çocukluk aşklarıyla gözümüze gözümüze sokulan, Dila ve Kuzgun’dan başkası değilmiş. Dengeler değişti. Düşmanlar boy gösterdi ve silahlar çekildi. Sonuç: Kim ilk önce kalbine yenik düşerse…

Kuzgun, yaptığı planı takır takır işletirken Dila’nın karşısına çıkacağını da düşünmüştür muhtemelen. Ne var ki ona bu kadar sert toslayacağına ihtimal vermemişti. Ona göre girdiği bu yolda Dila, en zayıf halkaydı.  Yaşanan onca şeye rağmen Dila’nın, Bilgin ailesinin en masumu olduğunu düşünürken hepimiz, aslında onun babasının kızı olduğunu unuttuk. Babasını kurtarmak adına, hiç düşünmeden adaleti yanıltmaktan kaçınmadı. Üstelik adalete kendisi yakalandı. Hem babası ceza aldı hem Dila, mesleğinden oldu. Onun babasının kızı olduğunu bir an unutmuş olsak da babasını kurtarmak adına adaleti yanıltacağına yönelik şüphem yoktu.

Dila, birinci bölümde babasına ‘’Ben babamın kızıyım.’’ diyerek ve Kuzgun’un karşısına çıkıp ‘’İntikam aldırtmam’’ diye diklenerek savaşacağının sinyallerini vermişti, bize. Sadece belki biraz tetiklenmesi lazımdı. Onu da sağ olsun, Behram Adıvar yaptı.  Dila, kazan dairesinden nasıl çıktı, bir fikrim yok.  Bildiğimden ziyade, tahmin ettiğim bir şey varsa o da, o kazan dairesinde Dila, Behram Adıvar’ın sınavından geçti. Sınavı geçti ve kırmızı takım icazet izni olarak Dila’ya dikildi. Sonuç: Dila, Rıfat Bilgin’in koltuğuna oturdu. Bu takım, bir saatte dikilecek bir şey olmayacağına göre icazet Dila’ya çok önceden çıkmış olmalı diye düşünüyorum. Tam burada Rıfat’ın cezaevinde Dila’ya söyledikleri geliyor, aklıma: “Behram Adıvar beni gözden çıkarmış olmasaydı, bütün bunlar yaşanmazdı…” Ben, Rıfat’ın bu sözüne dayanarak iki iddia atabilirim ortaya. Birincisi, Rıfat gözden çıkarıldığı için Dila’nın, Türkiye’ye dönmesine izin verildi ve ta o zamandan Dila’nın, Rıfat’ın yerine geçmesi planlandı. İkincisi, Rıfat gözden çıkarıldığı için Kuzgun’un, geri dönmesine izin verildi ve o farkına bile varmadan ona icazet çıkarıldı; takım dikildi ve Kuzgun, Rıfat’ın hayatına sokuldu. Fakat Behram Adıvar tarafından yürütülen bu babadan çocuğa -oğula diyemiyorum artık, zira Dila bu düzeni bozdu- geçen iktidarın amacı ne, hiçbir tahminim yok ama şunu diyebilirim ki Ali varken Rıfat Bilgin’in koltuğuna Dila’nın getirilmesindeki amaç, onun Bora, Rıfat ve Kuzgun için bir zaaf olması diye düşünüyorum. Biraz daha net kırıntı fırlatın sevgili senaristler üzerimize, her hafta beyin yemekten helak olduk. Ağır geldi.

Kuzgun, hırslarının peşine takıldı ve son sürat gidiyor. İlk nerede, kime toslar, bilemem ancak tahminim Behram Adıvar’a şöyle kuvvetli bir şekilde çarpar. E çocuğum! Dün bir, bugün iki; cin olmadan adam mı çarpacaksın sen? Bora’dan neden feyzalmadın? Seni hafife aldı, oğluyla gününü gösterdin. ‘Behram Adıvar’ diyor herkes bağıra çağıra, sen hâlâ en tepe deyip duruyorsun! Neyine güveniyorsun? Bir garip Derviş’ine mi? Peki, tamam, güven! Benim de senin dediğin gibi içimde bir yerde ona karşı bir güven kırıntısı var. ‘’Derviş’im yapmaz. ‘’diye bağırmak istiyor, zaman zaman kalbimin içindeki küçük çocuk. Amma velâkin Derviş, seni en tepedekinden koruyamaz, koruyabilseydi babanı korurdu. Benden sana bir abla tavsiyesi, değil Behram’ı, Dila’yı bile hafife alma çünkü yaralı bir kadının içinden gözü dönmüş bir panter çıkabilir. Son sahnede ‘’Dost da benim düşman da’’ diyerek diklenen Dila’nın, cesurca tercih ettiği kırmızı renkteki takım biraz ilham olsun sana.

Derviş, Kuzgun’a karşı iyi mi, kötü mü diye düşünüp dururken Behram’ın, kimin tarafında olduğuna takıldık kaldık. Bir sebeple Rıfat ve Şeref’i gözden çıkardı, Behram; bu, net bir bilgi bizde. Peki, Kuzgun’la derdi ne? Amaç ona yardım etmekse, neden? Onu yok etmekse, neden? Behram gibi en zirvede olan birisi, Rıfat’ı yok etmek istese bunu her şekilde yapardı zaten. Neden bunu Kuzgun’un istediği gibi Kuzgun’un ellerinden yaptı? Behram’ın, en başından beri Kuzgun’un tarafında olduğunu düşünürken “Babanın ipini çekenin Behram olduğunu, nereden biliyorsun?” diye soran Terzi’den sonra buna hepten inanır oldum. Derviş Cevheri gizemini korurken şimdi Behram Adıvar gizemi onun önüne geçti, gidiyor adeta. Üç ailenin de temel direklerini yok edip kalanları iş ortaklığında buluşturmaktaki amaç nedir, bilmiyorum. Ancak Behram Adıvar’ı öldüreceğim diyen Kuzgun’a ve zamanı gelince kendi borusunu öttüreceğini söyleyen Bora’ya; Behram Adıvar’ın kayıtsız kalacağına dair inancım sıfır. Bora, Dila, Kuzgun… Hepsi, anlık eylemlerle hareket edebilir ancak Behram Adıvar yirmi yıllık bir planın içinde gibi geliyor bana.

Kuzgun ve Dila’nın yüzleşmesine değinmek istiyorum biraz. Bu bana göre tam bir yüzleşme değildi açıkçası. Zira Kuzgun’un Dila’yla ilgili hâlâ bilmediği noktalar var. Bildiğinden yola çıkarak onu, Bilgin ailesinin en masumu olarak görmesi de olağan bir şeydi. Dila’yı kullanabildiği kadar kullandı ve bu Dila’ya yalnızlık getirdi. Babası cezaevine girdi, abisi ondan vazgeçti ve üvey annesi onu suçladı. Dila’nın, Kuzgun’a toz konduramayışının ardından gerçeklerle yüzleşmesi ne kadar zor olduysa pişkin pişkin ondan hesap sorması da bir o kadar kolay oldu aslında. Ah Dila Bilgin! ‘’Nasıl bakacaksın şimdi yüzüme?’’ diye Kuzgun’a çıkış yaparken çocukluğunu senden çalan, merhametin ve vicdanın zerrece huzursuz olmadı mı? Yirmi yılın sonunda karşılaştığın Kuzgun’un, sicil kaydını ve hastane raporlarını bilmene rağmen onun yüzüne bakabiliyorsan Kuzgun’un yaşadıklarını görmezden gelip bin bir türlü pisliğe bulaşmış baban için  –ki o adam, hesap sorduğun bu adamın hayatını çalmış– gelip Kuzgun’dan hesap sorabiliyorsan o da bakar senin yüzüne; sen hiç kafanı yorma, bu işlere. Evet, bu hikâyenin aptalı sensin ama hiç kusura bakma masumu ve kaybedeni de Kuzgun. Sen, Kuzgun’a ‘’Sen nasıl çıkabildin ya böyle insanlıktan?’’ diye arsızca hesap sorarken ben utandım, senin yerine. Ayakkabısının tekini evinde bıraktığında, kaçıp eve geri döndüğünde, terk edildiğini anladığında insanlıktan çıktı, Kuzgun. Dayak yediğinde aç kalkıp sokaklarda yattığında insanlıktan çıktı, Kuzgun. En çok da bir sokak köpeğini beslemenin onda uyandırdığı iyi niyet hissiyatına güvenip peşine takıldığı o amcaya böbreğini teslim ettiğinde insanlıktan çıktı, Kuzgun. Dudakların titreyerek gözlerin dolu dolu baktığın kardeşlerine, dokunamamanın ne demek olduğunu bilemezsin, sen. Peki, sen cevap ver Dila Bilgin! Sen ne zaman babanın kızı olup bu denli insanlıktan çıkabildin? Ne olduğunu bilmediğin bir paketi, anneni kurtarmak adına oyun sanıp Yusuf amcanın odasına sakladığında mı yoksa o paketin bir ailenin hayatını yok ettiğini anladığında mı? Ben, sana daha net bir şey söyleyeyim: Senin insanlıktan çıkmanı sağlayabilecek bir etken yok sanırım çünkü senin hamurun bu. Kimileri de kötü doğuyormuş demek.

Yüzleşme demişken sahnedeki oyunculuklara da değinmek istiyorum biraz. Dila’nın, Kuzgun’a hesap sorarken sıraladığı tüm kelimeler, benim o andaki Dila’yı fazlasıyla hissetmeme sebep oldu. Ama aynı şeyi Kuzgun için söyleyemeyeceğim. Arsızca gelip kendinden hesap soran Dila’ya karşı Kuzgun’un sergileyeceği ifade ve mimikler, asla bunlar olamazdı.  ‘’Sen istemiyorsun diye adalet yerini bulmasın mı?’’ diyen ve çatır çatır yaptığı her şeyi ortalığa döken Kuzgun’un gözlerinde, Dila’yı kullanmanın hırsını görmeliydim. Yaptığı şeyin sonsuz doğru olduğunu vurgulamasının özgüvenini, göğsünü gere gere ve gözlerinin içine baka baka Dila’ya göstermesini hissetmeliydim. Oldukça açık seçik, çok tamamlayıcı cümleler seçilmiş sahnede ama sahneyi bize işletecek duygular ve mimikler olmayınca açık kitaptan okunup okunup söylenmiş gibi oldu, bütün replikler. Dila’nın hırsı, Kuzgun’un ona olan galibiyetinden çok daha fazla geçti bana diyebilirim. Genel olarak konuşacak olursam Kuzgun ve Dila sahnelerindeki duygu geçişlerini çok nadir hissedebiliyorum. Bu da benim onları izlerkenki heyecanımı zedeliyor.

Bölümdeki zirve sahnem hiç şüphesiz ki Kuzgun’un, babasına verdiği sözü tutarak yirmi yıl sonra kardeşlerine pamuk şeker alması oldu. ‘’Cebeci kardeşler’’ diye seslendiği yerden itibaren, en az Kuzgun kadar içlenerek seyrettim sahneyi. Bazen dil susar, gözler konuşur ya. İşte o sahnede Kuzgun’un gözlerinden tutun da titreyen dudakları, hatta titreyen çenesine kadar her uzvu dile geldi, diyebilirim. Ah benim çocuk adamım, kalbindeki eksiklik hayatına o kadar yansımış ki Kartal’a dükkânını isteyerek yakmadığını söylediğinde de annenle babanın mezarına çiçek diktiğinde de yaşadıklarını kalbimden taşarcasına bana hissettiriyorsun. Bunun için Barış Arduç’a teşekkür etmem lazım sanırım. Oynarken sana o anı yaşatacak ne hissediyorsun, meraktayım açıkçası. Emeklerine sağlık.

Son sahne adeta kurtlar sofrasıydı. Dila ve Bora’nın aynı cephede yer alacağından şüphemiz yok zaten. Her ne kadar bir yol göstericisi olsa da Kuzgun bu savaşın ortasında yalnız ve zaafları çok fazla. Attığı her adım, daha planlı olmalı. Hakkını da yememek lazım Rıfat’ı cezaevine göndermek için kurduğu oyun ve devamı oldukça başarılıydı. Fakat kendinden kat be kat büyük bir hırsı var ve bu hırs onun hata yapmasına sebep olacaktır.

Genel Notlarım:

  1. Şermin, geçtiğimiz bölüm Bora’dan kendisini Kuzgun’un aile çevresine bir şekilde sokmasını istemişti. Bu bölüm bir yerden başladı ve elini Kumru’ya atmayı başardı. Kumru’yu abisine karşı nasıl kullanacak bir fikrim yok şu an için ancak Ali’nin de Kartal’a yaklaştığını göz önünde tutarsak Bora’nın Meryem Cebeci’yle ilgili kurduğu planın gerçekleşmesi için ilk temel atıldı. Meryem; Kumru, Kartal ve Kuzgun arasında yeniden bir seçime tabii tutulacak. Umarım bu tercih Kuzgun’u yerle yeksan etmez.
  2. Dila’nın meydan okuyarak babasının koltuğuna oturmasını sevdim. Yedi bölümdür aradığım Dila buydu, aslında. Tek bir kusur var benim Dila üzerindeki bütün ciddiyetimi alıp götürüyor. Dila’nın hırslanınca kullandığı ‘’Yaptırmam! Ettirmem! Aldırmam!’’ kelimeleri beni Hababam Sınıfı, Mahmut Hoca’ya götürüp getiriyor. Bütün –mem, mam- eklerinin kullanım hakkını Dila aldı zannımca. E, bi’ yeter!
  3. Kuzgun için ‘’bir kuş’’ diyerek küçümseyen Bora’ya sözüm: O kuş, Dila’nın kalbini çaldı, o kuş, babanı vurdu. O kuş, senin oğluna kadar el attı. O kuş, Rıfat Bilgin’i cezaevine yolladı. O kuş, seni ona mahkûm bıraktı. Çok hafife alma kuşum.
  4. Babasının boşalan koltuğuna oturacağını düşünen Ali’nin Dila başa geçtikten sonraki hamlesi ne olacak, meraktayım.
  5. Füsun’un İzmir’de okuduğunu biliyordum ben, yanlış mı biliyorum? Hayır, kızın okulu yanacak, en azından İstanbul’a alsın okulunu.
  6. Bora bu hafta Kuzgun’u Dila’ya vermek dışında çok etkin değildi. Artık adım adım onun planlarına da şahit oluruz, umarım.

Bu bölüm, etiketine yakışır bir şekilde bir bölüm oldu. Hiç sıkılmadan ve merakla kalktım ekranın başından. Önümüzdeki bölüme yönelik heyecanım büyük. Emeği geçen herkesin yüreğine sağlık.

Sevgiyle kalın.

 

Exit mobile version