Yazar: Sinem ÖZCAN
Ben ortalığı boş bırakınca Bay Yanlış’ta Kuzen Tolga, tozu dumana katmış. Onun ateşi harlayacak odunları sırtlayıp geldiği ilk andan belli olmuştu, o zaman hikâyenin sağlam bir kötüyü hak ettiğini ve Tolga’nın altı dolu olursa öyküye güzel bir ivme katacağını düşünmüştüm. Öyle de olmuş.
O, Ezgi’ye âşık olduğu andan itibaren yaşadığı değişimi tamamlamış görünüyor ve artık aklını, mantığını çok dikkate almadan yüreğinin götürdüğü yere gidiyor. Ezgi’yi kendi dünyasına almadı Özgür; Ezgi, onun dünyası oldu ve yüreği kanatlanıp özgürleşti. Beyin dalgaları da sinyalleri doğrudan yüreğe gönderir oldu; aşkının ve kendinin bütün kepenklerini kaldırıp son parçasına kadar da soyundu. Ezgi’yle terasta yaptığı konuşma aslında bütünüyle bunun itirafıydı. Bugüne kadar kadınlar denizinde sörf yapan Özgür, şimdi Ezgi “göl”ünün dibine çekilmeye gönüllü oldu. O, gölde aşkla dibe çekilirken sadece “huzur” derdinde ve aslında ne denli savunmasız olduğunun da farkında değil. Ne yazık ki hayatın ve o hayatta zorla da olsa kendine bir yer açan Tolga’nın gerçekliği onu içine alan bir girdap olacak.
Özgür’ü terasın parmaklıklarına yaslanıp ufka bakarken gördüğümde onunla birlikte tercihinin her aşamasını zihnimde takip ettim. Çok ama çok zor bir karar, bu ve aslında akılla da alınabilir gibi değil. Yanına gelen Tesla’nın başını okşayıp onu yolladığında da işin rengi benim için netleşti. “Tesla’yla ne ilgisi var, yahu?” dediğinizi duyuyorum ama var, hem de benim için çok var. Özgür’ün köpeğini ilk gördüğümden beri “Neden Tesla?” diye soruyorum, kendime. İnsan, en değer verdiği varlığa isim koyarken rastgele bir sözcük seçmez; mutlaka bir çağrışımı, bir gönderisi vardır. İşin, Fizik bilgini Tesla’yla doğrudan bir ilgisinin olmadığı da Özgür’e biraz bakınca anlaşılıyor, o zaman neden Tesla? Çünkü Tesla; aklın, rasyonelliğin ve kusursuzluğun sembolize edildiği bir arabanın markası. Çok muhtemel ki ona aklı ve mantığı çağrıştırdığı için “en iyi” dostuna Tesla dedi, Özgür. Şimdiyse gönlü Ezgi’yle o kadar dolu ki Tesla’nın varlığı bile ona akıl ve mantığı çağrıştırmaya yetmedi çünkü öncelikleri değişti. Emre’ye restoranda, ailesiyle yan yana duran Ezgi’yi gösterip “huzur” dediğinde de yeni Özgür’ü tanımlıyordu aslında: Ailesi, aşkı ve onlarla bulacağı huzur artık Özgür’ün yeni tercihi. Tam da bu nedenle “La Gabbia”yı verip yeni bir hayat satın aldı. O yeni hayatın sembolü de “La Laguna”, yani lagün, yani küçük bir göl… Bana sorarsanız Özgür artık “kafes”ten çıkıp “göl”e sığındı.
Kaçırdığım 11. bölümü izlerken de son bölümde de bu, “korunup kollanma” meselesi benim gri hücrelerimin bir bölümünü itip kakıp durdu. Aşk, Özgür’ün yapısındaki sahipleniciliği de gün yüzüne çıkarmış çünkü. Normalde benim huysuz ve bağımsız tarafım bu “sahiplenme meselesi”ne fena hâlde takılır ve “Hayırdır Paşa’m, n’oluyoruz? Gittiğin yerin konumunu at, şehir dışına gitme, seni işe ben bırakırım filan… Senin içine maço varoş delikanlısı mı kaçtı?” diye çemkirirdim. Hele bölümün başında Ezgi’ye “İşi bırakıyorsun!” dediğinde cadoloz Sinem “Bi’ dakka ya! Sen kimsin? Kadının işine gücüne karışmak senin ne haddine? Sen onun aklına, kararlarına, seçimine nasıl burnunu sokuyorsun? O emir kipli cümlelerini bi’ yut, çeneni de bi’ kapa!” diye höykürürdü ama yapmadığımı fark ettim. Yapamadığımı değil yapmadığımı… “Niye?” diye sorguladım kendimi ve cevabı gülümseyerek buldum: Çünkü bu Özgür için bir ego ve güç savaşı değil! Bunu Ezgi’nin kimliğini baskılamak, ilişkide rol belirlemek ve “Benim dediğim olacak!” eril tavrıyla yapmıyor kiii Ezgi de bunu benim anladığım gibi algıladığından olay çıkarmıyor. Sevdiklerimi kollamakta zaman zaman manyaklık noktasına varan, bir yakınımı aradığımda kazara telefon açılmazsa “Ayyy! Öldü bu!” paniğiyle ortalığı ayağa kaldıranlardan olduğum için sanırım, Özgür’ün bu kollayıcı ve şefkatli tarafının iç yüzünü de anlayıp hiç rahatsız olmadan alıp kabul ettim ve tam da bu yüzden annesiyle Fitnat’a şak diye had bildirmesine de bayıldım. Üstüne tek söz konamayacak bir kesinlikle onları susturup haftalardır yaşanan “anne krizi”ni bıçak gibi kestikten sonra olayı hiç büyütmeden annesine ve yengesine yine iyi evlat, iyi yeğen olmasına da ayrıca bayıldım.
Serdar’a patlattığı yumruğa ve Tolga’yı dövmelere doyamamasına rağmen Özgür, aslında kontrollü bir adam. “Delirdin mi sen?” demeyin ama ya! Valla öyle! Tolga’nın yakasına Azrail gibi yapıştığı anda bile o öfkeyi Ezgi’ye asla yansıtmıyor, Soner’i dövdükten sonra arabasının anahtarını getiren valeye teşekkür etmeyi ihmal etmiyor, annesine çıkıştıktan sonra yine sıcak tavrını ve normalliğini sürdürebiliyorsa bir adam, onun gözünün karardığında yakıp yıkmayacağını da bilirsiniz. Üstelik âşık olduğu kadının saçını okşayan, öpen onu gözünün bebeğinden sakınan adamın şefkatinden de kuşku duymazsınız. Ezgi de sezgisel olarak bunun farkında ve “Senin yanında dünyanın en cesur kadını oluyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum.” demesi de bundan. Bir kadın için en büyük güç, sırtını yasladığı adamın ne olursa olsun bir adım bile geriye kaçmayacağına inanmaktır, çünkü. O zaman dağılan parçalarını toplayabilir, o zaman ayakları yere sağlam basabilir ve o zaman “biz” olmanın tadını çıkarabilir.
Bu bölüm, düğümlerin neredeyse tamamının açıldığı ve engellerin ortadan kalktığı bir “çözüm” bölümüydü. Yeni çatışma, final sahnesinde geldi. Ezgi’yi korumak için La Gabbia’yı feda eden Özgür, başarısız olduğunu gördü. Ezgi hem özgürlüğünü hem de kariyerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Olayın ardındaki kim, neler oluyor çok da mühim değil. Asıl önemli olan, bu yeni durumun Ezgi ve Özgür ilişkisinde de başka bir cephe açacak olması, şimdi yeni bir oyun kuruluyor ve bekleyeceğiz bakalım.
Sevgili Can’ı izlerken de bambaşka, çok etkileyici bir detay yakaladım. O, Özgür’de çok iyi bir sevgili, çok iyi bir evlat, çok iyi bir arkadaş, çok iyi bir hayvan dostu, çok iyi bir patron kimliği çıkarıyor. Hepsi birbirinden ayrı, tıpkı Matruşka bebekler gibi… Hepsi Özgür ama hepsi başka bir Özgür. O minik minik Özgürler birleşip Özgür’ün içinde kendi varlıklarını koruyarak var oluyorlar. Her biri ayrı bir sıcaklık, ayrı bir etkileyicilikle ekrandan geçip benim içimi ısıtıyor. Farklı kimlikleri, özelliklerini bozmadan bu denli başarıyla bütünlemek çok dikkatli ve çok özenli bir gözlem ve çalışmanın sonucu. O kadar ince bir ayarla veriyor ki Özgür’ün farklı görüntülerini her defasında hayran oluyorum.
Yazan, yöneten, canlandıran ve ekran gerisinde büyük yük omuzlayan bütün ekibin emeklerine sağlık.