Yazar: Sinem ÖZCAN
Bir Deli Sevda, Show TV’de çarşamba akşamları yayına giren yeni bir dram. Günü dolayısıyla yayın saatinde izleyemeyeceğim bir yapım ama ilk bölümünü görmek istedim.
Bir ucu gecekonduya diğer ucu büyük bir köşke dayanan, son dönemlerde pek çok örneğini gördüğümüz öykülerden birini konu almış, Bir Deli Sevda. Açıkçası bu anlamda konusu, beni ilk andan içine almadı. Büyük kentlerin iki uç yaşamına değinen bu tarz öykülerin neredeyse her versiyonu çekildi ve yeniden birini izlemem için ya senaryoda ya da oyuncularda çok olağanüstü bir özellik olmalı.
Bir Deli Sevda’nın castı açıklandığında da beni çok heyecanlandırmadı, doğrusu. Evet, beğendiğim oyuncular var projede ama mutlaka takipçisi olacağım bir isim de yer almıyor. İlk bölümü öykünün işlenişini görmek ve oyuncu seçimlerinin isabetli olup olmadığını anlamak için izledim, desem yalan olmaz.
Hikâye geçmişte açıldı ve zaman atlamasıyla bugüne dönüldü. Giriş için çok da doğru bulmadığım bir yöntem bu. Keşke, öykü geçmişten açılmasaydı ve Hafize’nin Nermin’in evinde Cengiz’le ilgili gazete haberini okuduğumuz yerde flashbackle geçmişi görmeye başlasaydık diye düşündüm. Hem daha merak uyandırıcı hem de ilk bölümde, izleyiciyi içine daha çabuk alan bir kurgu oluşabilirdi.
Girişteki bu yanlışın dışında, Şevki’nin kızıyla ilgili sahneleri de manalı bulmadım ve kurguda yapıştırma gibi kalan bu bölümün amacı neydi, anlamadım. Annesi kıza niye “Sen de bir Gökdeniz’sin!” deme gereği duydu? Cengiz kıza niye durduk yere para verdi? Tamam, Şevki evin emektarı anladık da kızla ilgili bu vurguya hem de ilk bölümden ne gerek vardı, çözemedim. Amaç Buket’in şımarıklığını göstermekse onu bir sürü şekilde gördük ve idrak ettik zaten, yama gibi duran ve akışın canına okuyan o sahneler niye konmuştu, bilemedim.
Kalabalık planlı, fazla hareketli sahneler de yordu beni. Bu hareketliliğe karşın öykünün birçok yerde duraklaması ve akmaması da ilk bölüm için bir dezavantaj oldu. Kısacası reji beni çekmedi.
Hikâye klişe dedim ama ele alınışını sevdim. İki ayrı dünyanın kesişmesi hoş bir yoldan sağlanmış. Zenginler kanadındaki aile içi dengeleri ve Nermin, Hafize, Hulusi üçgenini iyi ve değişik buldum. Şu ana dek oğlunun gayrimeşru çocuğunu sahiplenen Anadolu kökenli dedeyi çok az izlediğimden mi bizim kültürümüzde yeri ayrı olan komşuluk ilişkisine yaklaşımından mı bilemem ama gecekondu cephesindeki ilişkiler de bana göre sıcak ve inandırıcıydı. Diyaloglar da ne yazık ki aynı sıcaklığı ve gerçekliği hissedemedim. Fazla klişe ve arabesk geldi bana çoğu yerde. Karakterleri, öyküyü ve bağlantıları fena olmayan ilk bölümde keşke bu kadar sıradan ve boş diyaloglar kullanılmasaydı.
Mahalle renkliliğini vermek, dramı biraz hafifletmek ve farklı tiplerle hareketlilik sağlamak adına “mahallenin delisi” fikri çok yerinde amaaaaa ortada bence iki büyük sorun var. İlki, canlandırması çok zor tiplemelerden biridir “deli” tiplemesi ve çok büyük özen ister. Kılık kıyafeti yırtık pırtık yapmakla, pasaklı bir görünüm ve kontrolsüz hareketlerle altından kalkılacak iş değildir. Sevimli olmak yerine göze batıcı olur ki burada da öyle olmuş. Oyunculuk ne yazık ki çok yetersiz bu tiplemede. İkincisi de bu karakteri bir biçimde öyküye bağlamanız ve işlev vermeniz gerekir. Gördüğüm kadarıyla bu da yapılamamış. Sonuç olarak ortada manasızca koşturup duran, lüzumlu lüzumsuz sahnelerde yer alan tuhaf bir tipleme oluşmuş. Keşke hiç kullanılmasaymış bu karakter, öykü akışına da bir artısı yok zaten.
Oyuncu – karakter uyumuna gelince… Bahar Yılmaz’da Cansu Tosun’u çok beğendim. Bahar’ın kimliğinde çelişkiler olsa da oyunculuk onu sıcak ve empatik yaptı. Yine de söylemeden geçemeyeceğim. Annesinin çalışmaması için bu kadar direnen kızımız, niye en azından geçici bir süre için bile olsa annesinin işini yapmaz da durmadan söylenir? Okulda annesine çıkışan kadına tavrını da fazla abartılı ve lüzumsuz buldum ancak bunlar karakterin sorunları oyuncunun değil. Bahar’a yakışmış bence Cansu Tosun.
Erkan Kolçak Köstendil’i de Mehmet Gökdeniz olarak sevdim. Farklı bir duruş ve Mehmet’e yakışan bir karizma vermiş, bence. Ancak şu an için Bahar ve Mehmet olarak çok çok iyi bir uyum çıkar mı bu ikiliden, emin değilim. Ayrı ayrı çok doğru seçimler de olsa çift olarak pek de uyumlu bulmadım. Ben, Cansu Tosun ve Cankat Aydos uyumunu çok daha fazla sevdim.
Castta bana doğru gelmeyen iki isim var sadece. İlki Zafer Algöz. Ben onda Gökdeniz ailesinin reisi ağırlığını göremedim. Üstelik komedi oyunculuğundan gelen alışkanlıkla mimikleri ve jestleri bana abartılı geldi. Holding başkanı gömleğini ben Zafer Algöz’e giydiremedim, kusura bakmayın.
İkinci itirazım da Seren Deniz Yalçın’a… Yaşı çok genç biliyorum ama görüntüsü hele o sapsarı saçlarıyla bana bir genç kız imajı veremedi. Bahar’la aşağı yukarı yaşıtlar ama Buket, Bahar’ın ablası da değil resmen yengesi gibi duruyor. Ben Seren Deniz Yalçın’ın oyunculuğunu fena bulmam. Üstelik Buket kimliğine de tarz olarak uygun ne var ki yine de beni rahatsız etti. En azından görünümünde bir değişiklik yapılmalıydı. Üzgünüm, Buket’i ikna edici bulamadım.
Cankat Aydos’u daha önce Arkadaşlar İyidir’ de izlemiş ve çok beğenmiştim. İlk izlenimim burada da Kemal’e çok yakışmış. Üstelik Cansu Tosun’la çok iyi bir uyum yakalamış görünüyorlar. Beni bu bölümde en fazla çeken onların sahneleri oldu, doğrusu.
Çarşamba akşamları çok iddialı dizilerin olduğu bir gün… Üstelik bunların çoğu izleyici kitlesi kemikleşmiş, kolay kolay dizisinden vazgeçmeyecek, reytingi belli yapımlar. Bu hafta Bu Şehir Arkandan Gelecek ekran yarışında yoktu, ilk bölümün bu haftaya denk gelmiş olması bir avantaj olur mu bilemiyorum. Diriliş dışında iki tane daha güçlü dramın yer aldığı bu gecede Bir Deli Sevda, kendine ne kadar yer açabilecek, reyting dengelerini nasıl değiştirecek hep birlikte göreceğiz.
Öykü bende büyük bir merak ve coşku yaratmadı, ben Bir Deli Sevda’nın peşinden gidip sürekli izleyicisi olmam, denk gelirsem arada “Ne olup bitmiş acaba?” diye bakar mıyım, ona da bir çırpıda “evet” diyemem. Yine de emekler boşa gitmesin ve ekran yolculuğu uzun ömürlü olsun, diyorum.