Yazar: MORZERRECİKLER
Türlü yoğunluklara rağmen biraz rötarlı da olsa yeniden geçtim yazımın başına. Geçtiğimiz haftayı Cansu ve Cenk’in ilişkisini öğrenen Azra ile noktalamıştık. Yeni bölüm, bu ilişkinin AzCen cephesinde durumu daha da karmaşık hâle getirerek selamladı bizleri. Azra’nın her ne kadar Cenk’e belli etmemeye çalışsa da Cansu ve Cenk beraberliğine bir hayli üzülmüş olduğuna, soğan doğrarken gözlerinden akan yaşlarla şahit olduk. “Hiç acımıyor” diye dilinden dökülen sözler de doğradığı soğan da duygularını bastırmak adına kullandığı bir paravandı aslında.
Diğer taraftan Cenk’in yaptığı bu hamle, Azra’yı cezalandırmak için de değildi aslına bakarsanız. Cenk, yapmam dediği her şeyin başrolünde bir anda kendini buluvermiş, daha sonra da “Boşa zaman kaybettim.” düşüncesiyle karşı karşıya kalmıştı. Cansu da bu noktada onun duygularına paravan olacaktı; aksi takdirde Cenk, ne denli öfkeli olsa da Azra’ya karşı hissettiği duyguları frenleyemeyecek ve gerçekleşen olayların hesabını soramayacaktı. Yaptığı bu hamleyi doğru bulmasam da bu konuda “Tek suçlu Cenk!” diyemiyorum. Bana göre Cansu da en az onun kadar hatalı.
Cansu; kendisine ümit verilmediğini, yaşanılan beraberliğin bir gelecek vaat etmediğini veya içine sinmeyen yanları olduğunu bile bile bu ilişkiden uzak durmuyor, belki de duramıyor ama sebebi ne olursa olsun yaptığı, kendine haksızlık ve hakarettir benim nazarımda.Cansu, Cenk’in Azra’ya olan duygularını daha önce Tarık’tan öğrendiği hâlde, bu beraberliğin “Azra faktörü” ile gerçekleştiğini görmezden gelmeye çalışıyor. Sadece Azra’nın olduğu ortamlarda “sevgili” sıfatıyla bulunması, belki şu an değil ama ilerleyen zamanlarda Cansu’yu derinden yaralayacak. Bu noktada Cenk, her ne kadar Cansu’ya zarar verecek bir hamlede bulunmayacağını belirtse de bunun mümkün olmayacağı aşikâr. Cansu hem dostundan hem aşkından olacak. Bu hikâyenin diğer halkası olan Tarık’a gelirsek:
Tarık; Cenk ve Cansu’ya nazaran beni şaşırtan taraf oldu. Gerek Cansu’ya uyarı amaçlı söyledikleri gerekse Azra ve Cenk’in durumunun farkında olması nedeniyle onun bu ilişkide “şimdilik” pasif kalacağını düşünüyorum. Azra’nın da öfkesine veya kıskançlık duygusuna yenik düşerek Tarık’la Cenk’e bir misilleme yapmayacağı aşikâr. Tarık’ın da bunu anladığını ve kendini Cansu gibi boş bir hevese kaptırmayacak kadar aklı başında olduğunu düşünüyorum.
Lokantanın mutfağında Azra’nın telefon konuşmasına şahit olan Cenk’in iş çıkısı soluğu Tarık’ın mekânında alışı, ne kadar uğraşırsa uğraşsın kendini Azra’dan soyutlayamadığının ispatıdır gerçekte. Tarık’ın lokantasına gittiğinde karşılaştığı manzara Cenk’in suratına bir tokat gibi çarptı adeta. Kendisi, Cansu’nun ellerini Azra’nın karşısında tutarken aynısı başına geldiğinde canının bu kadar acıyacağını tahmin ediyor muydu? Karşılaştığı bu tablodan sonra daha da öfkelenecek mi yoksa yelkenleri biraz da olsa suya indirecek mi? Tahmin edemiyorum ama öfke, kıskançlık, hayal kırıklığı içinde ördüğü ya da örmeye çalıştığı o duvarların Azra’nın tek göz yaşıyla, tek üzüntüsüyle yerle bir olduğu bir gerçek. Dil ne söylerse söylesin onların gözleri her şeyi birbirine haykıran nitelikte; dilleriyle değil, gözleriyle konuşuyorlar artık. Cenk “yalancı, sahtekâr” gibi hakaretlerle Azra’ya kükrese, onu yaralamaya çalışsa da kızın ilk sıkıntısında kedi yavrusuna dönüştüğüne Mert için gelen telefonla şahit olduk. Bir hışımla yine Azra’nın peşinden fırlayışı, babaannesine Azra’yı aratması, onu merak etmesi, onun için endişelenmesi tam da sahalarda görmek istediğimiz hareketler ve itiraf etmeliyim ki bu didişmeleri de fazlasıyla hoşuma gidiyor. Bizlere mutfakta “kedi-köpek” gibi diyebileceğimiz tatlı cilveleşmelerle görsel şölen yaşatıyorlar diyebilirim. Özellikle şeften azar yedikten sonra süt dökmüş kediye dönmeleri, izlerken yüzümde gülümsemeler oluşturacak cinsten olmuş.
Öten yandan Mert cephesinde de olumlu gelişmelere imza atıldı bu bölüm. Azra’nın kaybolma gecesi olanları öğrenmesi üzerine soluğu Sumru’nun kapısında alması, Mert’in bulunmasına zemin hazırlayacak yeni olayları da beraberinde getirdi. İyice köşeye sıkışan Sumru yarı yalan, yarı gerçek sözlerle Azra’yı geçiştirebileceğini sansa da Azra’nın bu işin ucunu bırakmayacağı aşikâr. Diğer taraftan abla özlemi tavan yapan Mert’in gördüğü o rüyada göz yaşlarıma hâkim olamadım. O kadar gerçekçi bir kavuşma sahnesi izledik ki rüya çıkmış olması sadece Mert’i değil beni de yıktı. Ama onu asıl yıkan kısım, Azra’nın Mert’i bırakıp gitme düşüncesiydi. Başlarda ihtimal vermese de gördüğü rüyadan çok etkilenmiş olacak ki “Azra’da Sumru’da gitsin, gelmesinler” sözleri dökülüverdi dudaklarından. Bu durum Fatma için olumlu sayılsa da Mert için hiç de iyi değil elbette.
Mert, bildiği ve tanıdığı ortamın sürekli değiştirilmemesi gereken bir çocukken ablasına kavuştuğunda alışmış olduğu Fatma ablasından, bir süredir hapsolduğu o evden de ayrılmış olacak aynı zamanda. Diğer taraftan bu ayrılık Fatma için de bir o kadar zor olacak. Bu ikilinin ilerleyen zamanlarda alacağı hâl merakımı uyandıran unsurlardan en kuvvetlisi.
Gelelim bana göre bu haftaki bölümün asıl konusuna ve verilen sosyal mesaja:
Sürekli gerçeklerden kaçan Çelen Ailesi… Çelenler bu zamana kadar sorunlarla yüzleşmek yerine o sorunlara gözlerini kapatmayı seçmişler. Hani “halının altına süpürmek” diye bir tabir vardır ya yaptıkları tam olarak bu. Her şeyi halının altına süpürdüğünüzde o halı, nasıl ki bir süre sonra altındakileri barındıramaz, tozlar birikir ve etrafa taşmaya başlarsa şu an yaşadıkları da o biriken tozların dışarı taşmaya başlaması aslında. Serap Çelen nasıl bu kadar sorumsuzca hareket edebiliyor aklım almıyor. Melis’in “Varsa yoksa abim ve Arda…” sözlerini kıskançlık olarak algılaması, çocuklarını hiç tanımadığının ispatıdır bana göre. Hoş Serap’ın asıl ilgi odağı Arda da değildi, aslına bakarsanız. Ne zaman ki Arda’nın yanlışa başvurduğunu öğrendi, iş işten geçti Serap o zaman Arda’yı dert edinmeye başladı. Sürekli çocuklarını suçlamak yerine “Bu çocukların böyle olmasında benim payım ne?” sorusunu bir kez olsun kendisine sorabilse belki de olaylar hiç bu boyuta varmayacak ama Serap Çelen için tek önemli unsur sarsılmaması gereken “itibarı”. Çocuklarına gelecek adı altında iyilik yaptığını sanırken ancak bu kadar zarar verebilirdi onlara. Varsa yoksa “miras, itibar, para”… Umarım Arda’da yaptığı hatayı Melis’e karşı da yapmaz ve bir şeyler için geç kalınmadan sevgisini göstermeyi başarabilir.
Melis’in annesinden bulamadığı ilgiyi abisinden hissetmesi iki kardeşin arasındaki bağları kuvvetlendirmek adına bir adım daha oldu. Melis; Arda onu odasından kovduğunda ağlaması annesi tarafından “şımarıklık” olarak nitelendirilince soluğu Hülya’nın evinde almıştı. Hülya’nın “İyi misin, neyin var?” soruları üzerine göz yaşları sel olan Melis yüreğimi yaktı. Abisinden gelen telefonla evine dönmesi, biraz olsun Cenk sayesinde sakinleşmesi sevgiye olan açlığını da gözler önüne serdi. Bu konuda Cenk Çelen benden tam puan almayı başardı.
Konunun diğer tarafındaki Arda’ya baktığımızda onun iç dünyasına biraz daha giriş yapıldığını görüyoruz. Ceyda’ya olan aşkını abisine itiraf etmesi, Arda’nın kendisini sadece abisinin anladığı düşüncesine iyi bir vurgu oldu. Ceyda hakkında söyledikleri konusunda Arda’ya tamamen katıldığımı da belirtmek istiyorum.
Ceyda da aile eksikliği ile büyümüş, tek tutunacak dalı Arda olan genç bir kız. Belki yanlış yollara başvurmuş olabilir ama Arda neyse Ceyda da o. Arda’ya yardım edilirken onun kaderine terk edilmesi yanlış bir hareket. Bu arada Arda’nın durumuna benzer sorunlarla savaşan ailelerin Yeşilay aracılığıyla ebeveyn desteği alabileceği mesajını da bölüme sıkıştırmayı ihmal etmediler. İlerleyen bölümlerde Ceyda’yı ötelemek yerine ona da sahip çıkıp tedavisi için el uzatan bir Çelen ailesi görmeyi umut ediyorum.
Sumru’nun, Mesut’u Kemal’in ölümü ile köşeye sıkıştırdığı aynı zamanda da gönlünü Azmi Bey’e kaptırdığı kısımları da göz ardı etmek olmaz tabii. Azmi ve Sumru ikilisinin ne gibi problemlere zemin hazırlayacağını ve Kemal’in ölümünün altında yatanları öğrenmeyi de merakla bekliyorum.
Azra’nın Feride Çelen’in hastalığını Azmi’den öğrenmesiyle noktaladık bölümü. İlerleyen haftalarda Feride Hanım’ın Azmi’yi sorgulayacağını düşünüyor ve gelecek bölümleri iple çektiğimi belirterek bu haftaki yazımı noktalıyorum. Gelecek hafta görüşmek üzere, keyifli okumalar…