Yazar: Irmak TERCANER
Geçen haftanın finalini Alev’in kızıyla başlayacağı yeni hayata bir adım kala ve Damla- Adnan yüzleşmesinin tam ortasında bırakmıştık. Bir şüphe uğruna ayaklarının onu götürdüğü o yerde şimdi, Adnan’ın aklında tek bir soru vardı: Zeynep, gerçekten onun kızı mıydı? Şüphesiz ki bu denli etkili bir yüzleşme sahnesinin ortasında ne Damla sağlam kalabilirdi ne de Alev amacını gerçekleştirip Zeynep’i Kıbrıs’a götürebilirdi. Adnan’ın tek bir hamlesiyle kartlar yeniden dağıtılmış ve durum çok daha çıkmaza sürüklenmişti. Her şeyden önce bu noktada en çok üzüldüğüm kişinin Damla olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Her insan hayatta bir kez yaşamını şekillendirecek bir tercih yapmak zorunda kalır ve aslında yaptığımız her seçim, fırtınalı bir hayata kapı komşusudur. Yazarın da dediği gibi ‘’Seçimler hayatımızın pusulaları gibidir. Her seçim bizi ayrı bir yola götürür. ‘’ . Tıpkı bundan tam on sekiz yıl önce Damla’nın Zeynep’i evlat edindiği gün olduğu gibi…
Damla, hayatının yörüngesini kaydırmak pahasına ablasının bıraktığı bir çocuğa hayat vermiş bir kadın. Eğer bugün hem Alev’in hem de Adnan’ın peşinden koşabildikleri biz kızları varsa bu Damla sayesinde değil de nedir? Peki, böyle bir duruma rağmen Damla, neden hep öfkelerin ilk durağı? Bölüm boyunca cevabını veremediğim tek soru buydu. Sağıma baktım olmadı, soluma baktım çok uzaklaşmışım ve en sonunda fark ettim ki cevap tam karşımdaydı. Damla, hiçbirinin sahip olmadığı bir insana sahipti: Zeynep’e. İşte tam da bu sebeple her zaman okların ilk hedefiydi ama bu durumda bir yanlışlık yok muydu? Evet, vardı hem de nasıl var! Mesela Damla da tıpkı biz izleyiciler gibi Zeynep’in babasının Adnan olduğunu yeni öğrenmedi mi evet, yeni öğrendi. Peki, Alev’in hatasının sonucunu yine kim sırtlıyor tabii ki Damla. Oysa o noktada Adnan’a hesap vermesi gereken kağıt üstünde bile olsa Alev’den başkası değildi.
Ya sen Alev? Çocuğunu bıraktığın o cam kenarından onu almış, yıllarca emek vermiş, büyütmüş, onu anne sevgisinden mahrum bırakmamış ve hepsinden önemlisi ona ailesine, ailenize rağmen kol kanat germiş bir kadına yaptıkların ne öyle? İşte seninle aynı ufka bakamadığım nokta tam da burası. Dizi başladığından beri sen, hep Damla’yı suçladın, iteledin ve hatta yargıladın ama burada bir yanlışlık vardı hem de büyük bir yanlışlık. Sen, Damla’nın hatalarının bedelini ödemiyorsun tam aksine Damla, senin hatalarının size sunduğu hayatı yaşıyor. Evet, şunu diyebilirsin ‘’Damla, Zeynep’in annesi olmaktan çok mutlu; bu bedel ona en büyük hediye olmuş. ‘’ve belki de haklısın ama bir düşünsene hangimiz bu kadar masum bir canlıya alışmazdık ki? Hangimiz yaşadığımız olayların, yılların ve duygularımızın dışına çıkıp o bebeği sadece büyütmek noktasında kalabilirdik ki? Şüphesiz ki hiçbirimiz…
Evet, Damla da her ne olursa olsun Zeynep’in gerçekleri bilme ve gerçek annesini öğrenme hakkına saygı duymalı ve hatta bu, çok çabuk olmalı ama yine de Damla’nın hataları seninkilerin yanında sanki biraz daha az kalıyor değil mi? Hele bir sahne var ki bir süre sinirden izleyemedim. Alev, o hastanede her ne olursa olsun yatan kişi senin öz be öz kardeşin biliyorsun değil mi? Sen, ne oldu diye sormayı bırak, içeri girdiğin ilk an hesap sormaya başladın, hem de ne hesap… Tamam, o an konuşmanız gereken çok şey var ama o gereken şey en azından bir süre için Adnan ve Damla’nın durumu değil hem de hiç.
Hikâyelerin ana konusunu destekleyen yardımcı damarları vardır. Ağlama Anne, odak noktasına iki kız kardeşin kızları için vereceği mücadeleleri yerleştirirken bir diğer tarafa da hikâyeyi besleyecek bir Adnan-Damla aşkı işleyecek, belli ki. Dizilerde tercihen ‘’kardeşimin aşkı’’ tarzına çok sıcak bakmasam da şunu söylemeden geçemeyeceğim: Ben, Adnan ve Damla’nın uyumunu sevenlerdenim. Nasıl oluyor bilmiyorum ama ikisinin sahnelerini ekranda izlerken içimde tarif edemediğim bir merak duygusu oluyor. Belki de bu kadar zor bir durumun içinde yaşayacakları aşkın nasıl filizleneceğini merak ediyorumdur. Bu nasıl başlar, nasıl devam eder, kim ne tepki verir şimdilik kestiremiyorum ama bir yanım bu konu böyle olmasaydı derken bir yanım hikâye bize ne sunar, bunu merak ediyorum.
Gelelim bölümün en duygu dolu anlarından biri olan Adnan- Zeynep konuşmasına. Bilenler bilir geçen haftaki yazımda bu ikilinin ilişkilerini izlemek için sabırsızlandığımı dile getirmiştim ama bu tarz bir sahnenin beni bu kadar etkileyeceğini hiç tahmin etmemiştim. Zeynep, babasız bir kızın duygularını o kadar etkileyici bir şekilde gösterdi ki bize, bu sahneyi ancak yutkunarak izleyebildim. Karşındaki bir yabancıya babana duyduğun özlemi anlatırken o adamın babanın ta kendisi olması ne tuhaf değil mi? Belki de Zeynep, insanın elinde olmayan o çekime yenik düşmüştür ve bir yabancıya, onun babası olduğunu bilmeden en büyük yarasını anlatmıştır. Zeynep’in tüm içtenliğiyle söyledikleri, gerçeği yeni öğrenen Adnan için sindirilmesi zordu. ‘’Şu an babam yanımda olsa bizi bir daha asla bırakma, derdim! ‘’diyen Zeynep’in aksine Adnan, kızının elini hiç tutamamıştı ki. Elini tutmayı bırakın Zeynep’in yaşamının kolay telafi edilemeyecek on sekiz yılını hiç bilmiyordu bile. Şimdi tek bir hedefi vardı: Zeynep’in hayatındaki yerini almak ve onun baba sevgisinden uzak yanını sarıp sarmalamak. Şunu söylemeliyim ki Adnan, kızına kendini tanıtmayı hiç acele etmeden yavaş yavaş ve sindire sindire yapacak ki zaten en doğrusu da bu. Hem annesini hem babasını çok yakın zamanda ilk kez keşfedecek bir genç kız için en son yapacağınız şey, her şeyi aceleye getirmek olacaktır. Bu sebeple Alev’in acelesinin aksine ben, Adnan’ın sükûnetini sevdim.
Gelelim Alev’e… Alev için söyleyecek o kadar çok şeyim var ki. Her şeyden önce bugüne kadar izlediğim dizi karakterleri arasında aynı anda birden çok duyguyu hissettiğim tek karakter Alev. Bir yanım ona delicesine kızarken bir yanım da ona kayıtsız kalamıyor. Zeynep’e veda etmek için geldiği o okul bahçesinde bir süre kendime gelemedim. Alev, geçmişte yaptığı hataları için bir ömrünü feda etmiş bir kadın. Geçmişteki hatası ne kadar büyük olursa olsun bugün, kızına duyduğu sevgiye bütün benliğimle inanıyorum ben.
Kızının hayatına kara leke değmesin diye ona cehennem olan o parmaklıkların ardına yeniden gitmeyi göze alan bir kadın Alev ve bunu ona yaptırabilecek tek şey, kızına duyduğu sevgi ama en büyük sorunumuz: Alev’in mantığı. Alev, hayat olağan akışından çıktığı ve işlerin yolunda gitmediği ilk an, hep darmadağın oluyor ve ne yapacağını bilemiyor. Bu bilinmezlik acele karar vermesine ve hata yapmasına sebep oluyor; tıpkı yıllar önce Zeynep’i ölüme terk ettiğinde olduğu gibi. Oysa kendisi ve olay arasına bir an mesafe koysa ve sağduyulu düşünse bu hataları hiç yapmayacak. Olayları o kadar ters bir noktadan ele alıyor ki o an sanki tek çözüm, bulduğu o en müthiş fikirmiş gibi geliyor. Tıpkı Çetin’i öldürmeye karar vermesi gibi…
İşte bu fikrin çılgınlığıyla çıktı Zeynep’in karşısına ve bir annenin kızına vedasının derinliğini iliklerime kadar hissettirdi bana. Zeynep’in anlam veremediği o sahneler Alev için yeni bir sonun başlangıcıydı sanki. On sekiz yıl boyunca görmediği kızına sadece fiziksel olsa bile ilk kez kavuşan bir anne ona yeniden veda ediyordu, hem de hayatı için anlamsız olan ‘’Güneş’’ olarak. İşte bu düşüncenin pençesinde izledim sahneyi ve Birce Akalay kendine hayran bırakan performansıyla ezdi geçti bütün duygularımı ve aklımda tek bir cümle belirdi: ‘’Alev, Olaylar karşısında sağduyulu davranmayı başardığı an, hayata karşı yeniden galip geldiği an olacak.‘’
Bölümün finalini, çılgın fikrinin peşinden giden Alev’i engellemek için tüm gerçekleri Adnan’a anlatma cesaretini gösteren Damla’da ve Alev’in onları gördüğü anda bıraktık. Haftaya ne olur şimdiden kestirmek zor ama şüphesiz işler daha da karışacak ve Alev, yine Damla’yı anlamayacaktır. Aklımda derin bir endişe, kalbimde Alev’in ne yapacağına duyduğum merakla noktalıyorum yazımı.
Herkesin emeğine sağlık.