YAZAR: Şeyma BULUT
İlahi adalette zaman aşımı yoktur. Bu çok ünlü söz dizinin son sahnesini izlerken aklıma takıldı. Kuzgun’un yirmi yıl önce yaşadığı felaketin aynısını, tam yirmi yıl sonra Dila da yaşadı. Gözleri önünde babası tutuklandı ve o hiçbir şey yapamadı. Aynı Kuzgun gibi… Dila’nın tecrübeli bir avukat olarak daha farklı davranmasını beklesem de anlık şok sebebiyle fazlaca duygusal tepki verdiğini düşünüyorum. Ancak kafamı karıştıran bir durum var. Dila geçen bölümde Bora’yla konuşurken adalet duygusundan bahsetmişti uzun uzun. Adaletin kendisi için nasıl önemli olduğunu, adalet için yaşadığını… Peki, nasıl oldu da bu kadar adalete âşık bir kız, uyuşturucu ticareti yapan babasını için “Seni kurtaracağım” kıvamına geldi. Halbuki daha iki gün önce babasına pis işlerini bırakmasını istediğini söylemişti. Nasıl bir adalet duygusu bu? Yani bunu bir seyirci olarak değil de “Bir saatlik adalet yetmiş yıllık ibadetin yerini tutar.” anlayışıyla mesleğini icra eden bir avukat olarak soruyorum. Dila’nın adaletle ilgili o tiradı olmasa bu, bana hiç mantıksız gelmezdi ancak söyledikleriyle yaptıkları arasındaki uçurumu gördükçe “ Sen ne yapmaya çalışıyorsun Avukat Hanım?” demekten alıkoyamıyorum kendimi.
Dila karakterinde bir olmamışlık var. Ne yapmaya çalıştığını bir türlü kestiremiyorum. Bir yaptığıyla diğerini silen bir karakter. Bir yandan Kuzgun’u seviyor, ailesini seviyor öte yandan Bora’ya iyilikle ilgili manifesto dillendiriyor, diğer yandan kötünün yanındaki varlığını sürdürüyor. Bora’nın babası, Dila’nın babasını öldürmek istiyor, Bora bunun karşılığı olarak olayla zerrece alakası olmayan Meryem’i kaçırıyor ve Kuzgun’a hayatının acısını yaşatmak istiyor. Tüm bunları bilen Dila, Bora’yla gayet sakin bir şekilde iletişim kurarak sözler veriyor. Babasının tırnağına zarar gelse son sahnedeki gibi tepki veren Dila gibi bir kadın – ki oldukça da akıllı – Bora’nın Kuzgun’dan kurtulunca hedefine babasını koyacağını göremiyor mu ? Dila, ilk bölümden bu yana zeki, duygulu ve sevdiklerine karşı aşırı korumacı bir tavırla çizilirken bu tehdide rağmen hâlâ nasıl Bora’yla aynı paralelde olabiliyor? Bunlar bana oldukça mantıksız geliyor açıkçası. Kurguda bu kadar önemi olan kilit bir karakterin bu kadar dengesiz davranması hem Dila’nın hem de verilmeye çalışılan o sözde büyük aşkın inandırıcılığını sıfıra indiriyor.
Kuzgun, gösterdiğinin aksine ailesine fazlasıyla düşkün bana göre. Önce Meryem’i Bora’nın elinden alması, ardından da hayatı boyunca yediği dayakların hesabını tutmasına rağmen Kartal için dayak yemesi bunun ispatı. Bu ayrıntıyı çok sevdiğimi de söylemeden geçemeyeceğim. Dila’yla karşılaşana kadar güçlü duran Kuzgun, sevdiği insanlar için çok önem verdiği bir durumu elinin tersiyle itiyor. Önce Dila’nın kendisine attığı tokatla “Bin oldu.” demişti. Şimdi de kardeşi için sayıca kendisinden çok üstün olan bir grubun karşısına çıkarak kendisini önemsemeden dimdik durdu. Bu hafta beni etkileyen nadir birkaç andan biriydi. Özellikle ayakta durmaya çalışırken kimseden yardım almamaya çalışması, hayatı boyunca düştüğünde kaldıracak kimsesinin olmadığına dair güzel bir göndermeydi bence. Sahnenin sonunda da en güçlünün bile yardıma ihtiyacı vardır, duygusuyla izlediğimden midir nedir, annesinin kendisini daima iten oğlunun başında beklemesi etkileyiciydi. Dizimizde en sevdiğim anlar her zaman Cebeci Ailesi’ne ait oluyor. O sahnelerin duygusu o kadar güzel işleniyor ki dizi izliyormuş gibi değil de sanki biri, bir pencere açıyor ve ben o anları onlarla birlikte yaşıyormuşum gibi hissediyorum. Özellikle Meryem ve Kuzgun arasında geçenler her an tüylerimi diken diken ediyor. Bu hafta Barış Arduç ve Hatice Aslan karşılıklı olarak yine kusursuza yakın bir oyunculuk sundular bize. Kuzgun’un annesi konuştukça değişen ruh hâli, duygularını bastırmaya çalışan tavırlarıyla; Meryem’in umutla başlayıp çaresizliğine uzanan duygusal geçişleri çok iyiydi. Gerçekten anne, oğul olsalar bu kadar olurdu, diyorum sanırım. Hatice Aslan özellikle tiyatro geçmişi de olması sebebiyle anlık duygu geçişlerini dizide en iyi yansıtan oyuncu şu anda. Meryem Cebeci’yle her hafta üstüne katarak ilerleyen oyuncu, performasnını bir önceki sahnesini gölgede bıraktıracak şekilde konuşturuyor. Dizide gerek oyunculuğu, gerek duruşu ve uyumuyla beni en fazla mutlu eden kadın oyuncu,o.
Diğer yandan geçtiğimiz hafta performansını fazlasıyla beğendiğim Burcu Biricik, bu hafta sahnelerinde çok donuktu. Özellikle Hatice Aslan’la olan sahnesinde yaşadığı tutukluk -mimik bile kullanmadı – gözle görülür netlikteydi. İlk bölümden bu yana Dila’yı çok anlamadığını düşündüğüm Burcu Biricik, bu hafta gerçekten içinde yer aldığı tüm sahnelerinde fazla pasifti. Hatta Kuzgun’a olan aşkını gösterdiği sahneler de bile böyleydi. Halbuki o anlarda aşk acısı çeken bir kadın olarak çok daha duygulu olmasını beklerdim. Bu çiftte hep bir eksiklik, hep bir olmamışlık var. Sahnelerinin yazımı mı yoksa başka bir şey mi bilemiyorum ancak bir türlü geçmiyor, bu çift bana. Aralarındaki uyum sorunu sanırım bu haftaki kadar gözüme batmamıştı. Arka planda “Delikanlım” çalarken yani insan o şarkının hatırına biraz duyguya girer ancak maalesef ki birbirine buz gibi bakışlarla bakan iki âşık vardı, karşımda. Zaten dayandıkları sekiz yaşındaki âşık olma hikâyesi fazlasıyla mantıksız gelirken karakterlerin beraberken girdikleri ruh hâli de bu ilişkiye ” sözde aşk” dememe sebep oluyor. Yani madem ikili arasındaki ilişki boyut atlayacaktı Dila’nın Kuzgun’u kurtarması üzerine verilen değerden, sevgisinin adalet duygusunun önüne geçtiğinden falan bahsedilseydi keşke. Ama bu şekilde barda karşılaşan iki insanın aralarında geçen tekdüze, yarı gülerek yarı ciddiyetle yaptıkları konuşmalardan, o büyük büyük söylenen tutkulu aşk çıkmıyor. Hatta bu aşk Kuzgun’da hiç yok, Dila’da da aşktan çok arkadaşlık, vicdan azabı gibi duygular var gibi. Tabi sahnelerin bu kadar vasata yakın olması, oyuncuların uyumunun hâlâ yakalanamamış olmasından ileri geliyor. Geçen bölümde bir tık arttı dediğim sahnelerinin enerjisi bu hafta deyiş yerindeyse yerin altındaydı ve özellikle Burcu Biricik’in bu sahnedeki performansı oldukça kötüydü. Öyle bir izlenimi vardı ki bardaki sahnede sanki yoldan geçerken durdurmuşlar, sen ayakta dur denmiş o da durmuş gibiydi. Bir şekilde Dila ve Burcu Biricik arasındaki bağlantının hâlâ kurulmadığını bu yüzden de oyuncunun performansının sürekli dalgalandığını düşünüyorum. Bu kadar kilit durumdaki bir karaktere hayat veren bir oyuncunun bu sorununu derhal çözmesi gerekiyor. Aksi takdirde sahnelerin inandırıcılığı büyük darbe yiyecektir.
Uzun zamandır serzenişte bulunduğum müzik konusuna gelecek olursak da “Delikanlım” gibi hepimizin çocukluğuna etkisi olmuş bir eser bu kadar boşa kullanılabilirdi sanırım. Dila ve Kuzgun arasındaki sahnede, şarkının sahneyle zerrece alakası yoktu. Kuzgun’un kartı almak için girdiği yerde, önce Dila’nın kötü sesinden sonrasında da vokalden duyduğumuz müzik, bu sahneye hiç olmamış. O tipte bir şarkının daha duygusal yönü ağır bir sahnede verilmesi gerekirdi. Dila Kuzgun’la olan yaşadıklarını, çocukluğunu düşünürken duysaydık Yıldız Tilbe’nin o kalbe dokunan sesini, çok derin, çok özel bir sahne olurdu diye düşünüyorum. Müzikler konusunda eksiklik var derken müziğin doğru sahnede ve en doğru anda sahneye yedirilmesi gerekir. Aksi hâlde her sahneye itilen jenerik müziğinden bir farkı kalmaz. Hatta bu farkı Yıldız Tilbe bile yaratamaz.
Reji konusuna zaten artık değinmeyeceğim. Hâlâ dizi onlarca videonun birleştirilmiş hâliyle sunuluyor. Sahneler arası geçişler her hafta daha da kötü oluyor. Bu da izlerken kopmalar yaşamama sebep oluyor. Sanırım bu sorunun çözülmesi noktasını da geçmiş bulunmaktayız. Sağlık olsun diyelim, madem.
Yazıma Yusuf Hayaloğlu’nun bu güzel dizleriyle son veriyorum. Haftaya görüşmek üzere.
benim hiç sapanım olmadı anne,
ne kuşları vurdum,
ne de kimsenin camını kırdım…
çok uslu bir çocuk değildim ama,
seni hiç kırmadim, hep boynumu kırdım.
ben hayatım boyunca
bir tek kendimi vurdum! ..