Bay Yanlış’ta geçen bölümü, Serdar’ın bir anda bizimkilerle burun buruna gelmesiyle kapamıştık. Ezgi ve Özgür’ün adada yaşadıkları maceranın heyecanı dinmeden Serdar’ın da olaya dahil olması, daha ilk sahneden işlerin iyice karışacağının sinyalini verdi. Aslına bakarsanız, Ezgi ve Özgür’ün Göcek macerası başından beri pamuk ipliğine bağlı. O kadar büyük bir yalan, o kadar çok insana söylendi ki balonun patlaması zaten an meselesi. Bu gerilime bir de ailelerin tanışması ve evlilik isteği ile yanıp tutuşan iki anne de eklenince Ezgi’nin de Özgür’ün de sinirleri sınanıyor, tabi.
Dürüst olayım, bu hafta Ezgi benim sabrımı fena zorladı. Olayları o kadar dramatize edip abarttı ve gerginliğini etrafa o kadar bulaştırdı ki ben düşüp bayılmasından çok daha büyük bir bomba beklemiştim aslında ve daha dün çok kızdığım Özgür’ün bugün sabrına ve soğukkanlılığına şapka çıkarır hâle geldim. Ancak her şeye rağmen ben çok da kızamıyorum Ezgi’ye. Yapısını bir yana koyuyorum, yetişkinlik hayatı boyunca o kadar çok darbe almış ve o kadar yere çarpılmış ki özgüveni, şimdi tamamen bilinçsizce içindeki frenleri boşa aldı tam gaz, yokuş aşağı gidiyor. Karşısındaki Özgür’den başka biri olsa o süratle duvara toslayıp her bir parçası bambaşka yerlere savrulur da o da içten içe biliyor ki Özgür, onun duvara yapışmasına izin vermez.
Aslında onca kaosun, gerginliğin, garip rastlantının, oyun ve planın altını birazcık kazıdığımızda karşımıza çıkan da tamamen bu: Onlar birlikte güçlüler. Ezgi saçmalayabilir, Özgür toparlar; Özgür bocalar, Ezgi kontrolü ele alır çünkü onların ilişkisinin dinamiğinde tahterevalli düzeni var. Ancak bu bölüm ortaya çıkan başka bir tablo daha var: Ezgi ve Özgür ekibine Ozan’dan Deniz’e; Cansu’dan Levent’e kadar bir destek de geldi. Başta esen soğuk rüzgârlar, hafif bir melteme döndü ve sıcacık bir arkadaş grubu ortaya çıktı. O kadar güzellerdi ki ben izlerken Levent’e sinir olmayı bile unuttuğumu bölüm bitince fark ettim.
Evet, onlar artık çevreleriyle birlikte büyük ve güçlü bir takımlar. Bu, hem Özgür – Ezgi ilişkisinde hem de her ikisinin arkadaş çevresi bazında sıklıkla vurgulandı. Şu ana dek amaçlar farklı olsa da yardım esastı ve o yardımlaşma düğün gecesinde yaşanabileceklerinin önünü kesti ama ayrıldıktan ve İstanbul’a döndükten sonra, güç kaybı ve saçmalamalar da hâliyle artacak çünkü oyun bitti! Artık Özgür ve Ezgi için düşünme vakti ve muhtemeldir ki birbirlerinin hayatında ne kadar alan kapladıklarını asıl şimdi anlayacaklar.
Düğünü hasarsız atlatsalar da aileleri konusunda aynı şeyi söylemek zor. Kızının düğünü de bitince iyice boşa çıkan Sevim Hanım, tamamen hedefe kilitlenmiş durumda. Öte yandan Nevin Hanım’ın da sonunda kızının “doğru” erkeği bulduğuna inancı tam. Fitnat’ın meydanı boş bulup eltisinin yanında kendine yer açması da ateşin fitili oldu ve nur topu gibi yeni bir kaos doğurdular. Ancak bütün ekibin ortak çalışmasıyla doğduğu hızla da ölüverdi “evlensinler” kargaşası. Öldü de giderken Sevim’in Ezgi’ye sevgisini, Nevin ve Ünal’ın Özgür’e güvenlerini de mezara gömdü. Yapılacak bir şey de yok, zira bu savaş zayiatı. Kıra döke; yaka yıka da olsa Göcek macerasını galibiyetle sonlandırıp bindiler arabaya.
Dönüş yolunda, rahatlamayı ama bir yandan da ciddi bir burukluğu sezdim, ben. Oyunun bitmesi onlara nefes aldırsa da bir şey eksik kaldı. Her ikisinin de birbirlerinin aileleri tarafından onaylanmış olmayı nasıl sindirdikleri ve bundan ne kadar keyif aldıkları çok açıktı. Özellikle içten içe Sevim Hanım’ın onu sevmesinden ve iyi bir “gelin adayı” olarak görmesinden çok mutlu olan Ezgi, hiç istemeden kırdığı kalbin yükünü taşıyordu. İşte bu yüzden, Ezgi’nin Sevim Hanım’a iade ettiği bilekliğin boşluğu, bana hem o kırdığı kalbin hem de Özgür ‘ün onun hayatındaki anlamının subliminal mesajı gibi geldi.
Şurası kesin ki İstanbul’a dönen ne aynı Ezgi ne aynı Özgür. Üstelik artık ikisi de bunu farkında. Odalarında çiçeklere bakarak yaşadıkları, tam bir aydınlanma anıydı. Yaşananlardan ve birbirlerinden etkilendiklerinin farkındalar. Gelecek günlerin merakını, hatta endişesini yaşıyorlar ve kendilerine itiraf etmeseler de aralarındaki her neyse onun bitmediğini, İstanbul’da onları bambaşka bir birlikteliğin beklediğini biliyorlar. Aslında bu, istemediğimiz bir durumla karşılaşınca hepimizin adım adım geçirdiği bir duygu zincirinin ilk halkası. Bu gibi durumlarda hepimiz önce anlık bir aydınlanma yaşarız, ardından bunu bilinçli kabullenme aşaması gelir ki bu her zaman en zorudur. Hele hele kendimizle bağdaştıramadığımız durumlarda bu kabullenme çok yıkıcı ve ağır bir içsel mücadele getirir. Kabullenme aşaması da geçtikten sonra kendimizden başka kimseye durumu sezdirmeme mücadelesi başlar. O yıkıcı ve ağır mücadelenin ardından bir kez daha, yorucu ve sarsıcı bir kavganın içinde buluruz kendimizi ve nihayet çoğu zaman bardağı taşıran bir damlayla beraber çözülme aşamasına geçilir. O aşama tamamıyla kontrolsüz, tamamıyla coşkun ve tamamıyla sezgiseldir. Hesap kitabın iflas ettiği, denklemin tümden çöktüğü ve bütün gardın düşürüldüğü andır. Çözülme, bir anlamda bizim yere serilmemizdir aslında. “Ne olacaksa olsun” noktasıdır ve bitkinliğin yanında tuhaf bir rahatlama da verir. Ezgi ve Özgür bu zincirin ilk halkasına aynı anda girdiler ancak aşamaları tamamlayıp yere serilme süreçleri biçimsel olarak da zamansal olarak da farklı olacak.
Bana sorarsanız bu ilişkide daha çok etkilenip kendini daha çok kaptıran Özgür. Özgür, Göcek’e geldikleri andan dönüş için arabaya bindikleri ana kadar çok sık duygu değişimleri yaşadı ve kendisi hiç farkında olmasa bile o, sahte ilişkiyi daha fazla içselleştiren taraf. Evet, yine etkilendiği anlarda Ezgi’ye karşı “Erkeğim ben!” duvarını kaldırıyor, duygusal her ânı alay silahıyla vuruyor ve kendini korumaya çalışıyor. Buna o kadar çaba harcıyor ki değiştiğini fark edemiyor. Eski Özgür, etrafında uçan dişi sineği bile anında fark eden adamdı oysa deniz kıyısına gittiklerinde etraftaki hiçbir kadın, dikkatini dahi çekmedi. Ezgi’nin sözde kıskançlık krizi için manken olarak kullandığı kadınları dahi samimi bir arayışla çevreyi inceleyip ancak fark edebildi. Eski Özgür, flörtöz bir adamdı oysa düğünde yeniden karşılaştığı Yeşim’le mesafesini gördük. Haaa şimdi bana “Özgür akıllı bir adam, sevgililik oyununun ortasında, ailesinin yanında o tuzağa düşmez!” demeyin. Yeşim’e röportaj konusunda kızgın olduğunu da kabulleniyorum ama eski Özgür, Yeşim’i yaptığına pişman edecek bir hamle bulur ve kimseye çaktırmadan da uygulardı ama geri durdu, fırsatın üstüne atlamadı. Üstüne üstlük dans pistinde Ezgi’yi kontrol edip Serdar’la yakınlaştıkları anda duruma müdahale eden de oydu. Hele hele annesinin evlilik konuşmasını dinlerken yüzünden anlık geçen “Acaba olur mu ya?” sorgulaması da dikkatimden kaçmadı. Hepsini birleştirince diyorum ki İstanbul’a başka bir Özgür dönüyor. Evet, yine tek gecelik ilişkilerine dönmeye çalışacaktır, hatta belki ilk kez 48 saatten uzun sürecek bir ilişki yaşamaya da kalkışacaktır ama huzuru kaçtı bir kere ve yaşadığı hiçbir şeyden eski tadı, keyfi alamayacak ve eksikliği giderek artan bir şiddetle hissedecek.
Ezgi’yi İstanbul’da, Serdar dışında bir de Soner beklemekte. Açıkçası Soner’in niye Ezgi’yi geri istediğini çok anlamasam ve o geri vitese pek ikna olamasam da Soner de yeni bir cephe açacak. Hayatında ilk kez birden çok adamın onu istemesine, elde etme çabasına ve ilgisine maruz kalan Ezgi’nin kafasının fena hâlde karışacağı çok açık. Üstelik iç sesi ona sürekli “Özgür’den kaç!” diye feryat ederken muhtemelen Serdar – Soner ikilisine koşacak ve onların ilgisinin tadını çıkarmaya çalışacaktır. Ancak onda da değişen çok önemli bir yer var. O, Özgür’e gerçekten güveniyor. Hiç fark etmese de belki de Deniz ve Cansu’dan da çok güveniyor ona. Düğünde paniğini yatıştıran Cansu’nun sakinleştiricisinden çok, Özgür’ün “Ben yanındayım” cümlesi oldu, çünkü. Serdar, zihnindeki “ideal erkek”, Soner “geçmişteki yarası” olabilir ama kendini koşulsuz ve düşünmeden bırakacağı adam Özgür ve biz kadınlar her özelliğin üzerini çizeriz de iş güvene geldi mi akan sular durur. Kariyer, para, güç, yakışıklılık, romantizm… hepsi güvenin karşısında düğmesini ilikler ve esas duruşa geçer. Hele hele “Biz birlikte güçlüyüz!” dediği adam karşısındayken ilgi sarhoşluğu çabuk gelir geçer.
Ezgi ve Özgür’le hiç ilgisi yok ama söylemezsem dilim şişer. Levent’in günah çıkarırcasına Cansu’ya elbise hediye etmesine ve Cansu’nun da kırılıp dökülerek bunu kabullenmesine ne kadar deli olduysam Ozan’ın müdahalesine sinirlenen Deniz’in “Ben yerimi değiştirmeyeceğim, siz baktığınız yeri değiştireceksiniz!” cümlesine de bir o kadar kalbimi bıraktım. Biraz daha sakinleş ve tepkilerini az daha yumuşak ifade et Denizcim, valla söz seveceğim ben seni. Hele hele Cansu’yu gördükçe inan daha çok seveceğim ama Ozan da benim kıymetlim yani, onu da ikide bir bozuk para gibi harcama rica edeceğim!
Bu bölümde ben Özge Gürel’i plajdaki kıskanç kadın triplerinde çok sevdim. Çok dozunda abartılmış bir iticilik ve çok doğru yerlerde yapılan vurgular gördüm. O huysuz, sevimsiz ve manasız kıskançlığın altını koyu koyu, gayet iyi çizdi. Ayrıca odada çiçeği gördüğünde girdiği duygusal atmosferi de çok iyi taşıdı. Etkilenmişliği, mutsuzluğu ve duygulanışı çok ince ve içten geçti ekranın diğer yanına. Giderek Ezgi’yi avcunun içinde daha sağlam alıyor ve temiz bir oyunculukla ortaya çıkarıyor. Emeklerine sağlık.
Yıllardır aynı oyuncuyu; aynı dikkatle ve aynı yoğunlukla izliyorsanız artık neyi, niçin ve hangi amaçla yaptığını en ufak detayına kadar bilirsiniz. Ancak ben Sevgili Can Yaman’ın her seferinde ayrıntılara kafa yoruşuna, titizliğine ve kontrolüne bir kez daha hayran kalıyorum. Bu hafta da kamerayla yaptığı dansı, beden dilini kullanma ustalığını, replikleri hiç ezmeden Özgür’e yedirmesini ve üzerinde çok çalıştığı belli olan dudak mimiklerini bayılarak izledim. Ama beni bu hafta en çok bölümün başında Ezgi’yle evin bahçesinde yaşadığı kavgada vurdu.
Bahçede tartışırlarken çileden çıkıp asfalyaları atan Özgür’de kalbimi bıraktım. Ezgi’ye sakin sakin tahammül etmeye çalışırken bir anda çok çarpıcı bir çıkışla sahneyi eline aldı. O abartılı ve şiddetli tepkiyi o kadar doğal verdi ki benim önümden ekran kalktı ve o çılgına dönmüş adam, salonumun ortasına geliverdi. Vücut dili, jestleri ve bir anda kocaman açılan gözleriyle çok öfkeli ama bir o kadar da “Benden korkma, ben sana değil kendime zarar veririm, ancak” diyen bir adam çıkardı ki o kontrolsüz tepkideki sağlam kontrole hayran oldum.
Bir diğer bayıldığım yer de annesiyle odasında evlilik konuştuğu sahneydi. Annesinin kıymetlisi, o serseri ruhlu deli dolu adamı; anne şımarığı, sevimli bir oğlan çocuğuna çeviriverdi. Yatağa küt diye devrilişiyle, bakışlarındaki sıcaklık ve oyunbazlıkla, sesinin tonuyla çok sempatik bir Özgür çıkarmış ve beni gerçekten bir anne – oğul izlediğime sonuna kadar ikna etti. Emeklerine, yüreğine ve aklına sağlık Sevgili Can.
Yazan, yöneten, canlandıran ve ekran gerisinde büyük yük omuzlayan herkesin emeklerine teşekkürler…