YAZAR: Feyza ZENGiN
Küçükken hepimiz mutlaka yaşamışızdır. Bacaklarımızda, kollarımızda bazen gece bizi uykudan uyandıracak ağrılar olur. O an annemizi ya da babamızı çağırırız. Onlar da hem ağrıyan yerlerimizi ovarlar hem de gülümseyerek kulağımıza “Büyüme ağrısı bunlar, hiç telaşlanma” derler. Dört gözle beklediğimiz büyümenin gelişini, coşkuyla karşılarken sürecin ayrılmaz parçası olan o ağrılara katlanmayı da bir şekilde öğrenmiş oluruz.
Ali Vefa da bu hafta “büyüme ağrısı” ile tanıştı. Onun ağrıları fiziksel değildi ama üzerindeki etkisi fiziksel ağrılardan daha büyüktü. Ferman’ın büyük resme bakarak aldığı karar, aynı zamanda Ali’nin yetişkinliğe adım atmasını sağladı. Ben Ali’nin kendini iyice geliştirdiğini ve büyümeye başladığını bu kararı öğrendikten sonraki tepkileriyle daha net anladım. Ali bu defa hayatındaki rutinler değiştiğinde verdiği tepkileri vermedi, krize girmedi. Çığlıklarla sürdüğü bisikletinden indi ve evine girdi sadece. Hatta ertesi gün Nazlı’nın bu kararla ilgili tüm sorgulamalarına rağmen, “Ferman, benim hocam ne diyebilirim ki?” diyecek kadar olgun karşıladı. Bunun kaçınılmaz bir büyüme ağrısı olduğunu, bu ıstırabın arkasından büyük bir ödül geleceğini kendisi idrak etti. Hedefinden asla vazgeçmedi. Ona ulaşmak için yapması gerekenin ne olduğunu anladı. Ameliyathanenin üst katında oyuncak neşterini tutarken abisine de söyledi bunu. Belki ilerde yine cerrah olabilirim ama önce büyümem gerek, dedi. Ben de o an “Şimdi büyüdün işte, Ali!” dedim.
Her ne kadar Ali’nin kafası karışık olsa da, kafası kendi gibi çalışan birinin durumunu çözümlemesi epey kolay oldu. Otizmli Selim’in sürekli sayıkladığı “24-37-18-6” sayılarına odadakiler de ekran başında izleyen ben de hiç anlam veremedim. O nedenle Ali’nin gelip de sayıların adımlara karşılık geldiğini çözmesi, çocuğun kaybolduğunu bir çırpıda anlaması, çocukla kurduğu empati beni çok etkiledi. Otizmli ve diğer sendromlu bireylerin yaşadıkları çoğu şey belki de bizim onları anlamamamız, nasıl davranacağımızı bilemememizden. Ali’nin onun duygularını çözümlemesi ile nasıl da rahatladı ve gevşedi Selim. O sırada kendine de itiraflarda bulundu, Ali. Hiç hata kabul etmeyen Ali’nin artık “hata yapmak o kadar da kötü bir şey değil” noktasına gelmesi ne kadar harika bir gelişme. Bizim gibiler hata yaparak öğrenir, dedi ama bence hepimiz hata yaparak öğreniriz.
Hatalarına rağmen otizmli bir doktor olan Ali’yi çok takdir eden Selim’in ailesi, Ali’nin oğullarına ilham olmasını istedi. Bir otizmli hasta için hayati öneme sahip ameliyatını otizmli bir doktorun yapması ne kadar büyük bir ilham kaynağıdır. Ali ameliyatı yapamadı ama başka bir açıdan öyle güzel ilham verdi ki Selim’e. Otizmli Selim’in Ali sayesinde ışığa bakabiliyor olması, inanırsa başarabileceğini biliyor olması, ona inanan kendi gibi bir doktorun varlığı, o ameliyattan çok daha büyük bir ilhamdı bana göre.
Ferman’ın aksine Ali’ye karşı önyargılarını kırmayı başaranlar da var elbette. Demir’in Ali’ye bakışları ilk zamanlara göre ne kadar değişti. Onu artık arkadaşı olarak görüyor ve bölüme dönmesini dört gözle bekliyor. Aynı şekilde Açelya da onu incitmesine rağmen onu anlamak adına adımlar atmış. Hatta Nazlı’ya bile bundan sonra ona farklı bir gözle bakmasını önerdi. Demek ki Ali, orda çalışırken sadece kendini geliştirmemiş, etrafındakilerin de gelişimine yardım etmiş. Her zaman dediğimiz gibi otizmli sendromlu bireylerin toplumun diğer bireyleri ile kaynaşmasının sadece olumlu sonuçları olur.
Nazlı da Ali’nin gelişmesinden payını alanlardan. Ali, kendi başının çaresine bakması gerektiğini anladığında bunu Nazlı’ya o kadar güzel ifade etti ki. Artık Nazlı için de Ali’nin büyüdüğünü, kendi kendine yetebildiğini anladığı yeni bir dönem başlıyor. Açelya’ya çok katıldım. Ali çocuk değil, otizmli. Nazlı onu kendine emanet edilmiş bir çocuk gibi görmekten vazgeçecek bence, bundan sonra. Aralarında çok sıcak ve karşılıklı bir güven ilişkisi var. Öyle ki normalde son derece kontrollü olan Ali, arkasına bile bakmadan Nazlı dediği için çatının en uç noktasına gitti. Nazlı da Ali’ye güveniyor. Yükseklik korkusunu yenmek için ilk adımı onunla atmak istedi. Hele o Nazlı’nın elinde tuttuğu mor kuşakla Ali’ye doğru ilerlemesi ne kadar çok özel bir sahneydi. Ali’nin onun elini tutamayacağını bilen Nazlı’nın bulduğu çözüm bana hayatta imkânsız diye bir şey yoktur diye düşündürttü. Yeter ki karşımızdakini anlama çabasında olalım, her durumun, her sorunun çözümü mutlaka vardır.
Kendi büyüme ağrılarımı hatırladığım ve çocuklarımın kendi ayakları üzerinde durma mücadelelerine ne kadar destek olabildiğimi sorgulatan bir bölümdü. Projeye emek veren, yazan, yöneten, oynayan herkesin emeğine sağlık.