Site icon Dizifilm BiZ

Çocukluk Her Canlıya Özgü Bir Masumiyettir , O Gidince Masumiyet De Gider! (Kuzgun,15. bölüm)

                                                    YAZAR: Şeyma BULUT

Yes Man filmini bilir misiniz? O filmde çok güzel bir replik vardır “Dünya bir oyun bahçesi, bunu çocuklar biliyor ama biz büyüyünce unutuyoruz.” diyor filmin baş karakteri Carl Allen. Filmde beni en çok etkileyen replik buydu sanırım. Zaman ilerledikçe büyüyoruz. Çocukluk masumiyeti de büyüdükçe yok oluyor. Bir süre sonra da gidiyor o çocuk. Bir daha dönmemek üzere gidiyor. Bu hafta Kuzgun’da gördüğümüz şey tam olarak buydu. Hem Kuzgun’un, hem de Dila’nın içindeki çocuk gitti. Yaşanılanlar, geçmişin izleri o içlerindeki çocukları belki de bir daha hiç konuşmamak üzere susturdu. Kin, intikam çok güçlü duygulardır. Bu duyguların çocuklarda barınması mümkün değildir, onların masum dünyalarında tanımı dahi yoktur. İnsan büyüdükçe çocukluk masumiyetini kaybeder. Hele Kuzgun ve Dila gibi geçmişte çok ağır olaylar yaşayan insanlar için kaçınılmazdır bu durum. Kuzgun içindeki çocuğu zaman zaman da olsa dinliyordu belki ancak artık o çocuk gitti. İçindeki kin ve öfke o kadar büyüdü ki en sevdiğine bile zarar verecek duruma getirdi onu ve bu iki duygu dışındaki duygularını da unuttu. Dila’nın söylediği gibi sadece nefret etmeyi biliyor. Sevgi gibi bir duyguyu bilmiyor. Bilmediği gibi öğrenmeye de pek niyeti yok, maalesef.

Kuzgun, Dila’nın ihanetini öğrendiğinde içindeki öfkeye mani olamadı. Kudret’le olan işbirliğinin boyutunu da tam olarak bilemediği için onu Behram’ın vicdanına bıraktı. Behram da kendi yöntemleriyle en ağır cezayı kesti. Yalnız kalmaktan, babasını kaybetmekten hayatı boyunca korkan Dila, babasını elleriyle ölüme gönderdi. Böyle bir acı insanda geri dönüşü olmayan yaralar açar, öyle de oldu. Dila’nın gözünü intikam hırsı büyüdü ve dikildi, Kuzgun’un karşısına. Behram’ı istedi. Doğru olan bu olduğu için yap bunu, dedi. Belki kendince haklı olabilir fakat biraz da empati yapabilseydi çok güzel olabilirdi. Babasını ölüme götürenin kendi seçtiği hayat olduğunu unuttu. Bütün bu imparatorluğun bir ailenin paramparça edilmesiyle kurulduğunu unuttu. Kuzgun’a bağırıp çağırarak içindekileri döktü. Dila’cım baban öldü; evet, biraz da olsa payın var. Peki, hâlâ neden karşındaki adamı anlamıyorsun? Senin babanı ölüme yine kendisi götürdü. Su testisi, su yolunda kırıldı. Kuzgun’un babası, peki? Yirmi yıl önce kendisini işine ve adalete adayan bir adam olarak senin babanın ihanetiyle felakete sürüklenmedi mi? Çocukluk arkadaşın bu yüzden bir canavara dönüşmedi mi? Acını anlıyorum ancak hâlâ empati yapmadığın için haklıyken haksız duruma düşüyorsun. Sen, bir tek acıyla bu hâle geldin. Evet belki bu acıyı sana en sevdiğin, tattırdı fakat yine de Kuzgun kadar mı kin dolusun? Biraz kendini onun yerine koyar mısın? Koysan, senin bugün yaşadığını onun sekiz yaşında yaşadığını; beni o yollara âşık olduğum adam attı demeden önce onun da annesi tarafından o yola bırakıldığını hatırlarsın. Belki o zaman “aşığım, seviyorum” dediğin insanı biraz olsun anlayabilirsin. Yanlış anlaşılmak istemem, Dila’nın yaşadığı çok ağırdı. Kimse böyle bir cezayı hak etmez, ne yapmış olursa olsun. Behram’ın acımasızlığını biliyordum tabii ki ancak bu kadarını beklemiyordum. Behram onu en hassas noktasından vurdu. Belki Kuzgun’un haberi yoktu ancak Dila’nn içinde kalan son yaşama sevincini de aldı ondan. Dediklerinde haklıydı, Kuzgun belki Rıfat’ı öldürmedi ama ancak Dila’yı  yaşayan bir ölüye çevirdi. Tüm bunlar hiç olmayabilirdi, birbirlerini biraz olsun anlayabilselerdi bu noktaya gelmeden önce bu oyunu bozabilirlerdi fakat olmadı, olamadı. Kuzgun ve Dila’nın aralarındaki en büyük sorun “konuşma” hususunda. Belki konuşuyorlar ancak hep eksik, hep boşluklar var. Bu sebeple de aradaki sorunlar bitmiyor, bitmediği gibi de aratarak devam ediyor. Onları kullananları görmeleri, yapacakları dürüst ve açık bir konuşmaya bakıyor aslında. Kuzgun, Kudret’in yaptığı baskınla Dila’nın ihanetine kanaat getirdiğini söylese Dila, kendisine oynanan oyunu görecek. Dila, açık açık her şeyi anlatsa Kuzgun ölene kadar elini tutacak. Ancak bunu yapmıyorlar. Bu arada bilmedikleri de ikisinin arasındaki ilişkiyi geri dönüşü olmayan bir yola sokuyor.

Dila, artık tüm gemileri yaktı. Önce yüzüğünü çıkardı, sonra boşanma kararı aldı ve en sonunda artık her şeyin bittiğini Kuzgun’un yüzüne söyledi; tepkisi normaldi. Başına gelenlerden Kuzgun’u sorumlu tutuyor. Onu sevmeyi bilmeyen, duygusuz biri olarak görüyor. Tabii buna yol açan da Kuzgun’dan başkası değil. Dila’yı girdiği yoldan uzun zaman önce çıkarıp alabilirdi. Kendi kendine “Çok kötü bir şey oldu.” demek yerine ya da Rıfat’ın mezarında “Kızını tahmin edemedim.” demek yerine Dila’ya “seni seviyorum” diyebilirdi. Onunla olduğu gece bile sözcükler çıkmadı ağzından. Yaşadığını anlayacak tecrübeye sahip değil belki ama görmesi de gerekirdi. Dila’ya empati yapmadı dedim ya, Kuzgun’da da yok bu durum. Kendisi ailesi için, hatta suçun dibine batmış dedesi için adımlar atarken karşısındakini anlamaması biraz saçma. O da kendini koysa Dila’nın yerine anlayacak aslında. Rıfat için seni yaktı diyordu, onu neden koruyorsun diyordu ya; aynı soruyu bir de biz kendisine soralım o zaman. Annen seni bıraktı, sokaklara gitmene sebep oldu. Onu kurtarmak için Bora’nın oğlunu neden rehin aldın? Neden ailene bir şey olacak diye ödün kopuyor? Bunların altını açtığımız zaman hep aynı sebep çıkıyor ortaya. Koruma iç güdüsü. Hem Dila hem de Kuzgun hayatlarında kalan insanlara tutunarak devam etmeye çalışırlarken birbirlerini kaybettiler. Artık içlerinde taşıdıkları acılar geri dönüşü çok zor bir yola girdi. Bazı şeyleri fark etseler de her şeyi göremedikleri çok net ortada. Dila; Kudret, Selçuk ve Ferman’ın etrafını nasıl sardığını göremedi. Kuzgun da dedesinin kendi kurduğu imparatorluğun devamı için Kuzgun’un içinde kalan son kırıntıları nasıl yok ettiğini göremiyor. Öfkelerine o kadar çok yenik düşüyorlar ki mantık devreden çıktığı için  o yolun sonundaki uçurumu çok yakında olduğu hâlde fark etmiyorlar. Bana kalırsa bu ikisi girdikleri yoldan ya beraber çıkacaklar ya da bu büyük savaşın ortasında ikisi de yok olacak.

Behram, Kuzgun’a “Savaş bitti, artık yükselme zamanı.” dedi. Şimdi bu savaş neye göre ve kime göre bitti beybaba? (Kumru’nun Behram’a hitap etme şeklini çok sevdim.) Ürkütücü bir şekilde gelen Ferman gerçeği, tam önlerinde durmasına rağmen nasıl savaş bitti, diyebildi onu da anlamış değilim. Kuzgun, Behram’ın yanında Ferman tehdidine karşı ailesini korumak için ve Bilginleri yok etmek amacıyla duruyordu. Başka bir derdi de yoktu çünkü babasının başına gelenlerden dolaylı olarak da olsa dedesini suçluyordu. Bu noktadan sonra da sadece kendi yolu vardı. Benim kafam da tam bu noktada karışıyor. Bilmem, farkında mısınız Ferman’ın yaptığı hiçbir şey Behram’ı şaşırtmıyor. Her şeyden bir şekilde haberdar fakat onlara dokunmamış. Behram gibi düşmanlarını bağırsaklarına kadar çözen, Selçuk’u çok rahat ele geçiren biri onları niye yok etmedi?

Büyük devletler, küçük devletleri nasıl yönetir bilir misiniz? Savaş ve ekonomik krizle… Bu hafta Behram, savaş bitti dediği anda kafamda çaktı bu düşünce. Ferman Koroğlu gerçeği canlı ve kanlı karşısında dururken nasıl savaş bitti diyebildi? Diyelim ki Rıfat’tan bahsediyor. Bu da çok mantıklı değil Rıfat denklemden çok uzun zaman önce çıkmıştı zaten. İşte tüm bunları düşününce olay Behram Adıvar’a bağlanıyor. Onun gibi atılan her adımdan haberdar olan bir adam Ferman’ı bilmiyor öyle mi? Kumru’nun bulduğu gazete haberlerine göre Koroğlu ailesinin tamamı ölmüştü. Behram da öyle söyledi. Burada mantığa sığmayan bir durum var: Ya Behram o kadar güçlü değil ya da Ferman bizzat Behram tarafından yaratılan biri. Bu kanıya nereden vardığımı soracak olursanız: Behram, Ferman’ı hiç ciddiye almıyor. Sadece Kuzgun’u oyunda tutmak için konuşmalarında geçiriyor. Diğer yandan kendi yarattığı düzene karşıda yükselen çok büyük bir düşman varken Behram gibi birinin yerinde oturacağını sanmıyorum. Ferman’ın Behram’la olan bağlantısı için tek kanıtım bu değil tabii ki. Ferman kâhin mi ki bir gün Kuzgun’un döneceğini bilerek Dila’yı gözünün önünde tuttu? Pek akla sığmıyor maalesef. Behram’ın böyle bir düzenek kurması ise çok mantıklı. Böylece hem Ferman sayesinde polisi, hem de birlikte çalıştığı aileleri kontrolünde tutmayı başardı. Aksi takdirde, büyük büyük laflarla anlatılan Behram Adıvar’ın çok da güçlü biri olmadığı ortaya çıkar. Uzun zamandır senaryoda anlatılanlara bakacak olursak bu çok da mümkün değil. Açıkçası düzenin sahibinin yine düzeni için büyük bir oyun oynadığı izlenimi var, bende. Bunlar bizim bölümden yaptığımız çıkarımlar tabii ki, sezon finali bize ne getirir onu göreceğiz.

Final sahnesine geldiğimizde tüm sırların açığa çıktığı bir an yaşadık. Daha doğrusu acaba bütün sırlar ortaya çıktı mı? İlk bölümünden bu yana Yusuf hayatta mı, değil mi sorusu hepimizin aklına gelmiştir. Açıkçası ben hâlâ hayatta olduğunu düşünmüyorum, son sahnede verilenlere rağmen düşünmüyorum bunu. Öncelikle Yusuf’un hayatta olması bütün hikâyeyi çökertir ve Kuzgun’un yaşadığı her şey koca bir yalana döner. Ayrıca bize gösterilen Yusuf, oğlu sokaklarda yaşarken başka bir çocuğun yanında olacak biri değil. Peki, neden ısrarla Kuzgun’un önüne bu imalar çıkıyor? Kuzgun’un içindeki kırıntı şeklinde de olsa merhamet ve sevgi babasından geliyor. Behram onu yok etmeyi başarırsa o zaman Kuzgun gerçek varisi olacak. Behram’ın onu karanlıkta tutmak için tek hamlesi bu da değil. Yusuf konusunda dahli var mı, yok mu bunu Ferman’la ilişkisini gördüğümüzde diyebiliriz. Fakat Kumru’ya kimliğini açıklaması torununu koruma isteğinden değil, varisim dediği Kuzgun’un zaaflarını bilmesi. İşe bir şekilde ailesini de dahil ediyor ki Kuzgun tamamen karanlıkta kalsın. Onu aydınlığa çekebilecek her şeyi önünden alıyor. Önce Dila ve Kumru ve sonra da tahminlerimiz doğruysa Yusuf. Kuzgun’un evde bulduğu fotoğrafın üzerinde oynanmış olduğunu düşünüyorum. Çağımızın teknolojisinde bir fotoğrafla oynanarak üzerine tarih atılması çok da zor değil. Görünmeyen çok büyük bir oyun olduğu konusunda eminim artık. Dizinin başından beri bir çok düşmanını gördük Kuzgun’un. İki düşman aile çatışması etrafında dönüyordu, olaylar. Behram’la ilgili haklıysam olaylar yeni bir kanala akabilir. Kuzgun, onun hayatını alaşağı edenin kendi kanından olduğunu anladığında Dila’ya ve ailesine olan nefretinin yönü birden Behram’a dönecektir. Behram ailesini, insanları yakarak bir düzen kurdu. Bu düzenin devam etmesi için de her şeyi yapabileceğini açık açık gösterdi. Bu gerçek ortaya çıktığında tam anlamıyla bir hesaplaşma izleyebiliriz. Açıkçası böyle bir dönüşüm beni fazlasıyla memnun eder. Bir sürü küçük düşmandansa bir tane sağlam bir düşman izlemek her zaman keyiflidir.

Oldukça kafa karıştırıcı ve insanı yoran bir bölüm izledik bu hafta . Sezon finaline yaklaşırken sırların içinden sırlar çıkıyor. İlk başlarda bu durumu sevsem de giderek biraz yorucu olmaya başladı. Diziyi sürekli “Bu böyle gösterildi ama eminim altından bir şey çıkacak.” mantığıyla izliyoruz. Bu da insanı boğuyor bir süre sonra ve bence reyting sonuçlarına da yansıyor. Bazı önemli noktaların basit tutulması ve diziye bir noktada komedi unsurunun katılması gerektiğini düşünüyorum. İnsan izlerken bir rahat nefes almak istiyor. Emsal dizilerde mutlaka bir ya da iki karakter bu rolü üstlenerek insanı izlerken rahatlatabiliyor. Bizdeyse ben her hafta gerilmekten kurdeşen döküyorum. Bu gerilimli havası dışında bu hafta da dizi müziklerine ve çalan ninniye bayıldım. Bu tip insanı derinden etkileyen, duygusu yoğun sahneler, kalbe dokunan ezgilerle birleştiğinde insanda seyretmeye doyamayacağı, çok lezzetli bir tat bırakıyor.

Kuzgun ve Dila sahnelerindeki akıcılık ve oyunculukları çok sevdiğimi söylemeliyim. Dila’nın babasının öldüğünü kabullenme aşamasında ve morg sahnelerine kadar uzanan anlarda Burcu Biricik oldukça iyi bir oyunculuk sergiledi. Özellikle limandaki sahnede babasının öldüğünü kabullenmemesi, Kuzgun’dan yardım istemesi ve sonrasında geçirdiği histeri krizi bana yaşadığı tüm duyguları eksiksiz geçirdi. Aynı sahnede Kuzgun’un kurulan tuzaktan haberi olmamasının getirdiği şokla donup kalması ve tepki veremediği anlarda Barış Arduç sadece bakışlarıyla karakterin içinde yaşadığı tüm duyguları çok başarılı bir şekilde yansıttı. Diğer bir değinmek istediğim sahneyse Kuzgun’la Dila’nın yüzleştikleri sahneydi. Burada da gerçekleri bilmenin sakinliğiyle sahneye başladıktan sonra an be an yükselerek duygusal iniş çıkışları çok güzel yansıttıklarını düşünüyorum. Baştan sonra çok etkilendiğim bir sahne oldu. Keşke oyuncuların bu performansına çekim de eklenseydi. O zaman tadından yenmez, harika bir sahne izleyebilirdik.

Ufak bir ekleme yapmak istiyorum. Kuzgun’uın Ferman’ın evine gittiğinde bahçedeki köpekle iletişim kurduğu anları çok sevdim. Aslında onu en sevdiğim anlar da sanırım bunlar. O sokakta kalan çocuğun insanlar dışında aslında her şeyle harika bir iletişimde olması. Köpekle sahnesinde yüzümde oluşan gülümsemeye engel olamadım. Kuzgun’u geçmişine bağlayan bu tip detaylara umarım ilerleyen zamanlarda daha çok yer verilir.

Tüm ekibin yüreğine ve emeğine sağlık. Yazıma Mustafa Gedik’in bu güzel dizleriyle son veriyorum, haftaya görüşmek üzere.

Yine bir sızı saplandı, yorgun kalbime,
Yine düştüm olmazların peşine,
O gider, ben giderim, bilmediğim iklimlere,
Yine yollardayım…
Kısacık baharlarım, yazı görmedim daha,
Derken; bir zemheri ayazında,
Buz tuttu umutlarım.
Baştan belliydi, olmayacaktı,
Olmadı olmazlarım.

Exit mobile version