Yazar: Sinem ÖZCAN
Çok muhabbet, tez ayrılık getirir, diye boşuna dememişler. Öyle hızlı, öyle coşkulu ve öyle heyecanlı daldı ki Ezgi ve Özgür aşka, daha ne olduklarını anlamadan, esen bir sert rüzgâr ikisini de ayrı ayrı köşelere atıverdi. Aşkın kendisi başlı başına kontrolsüz bir duygu zaten; ondandır elektrikle özdeşleştirilmesi, ondandır çarpar, denmesi. Onu da yalıtıp öyle yaşamak lazım ki yakıp kavurmasın ama yalıtmayı akıl edebilmek için de bir defa olsun çarpılmak şart. Evet, çarpıldılar işte! Kim ne kadar yanacak, kimde ne hasar kalacak, kimin var olan yanıkları yeniden tütecek göreceğiz; göreceğiz de bu süreç zaman alacak ve ne yazık ki yanık acısı da doğru merhemi sürene dek artarak devam edecek.
Ezgi’nin doğum gününün bir kriz çıkaracağı en baştan belliydi, aslında. Serdar’ın hırsından da Nevin’in ganimet bulmuş gibi ona sarılmasından da o işten hayır çıkmayacağı ortadaydı. Bilenler bilir, annelerin husumeti başladığından beri ben hep Nevin’den yana oldum. Onu kızını korumaya çalışan dobra bir kadın olarak gördüm ve buna saygı duydum ama bu hafta, maalesef annelerde seviye yerlerdeydi ve açıkçası Nevin’in de hedefinden saptığını düşünüyorum. Kızını koruyan anne gitti, Sevim’e had bildirmeye çalışan, egosu tavan yapmış bir kadın geldi. Çizgisinden bütünüyle kaydı ve ben ona inancımı tamamen kaybettim. Aslında düşününce Sevim’in de Nevin’in de çocuklarını hiç tanımadıklarını görüyorum.
Özgür çok keskin hatlarla kendini defalarca ortaya koyduğu hâlde Sevim ısrarla onu saf, kandırılabilir adam zannediyor. Nevin de kızının kim olduğunun ve ne istediğinin hiç farkında değil, kendi istedikleriyle kızının mutlu olacağı fikrinde. Oysa Nevin; Ezgi’nin babasından ayrılıp kendi hayatını yaşamış, Ünal’la bir aşk evliliği yapmış ve mutluluğunu da yaşadığı aşka borçlu. Açıkçası ben bu kadından klasik “Benim kızımı ne doktorlar ne mühendisler istiyor ama…” avamlığı beklemezdim. Onu da geçtim, kendi kızını gerçekten tanıyan bir anne onun yaptığı hataların altındaki duygusallığı da anlardı ve ona “gerçekten” iyi gelecek adamı da gözünden tanırdı. Bir yanda bütün doğallığı ve içtenliğiyle kendisinden özür dileyen bir Özgür varken kızına şatafatlı bir parti hazırlayan Serdar’ın sahteliğine kanmaz, dahası kızının bu yaldız ve gösterişten etkilenmeyeceğini de adı gibi bilirdi. Fıtnat’ın zırvalıklarıyla yollara düşüp kendini saçma sapan bir duruma sokan Sevim neyse aval aval Serdar’ın suratına bakan Nevin de o, benim gözümde.
Ekran başında olup biteni izleyen bizler için Özgür’le empati yapmak çok kolay ama yaşanan hiçbir şeyin farkında olmayan Ezgi’den bunu beklemek imkânsız. O, en sağlam yerinden vuruldu: Güveninden. Baştan beri Özgür’e hep çok güvendi, Ezgi. Ailesine ve arkadaşlarına hiç karşı çıkamayan kadın, konu Özgür olunca bildiğini okudu çünkü yüreği ona “doğru”nun Özgür olduğunu bağıra bağıra söyledi. Ona mentor olarak da arkadaş olarak da sevgili olarak da çok güvendi. Oysa şimdi, bir gece önce “Bana takriben ne zaman âşık olursun?” diyen adamın “Bizim aramızdaki aşk değil!” deyişine tanık oldu. Bunu anlaması da onu temize çıkaracak bir sebep uydurması da tolere etmesi de mümkün değil.
Özgür, Serdar’la yemeğe çıkma yalanını yakaladığında dümdüz sormuştu, Ezgi’ye ama bu defa “Ne oluyor?” diye sormadı ve kendi kendine hüküm verip içine kaçmayı seçti. İlk bakışta bu, Özgür adına bir çelişki ancak bana sorarsanız, bir vakitler içindeki Ezgi’yi kafese kapatmasına neden olan bir şeyler tetiklendi içinde ve Ezgi’yi ilk kez kategorize etti. Üstelik yükselip olaya baktığımda Serdar’ın ona “Sen yanlışsın, yetersizsin” demesi normalde Özgür’ün gülüp dalga geçeceği bir şey, aslında o Serdar’ı ciddiye de almaz rakip de görmez ama söyleyenin Serdar olması değil belki de söyledikleri fitili ateşledi. Serdar’ın gerçekten berbat bir züppelikle hazırladığı doğum günü, geçen bölümde Yeşim’in dediği gibi elbette ki Ezgi’ye bir jest değil Özgür’e bir meydan okumaydı. Arkadaş, bir şekilde coşup kendi kendine “esas oğlan” olduğuna karar verdi de söylemezsem dilim şişer: Çalmak istediğin role, senin çapın yetmez be annem!
Özgür’ün neyi neden yaptığını çok iyi anlıyorum ama anlamak başka, hak vermek başka. Hayal kırıklığına uğradı, kıskandı, kızdı; kendini korumaya aldı hepsi tamam ama aşkı da âşık olduğunu da bu kadar çabuk gözden çıkarıyorsan üzgünüm Paşa’m ama affedilir tarafın yok! Yahu, insan bi’ dur der kendine, bi “N’oluyoruz?” der, bi’ anlar dinler en azından buna çaba sarf eder. Akıllı adamsın biliyoruz, ha bi de ilişki uzmanısın onu da biliyoruz. Maşallah başkasına geldi mi bülbül kesiliyorsun, en ufak bakıştan, en küçük sözden karşındakinin ciğerini okuyorsun; e, bi’ baksana karşındaki kadının gözünün içine! Bir elmas gerdanlığa ayakları yerden kesilen kadın koşa koşa senin yanında soluğu alır mı? Hayır, anlamıyorum ki konu sana geldiğinde o “ilişki koçu” niye yıllık izne çıkıyor? “Âleme verir talkını, kendi yutar salkımı” durumu bu olsa gerek. Hiç bozulma, kızma; benim önüme “Aaaa, haklı valla!” diyebileceğim dört dörtlük bir mazeret koyamazsan ben sonuna kadar Ezgi’den yanayım.
Bu haftanın en iyi yeri, elbette ki çok yoğun bir duygusallık taşıyan final bölümüydü. Özge Gürel’i de o sahnede çok beğendim ama benim için onun en çarpıcı oyunu Serdar’la konuşma sahnesindeydi. Duruşunda ve bakışlarındaki soğukluk ve Serdar’ın ümidini sıfırlama tavrı bana çok başarılı geçti. Şüpheye hiç yer bırakmayan bir netliği, çok doğru ayarlanmış bir mesafesi ve söyledikleriyle bedeninin çok iyi bir uyumu vardı. Finalde de sessizliğindeki duyguyla sahneyi iyi yükseltti. Emeklerine sağlık.
Veee final sahnesi… Can Yaman’ın gözlerinden aşk acısı, hayal kırıklığı, öfke ve kıskançlık tam bir resmi geçit yaptı ve hiçbir duygu diğerine çarpmadan yansıdı. Enfes bir allak bullak olma hâli izledim. Beden dilinde çok belirgin bir mesafe koyma, ses tonunda bariz bir soğukluk ama öte yandan acıyla yanan bakışlar… Söylediklerini gerçekçi kılmak için Ezgi’nin gözlerinin içine bakma gayretinde ama dilinden dökülenlerle hissettikleri taban tabana zıt olduğundan bunun ağırlığını taşıyamıyor ve ikide birde bakışlar sağa sola kaçıyor. Yalan söylemiyor ama söylediğine de hiç inanmıyor ve bu çelişkiyi o kadar ince detayla, o kadar zarifçe süsleyip aktardı ki repliklere tümden boş verip Can Yaman oyunculuğunun keyfini çıkardım ben. Bir kez daha yürekten alkışladım Sevgili Can Yaman, seni. Emeklerine, aklına ve o güzel yüreğine sağlık.
Yazan, yöneten, canlandıran ve ekran gerisinde büyük yük omuzlayan bütün ekibin emeklerine sağlık.