Hazırlayan: Sinem ÖZCAN
Sinegraf Yapım’ın iddialı projesi “Sen Anlat Karadeniz” 24 Ocak, Çarşamba günü ATV’de izleyici karşısına çıkacak. Dizinin son dönemlerde hepimizin canını yakan, istesek de istemesek de gündemimizden düşmeyen aile içi şiddet konusunu işlediğini öğrenince merakla beklemeye başlamıştım.
Yerli dizi izleyicileri olarak biz, şiddeti izlemeye oldukça alışkınız. Hemen her yapımda doğrudan ya da dolaylı olarak karşımıza çıkıyor, bu olgu. Ne var ki kadına yönelik şiddet ne kadar izlersek izleyelim alışkanlık yapmaması gereken bir konu. Hepimizi irkiltmeli, huzursuz etmeli ve bizi seyirci kalmamaya zorlamalı. İşte bu yüzden “Sen Anlat Karadeniz”in misyonu bana çok doğru ve çok önemli geldi.
“Sen Anlat Karadeniz”i iki genç kadın kaleme alıyor: A. Ferda Eryılmaz ve Nehir Erdem. Daha önce ekranlarda onların yazdığı işleri keyifle izlemiş ve kalemlerinin takipçisi olmuştum. Kadını ele alışlarını, onun ailedeki ve toplumdaki yerini sorgulayışlarını ve daima özenle çizdikleri “güçlü” kadın karakterlerini bildiğim için bu projeyi onların kaleme almasına da kendi adıma çok mutlu oldum.
Dizinin seyirci karşısına çıkmasına sayılı günler kalmışken onlarla kadına şiddeti ve “Sen Anlat Karadeniz”i konuştuk.
“Sen Anlat Karadeniz”in tanıtımı çok irkiltici bir tespitle düştü ekranlara. “Siz bunu izlerken her üç evden birinde bir kadın daha böyle çığlık atıyor. Biz de onları görmezden geliyoruz!” Neler içeriyor bu tespit?
AYŞE FERDA ERYILMAZ: O tespit istatistiklere dayanıyor. Biz “üçte biri” diye yuvarladık ve bununla bile “Hadi, canım!” tepkileri aldık ama gerçek rakamlar daha fazla. Gerek Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının, gerek çeşitli kuruluşların yaptığı çalışmalara göre; Türkiye’de her 100 kadından 44’ü fiziksel şiddete maruz kalıyor.
Kadına şiddet, kadının yardım talebi ve bu talebe kayıtsız kalınıp kalınmaması… Sanırım “Sen Anlat Karadeniz”in dinamiğini bunlar oluşturuyor. O hâlde hikâyenin sınırlarını da buradan belirlemeye çalışalım. “Şiddet” ne yazık ki gündelik yaşamın en fazla duyulan, yaşanan ve tanık olunan kavramı ancak bana içeriği tam belirlenmiş gelmiyor. Siz şiddet dendiğinde ne anlıyorsunuz?
AYŞE FERDA ERYILMAZ: Ben en dar anlamda, birinin canını yakmak amacıyla güç kullanmak diye anlıyorum. Şiddetin içgüdü diye aklanabileceğine de inanmıyorum, bence düpedüz bilinçli bir seçim. Yani “kontrolümü kaybettim” bir bahane değil; sen o kontrolü kaybetmek için kendine izin veriyorsun, bu senin tercihin. Tamam belki her faninin ruhunda bir şeytanla bir meleğin tepiştiği doğrudur ama hangisinin galip çıkacağına sen karar verirsin, nokta!
NEHİR ERDEM: Şiddetin tarzı, türü, kurbanı değişebiliyor ama şiddet dendiğinde benim kafamda değişmeyen tek gerçek, şiddeti uygulayan insanın acziyeti. Bence şiddet; aslen zayıf olan kişinin, gücünü ispatlamak ve varlığını sürdürebilmek adına gücünün yettiği kişiye adaletsiz ve hatta zalimce “gösteri” yapmasıdır. Bence şiddet; bir başkasının hayatına, duygularına, inancına, bedenine yapılan bir katliamdır.
Senarist, hayata bakan ve orada gördüğü karelerin üzerinde kafa yoran kişi demek. Aile içi şiddet ve kadına şiddet ne yazık ki son dönemde gündelik yaşamın içinde çok sık karşılaştığımız olgular. Siz, gündelik hayata baktığınızda kadına şiddete dair nasıl bir kare gördünüz, gördükleriniz ne düşündürdü? Kısacası bu öykünün ana fikri nasıl doğdu?
NEHİR ERDEM: Fiziksel, duygusal veya sözel şiddet; çocukluğumdan beri dünyaya bakışıma yön verecek acı bir gerçekti benim için. Evde kadına ve çocuğa karşı başlayan şiddetin, dalga dalga sokağa ve ülkeye yayıldığını gördüm. Ve sonra fark ettim ki maalesef ‘çoğu’ insan, hayatının bir döneminde şiddet kurbanı oluyor. O yüzden bir gün dostum/ortağım Ayşe Ferda Eryılmaz bana kadına şiddet temalı bir iş yapalım dediğinde evet, dedim. Sonra birbirimize bakıp daha inançla “Evet, yapmalıyız.” dedik. İbrahim’i kurtarmak için su taşıyan karıncalardan biri olabilir, bu yaraya dikkat çekebiliriz, dedik ve hikâyeyi oluşturmaya başladık.
AYŞE FERDA ERYILMAZ: Maalesef şiddete asla olmamamız gerektiği kadar aşinayız. Beni şiddetin kendisi kadar bu aşinalık hâli de çok rahatsız ediyor. Görmezden geliyoruz, “Karı koca arasına girilmez.” diyoruz, “Kocadır, döver de sever de…” diyoruz, “Kim bilir niye dövdü adam, kadını?” diyoruz, diyoruz da diyoruz; bizde bahane çok. İşte sonra bir gün dedik ki, “Dur, bir şiddet hikâyesi anlatalım ve bu öyle bir şiddet hikâyesi olsun ki hiç bahanemiz kalmasın.” Böyle doğdu ana fikir.
NEHİR ERDEM: Kadına şiddeti işlediğimiz için ve bu şiddetin karşı tarafı erkek olduğu için, erkek izleyici kitlesine seslenmek istediğimizi inkâr edemeyeceğim elbette. Ama bir diğer yandan bu şiddeti görmezden gelen bir kadın karakterimiz var ve her şeye rağmen vazgeçmeyen bir şiddet mağduru kadınımız var. Dolayısıyla her şeyden öte, yalnız olmadığını bildiği hâlde şiddete boyun eğen kadınlara seslenmek istiyoruz. Şahit oldukları şiddeti görmezden gelenlere seslenmek istiyoruz. “Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır.” denilmiş. Biz vicdanlara seslenmek istiyoruz.
“Sen Anlat Karadeniz”, aile içi şiddeti konu alan bir dizi. Peki biz, dizide sadece sorunu mu izleyeceğiz yoksa çözüme dair formüller de görecek miyiz?
NEHİR ERDEM: Evet, biz bizi izleyenler için bu noktada çözüme dair bir algı oluşturmak istiyoruz. Zaten bu sebeple hikâyemize, umudun doğduğu noktadan başlıyoruz.
AYŞE FERDA ERYILMAZ: İşimiz umut, ama at gözlüğü takmayacağız. Çözüme dair fikirlerimizi anlatacağız elbette ama çözümsüzlüğe dair hatalar da yer alacak hikâyemizde.
“Aile içi şiddet” sorununu düşündüğümüzde bunun aslında sadece bizim toplumumuzun derdi olmadığını görüyoruz. Tarihsel geçmişini bir yana bırakırsak günümüzde bu, dünyanın ortak sorunlarından biri. Bu noktadan ele alınca kökeninde aileden, gelenekten ve toplumdan daha büyük bir olgu var diye düşünmek mümkün. Gerçekten de “aile içi şiddet”in en derininde sizce ne var?
NEHİR ERDEM: Aile insanların en çıplak olduğu yerdir. İyi veya kötü tüm maskesini kapının dışında bırakıp gerçekten kendisi olduğu tek yerdir. İşte o maskenin altında yatan gerçeklik, dört duvar arasındayken daha özgürce ortaya çıkıyor. Kapı kapanıyor ve mazlum ile zalim karşı karşıya kalıyor. Bu, şiddetin ortaya çıkma sebebi. Şiddetin temel sebebini ise bir çok etken oluşturuyor ama en temelinde acizlik ve ihtiyaç yatıyor. Dışarıda aciz olanın, kabullenilme ihtiyacı… Ezilenin, ezme ihtiyacı… Dışarıda sözü geçmeyenin, içeride hâkim olma ihtiyacı… Yumruk yiyenin, yumruk atma ihtiyacı…
AYŞE FERDA ERYILMAZ: Aile içi şiddetin sadece bizim toplumumuzun derdi olmadığı çok doğru. Mesela Almanya’da da şiddet gören kadınların oranı %40. Şiddet insanlık tarihi kadar eski bir kötülük, zaten ilk cinayeti de Kabil işlememiş miydi? Aile içi şiddetin nedenleri için de bir sürü neden sayabiliriz; kıskançlık deriz, reddedilme deriz, öğrenilen bir davranış deriz, gelenek deriz, kompleks deriz; deriz de deriz. Ama bana kalırsa en temelde “güç bozar” dediğimiz şey var. Yani bence aile içi şiddetin en derininde güç eşitsizliği yatıyor.
Nefes’in öyküsünü anlatarak şiddet gören kadınların hayatında nasıl bir fark görmek istiyorsunuz?
AYŞE FERDA ERYILMAZ: Öncelikle “Bu benim suçum değil, bütün suç bana vuran, o şerefsizin!” demelerini umut ediyorum ben. Elbette kapıyı çekip çıktıklarını ve bir daha o şerefsize dönmediklerini de görmek isterim ama biliyorum bu her zaman mümkün olmuyor. En azından şiddet gördüklerini başka insanlara anlatmalarını ve yardım talep etmelerini umabilirim çünkü şiddet gören kadınların yarısı bundan hiç kimseye bahsetmiyor. Oysa insanlık ölmedi; bazen komada gibi görünse de o insanlığın, yardım istediğimizde bize el uzatacak adamları ve kadınları var. Bu illa Tahir gibi kahraman bir delikanlı olmayabilir; komşumuz, arkadaşımız, ailemiz, sivil toplum örgütleri ve en önemlisi de devlet olabilir. Şiddete karşı yasal düzenlemeler her geçen gün daha iyi oluyor, yardım almaktan çekinmemek lazım.
NEHİR ERDEM: Keşke ekran sihirli bir değnek olsa ve “Nefes”lerin hayatını karartan “Vedat”ları bir dokunuşla düzeltebilsek ya da etkisiz kılabilsek. Bunu yapamayacağımız için umuyoruz ki; kadınlarımız sırf kadın oldukları için şiddete maruz kaldıklarını düşünüp bunu normalleştirmesinler. Yalnız olmadığını bilmenin yetmediğini göze alırsak kurtulmak için de asla geç olmadığını fark edebilsinler.
Tanıtımı izlerken zihnimde, daha önce okuduğum bir cümle dolaştı: “Zulmün üstünden bir tabaka kaldırın, mutlaka altından bir acz çıkar.” Vedat’ın Nefes’e uyguladığı çok şiddetli bir zulüm söz konusu dizide. O hâlde ister istemez aklıma takılan şu: Vedat’ın zulmünün altındaki acz ne?
AYŞE FERDA ERYILMAZ: Klasik; Vedat da bir şiddet mağduru. Biliyoruz ki şiddet şiddeti doğurur ve bazı zalimler, bir zamanlar mazlumdu. Vedat da “Tebrikler, bir canavar daha yarattınız.” konulu silsilenin eseri bir aciz.
İlk tanıtımda Tahir’in ağzından işittiğimiz “Önce Adam Ol!” cümlesi bana aynı adlı kampanyayı çağrıştırdı. Ancak dikkatimi çeken bu ifadeyi kullanan, Tahir. Yani kadını kollayıp kurtarma işi bir başka erkeğe aitmiş gibi görünüyor. Bu vurgu neden? Kadın, kurtulmak için erkeğe mi muhtaç?
NEHİR ERDEM: “Muhtaç” kelimesini hiçbir zaman sevmemişimdir ve asla konu ve cinsiyet ne olursa olsun birilerinin, bir diğerine muhtaç olduğunu savunamam. “Yardım almak” ve “muhtaç olmak” kavramlarını birbirinden ayırmamız gerekir. Ayrıca bir yanlış olmasın: Nefes’i kurtaran Tahir değil. Nefes şiddete boyun eğmeyerek, kaderim bu deyip oturmayarak, gerektiğinde kendini Tahir’den bile koruyarak kendi kurtuluşunun sebebi oldu. Tahir sadece onun yol arkadaşı ve imkânları gereği ona yardım edebilecek tek kişi.
AYŞE FERDA ERYILMAZ: Bence insan insana muhtaç. Hele şiddet gibi bir konuda… Burda derdimiz “Canım, seni şiddet gördüğün erkekten ancak başka bir erkek kurtarabilir.” demek değildi elbette. Bizi bu hikâyeye yazmaya iten en önemli neden, şiddeti görmezden gelenlere duyduğumuz öfke olduğu için, kahramanımızı da şiddeti görmezden gelmeyen biri yaptık hâliyle.
Kadına şiddete sosyolojik olarak baktığımızda ilginç bir durumla karşılaşıyoruz. Kadınlar erkekten şiddet görüyor ancak bunun yanı sıra kimi zaman birbirlerine de özellikle psikolojik şiddet uyguluyorlar. Sizce erkeğin kadına mı şiddeti ağır yoksa kadının hemcinsinden gördüğü psikolojik işkence mi? Dizide Nefes sadece Vedat’tan mı şiddet görüyor? Yoksa benzer bir durumla karşılaşacak mıyız?
AYŞE FERDA ERYILMAZ: Hayır, Nefes sadece Vedat’tan şiddet görmüyor. Dizide onun gördüğü şiddeti görmezden gelmeye çalışan, “Biz de vaktiyle kocamızdan yedik iki tokat ama ortalığı velveleye vermedik, kırdık dizimizi oturduk.” diyen bir Saniye Hanım karakteri var mesela; Tahir’in annesi. Sırf ailesinin düzeni bozulmasın diye Nefes’i kocasına geri vermeye çalışacak kadar ileri gidiyor.
NEHİR ERDEM: Bunlardan birine ağır dersem diğerini hafifletmiş olacağım, o yüzden o veya bu diyemem ama şu kadarını söyleyeyim ki etteki morluğun kapandığı kadar; ne dayak atanın gözlerindeki caniliğin açtığı yara ne de siz dayak yerken sessiz kalan umarsız bakışların açtığı yara, kolay kapanıyor.
Erkeğin şiddetine bilinçli olarak ortak olan kadınların varlığını da biliyoruz. Erkekler, kadından destek aldıkları için mi bazen çok daha acımasızlaşıyor ve bunu hak olarak görmeye başlıyor? Vedat’ın böyle bir desteği var mı? Eyşan’ı bu hikâyenin neresine oturtacağız?
AYŞE FERDA ERYILMAZ: Nefes’in deyimiyle “kadınların yüz karası” Eyşan, Vedat’ın en büyük desteği. Ona ailevi bağlarla çok sıkı bağlı, ayrıca ortak bir travmatik geçmişleri var. Vedat’ın bir ayağı hep cehennemdeymiş ve Eyşan da Araf’ta kalıp hep kuzeninin cesetlerine mezar kazmış, arkasını toplamış. Kendince çok sağlam mazaretleri var ama içinde bulunduğu çelişki de onu yiyip bitiriyor.
Hikâye, bir noktadan sonra bir aşk öyküsüne evrilecek diye düşünüyorum. Karşımızda bir erkekten en ağır fiziksel ve psikolojik işkenceleri görmüş bir kadın var. Bu kadın, yaşadığı ne varsa öteleyip bir başka erkeği yüreğine, yaşamına alabilir mi? Hadi oldu diyelim bir ilişki yürütebilir mi? Nefes’e bütün yaşadıklarına rağmen bir aşka kapılarını açtıracak güç ne olacak?
NEHİR ERDEM: Nefes’in çektiklerini çeken kadınların âşık olmak için bir sebebi, bahanesi, isteği olmaz elbette. Duvarları kalındır, korkuları onları esir alır. Erkeğin o kadını kendine âşık etmesi için önce ona insan olduğunu ve değerli olduğunu anlatması gerekir. Karşılık beklemeden sevildiğini hissettirmesi gerekir. Sabırlı olması gerekir. İşte bu noktada da biz tüm Tahir’lere bunu anlatmaya çalışacağız. Umudu tükenen Nefes’in aşka dair kapılarını Tahir, o Karadeniz inadıyla, mertliğiyle ve Nefes’e sunduğu çıkarsız aşkıyla açacak.
AYŞE FERDA ERYILMAZ: Çok zor tabii. Tahir ve Nefes’in hikâyeleri imkânsız bir aşk gibi görünüyor. Bir yanda Karadenizli geleneksel bir ailenin oğlu olan bekâr bir adam; bir yanda çocuklu bir, fiziksel ve cinsel işkence mağduru. Birbirlerinin yüreklerine girmeleri tamam ama birbirlerinin hayatlarına girmeleri? Nerdeyse imkânsız. Ama işte biz de inat ettik, bu imkânsızlığı mümkün kılmanın hikâyesini anlatacağız:) Belki çok umutsuzluğa kapılacağız onlarla birlikte ama ne diyor Tahir? “Karadeniz’in umudu bitince inadı başlar.”
Dizi sektöründe yerel konulu işlere baktığımızda genellikle bir konak hayatı ve ekonomik gücü yüksek karakterler izledik. Bu tarz öykülerde bir süre sonra konu tıkanınca mekânı İstanbul’a taşıyarak yeni açılımlar arandığı da oldu. Oysa sizin öykünüzün adı “Sen Anlat Karadeniz” Yani Karadeniz, bana sadece bir mekân değil aynı zamanda öykü kahramanlarından biriymiş gibi geliyor. Bu karakteri, diziden çıkarmayacağınızı varsayarak öykü tamamen Karadeniz’de mi geçiyor diye sormak istiyorum ve Karadeniz bize ne anlatacak?
AYŞE FERDA ERYILMAZ: Evet, gerçekten Karadeniz öykümüzün kahramanlarından biri. Karadeniz türküleri de başrollerden birini kaptı:) İlk bölümdeki birkaç İstanbul sahnesi dışında dizi, tamamen Karadeniz’de geçecek. Karadeniz bize dağlarının geçit, dalgalarının geri vermeyeceğini anlatacak olabilir, göreceğiz:)
NEHİR ERDEM: Karadeniz, bize bir insanın yapamadığı için değil; gücüne rağmen incitmemesi, koruması ve sahip çıkması gerektiğini anlatacak. Mazluma kalkan elin kırılması gerektiğini anlatacak. Ha, bir de elbette Karadeniz adaletsiz yanlarını da gösterecek. Hangi kanun yazıcının koyduğunu bilmediğimiz bir geleneği sorgulatacak izleyiciye. “Bekâr uşak; dul, evlenmiş ayrılmış, çocuklu bi kadını almaz.” İşte bunun doğruluğunu sorgulayacağız Karadeniz’le birlikte. Ya da… “O adamun koynuna girdi mi girdi. Karisi değil da nesidu?” İşte Karadeniz, bu erkek koruyucu düşüncenin de cevabını sorgulatacak bize.
Toplumun her kesiminde hatta dünyanın her yerinde yaşanan bir sorunu ele alıyorsunuz demiştik. Bu denli geniş çerçeveli bir konu için Karadeniz gibi küçük bir lokasyonu tercih etmek, o kültürü, o dili kullanmak; Karadeniz kültürüne uzak insanların diziye mesafeli yaklaşmasında neden olmayacak mı? Bunun bir handikap olacağını düşünüyor musunuz?
AYŞE FERDA ERYILMAZ: Biz yerel kültürleri çok seven yazarlarız. Global bir hikâyeyi çok sevdiğimiz bir kültürün fonunda anlatmak bizim için çok önemliydi. Mutlaka bunu hiç sevmeyenler de çok sevenler de olacak. Handikapsa da çok umursamıyoruz açıkçası. Ne Nehir ne ben, bu hikâyeyi Karadeniz’den başka birinin anlatmasını aklımızdan bile geçirmedik:)
NEHİR ERDEM: Biz hikâyeyi yazarken sadece fiziksel şiddeti değil; tabuların oluşturduğu sözel ve duygusal şiddeti, geleneklerden doğan çatışmaları da işlemek istedik. Bu sebeple asiliği ve dikbaşlılığı ile bilinen Karadeniz’i seçtik. Ama çok genellersek, gelenekçi toplumların bazı temel noktalarının ortak olduğunu söyleyebiliriz. Açıkçası bunun bir handikap olacağını düşünmüyorum.